Bu ay Netflix’te yayınlanan ve oyuncu kadrosuyla adından oldukça söz ettiren bir film Gönül. Hazar Ergüçlü, Erkan Kolçak Köstendil, Şevval Sam, Bülent Emin Yarar gibi ünlü oyuncuların oynadığı, Soner Caner’inse yönetmenliğini yaptığı filmin konusu temelde bir aşk hikâyesi. Tabii bu hikâyenin içine “töre, namus” giriyor ve bu da hâliyle dramı da beraberinde getiriyor. Bu filmin özgün olma iddiası “ötekinin, farklının hayatından bir kesit” anlatıyor olması, yani Domların.
“Mıtır, Karaçi, Çingene, Âşık, Roman...” gibi farklı adlarla tanımlanan, genelde “Kürt Çingeneler” olarak bilinen yarı göçebe bir topluluk Domlar. Mardin, Diyarbakır, Batman, Şırnak, Siirt, Urfa ve Van Domların ağırlıkta yaşadıkları şehirlerden. Kendilerine ait bir dilleri -Domca- olsa da artık kullanımı çok yaygın değil, onun yerine Kürtçe kullanılmakta. Domlara ait bu çok kısa bilgileri vermemin sebebi filme dair getireceğim eleştirilerin tutarlı olması adınaydı.
POPÜLERLİK ADINA KLİŞE
Film, “Tanrı insanları yarattı, baktı çok mutsuzlar, onlara Domları gönderdi. Konup göçtüler, çalıp söylediler” cümleleriyle başlıyor. Bu cümleler beraberinde “romantizmi” de getiriyor bana kalırsa, Domlar gerçekten de çalıp söyleyen ve büyük ölçüde geçimlerini bu şekilde sağlayan bir topluluk olsa da bu durum pasif bir “görev bilinciyle” oluşmuş değil. Üstelik bu ifade “fakir ama mutlu” anlayışına da hizmet ediyor gibi, hâlbuki Domlar görmezden gelinen, yoksul, kimliksiz bir halk. Film bu durumu biraz daha parlatmış, politik ekonomik durumdan koparılmış yapay bir mutluluğa sıkıştırmış gibi. Popüler kültür mecralarından birine “izlettirilecek bir film” yapıyor olmanın getirdiği kaygılarla sivriltilmiş bir yön bu.
Bu olumsuz eleştirilerin yanında eklemekte fayda var ki, Domların bilinirliğine bir katkı da sağlıyor. Bu kültürü biraz daha yakından tanımak isteyenler Halil Aygün’ün 2012 yılında Nusaybin’de çektiği Dom adlı belgeseline bakabilirler.
BABANIN VE KOCANIN TEKELİNDEKİ ‘NAMUS’
Filmin kurgusunda yer yer hatalar ve tutarsızlıklar olsa da film kendini izlettiriyor. Görüntüler ve müzikler kurtarıcı oluyor bu noktada. Film Piroz’un çalgıcılık yapmak için gittiği bir köy düğününde, gelin olduğunu bilmeyen Sümbül’e aşık olmasıyla gelişiyor. Ardından damat gelini “bozuk çıktığı” iddiasıyla babasına geri götürüyor ve “Bu işi sen mi halledersin yoksa ben mi halledeyim?” diye sorarak namusun babanın ve kocanın tekelinde olduğunu vurguluyor. İşte benim de asıl değinmek istediğim kısımlar buralar. Filmin başında, Sümbül’le Piroz’un tesadüfi karşılaşmalarının ardından, damadın gelinle (yani Sümbül’le) denk geldiği ilk sahnede Sümbül damatla alay ediyor. Kendisiyle alay edilen damadınsa kırılgan erkekliği devreye giriyor! Bir kadın, üstelik akli dengesi yerinde olmayan bir kadın kendisine güler, kendisiyle nasıl olur da alay eder...
Ardından düğün alanına giriş yaptıkları ilk anda konuklardan “Deli kadına düğün mü yapılır” söylemleri düğünde kavganın çıkmasına sebep oluyor ve o esnada Sümbül’le Piroz kimse yokmuşçasına birbirlerine yaklaşıp bakışıyorlar. İşte bu sahnenin hemen ardından damadı elinde silahla Sümbül’ü tehdit ederken görüyoruz, gelinin bekaretinin sembolü olan kuşaksa hâlâ belinde… Bu sahnede Sümbül’ün “kız oğlan kız” çıkmadığı söyleniyor ama bana kalırsa damat kendisiyle alay edilmesinin ve toplum tarafından gururunun kırılmış olmasının hıncını çıkarıyor ve Sümbül’e “iftira” atıyor. Ben filminden böyle bir çıkarım yaptım ama öteki türlü de olmuş olabilir, yani Sümbül o çok cinsiyetçi söylemle “kız oğlan kız” çıkmamış olabilir. Bu noktada da muhtemelen ayrı bir trajedi var demektir; akli dengesi yerinde olmayan bir kadına tecavüz edilmiş olma ihtimali... Film buraya dair net bir çıkarım yapmaya engel olacak kadar belki de bilinçli atlamalara sahip. Her iki olasılıkta da bir kadının canıyla bedel ödeyeceği durumla karşılaşılıyor. Babasına geri götürülen Sümbül’ün bir an önce “ortadan kaldırılması görevi” ağabeye veriliyor. Piroz ailesiyle gelip Sümbül’ü “istiyor” ama buna rağmen “verilmiyor” ve Sümbül’ü öldürüp töreye göre “namusu temizleme” tercih ediliyor. Bunda erkek egemen anlayışın eşlikçisi olan ırkçılığın da devreye girdiğine dair emareler görüyoruz. Ancak bu filmin anlatısının kayıp halkası. Piroz bir Dom, Sümbül ise bir Kürt. Yazının başında Domlar için kullanılan “Kürt Çingeneler” tabiri sizi yanıltmasın, Domlar ötekinin de ötekisi aslında.
ÖZGÜR AŞK İYİLEŞTİRİR Mİ?
Filmi izleyecek olanların hevesini kırmamak için daha fazla ayrıntıya girmeyeceğim ama olaylar bir şekilde Sümbül’ün Piroz’la bir hayat kurduğu noktada, önce filmde kurgusal hata olarak gördüğüm ama sonrasında buna dair mantıklı bir açıklama olabileceğine inandığım bir noktaya değinmek istiyorum. Sümbül’ün akli dengesinin yerinde olmadığını söylemiştim ama nasılsa Sümbül Piroz’la olduktan sonraki bölümlerde birden iyileşiyor, “normale” dönüyor. Düşününce ve duygusal bir yakınlık kurunca şöyle açıklayabiliriz, Sümbül mutlu oluyor ve âşık olduğu insanla, onu seven insanlarla birlikte yaşıyor, kimsenin kendisine deli demediği, herkesin hafif kaçık olduğu bir yerde yaşama rahatlığına erişiyor.
Filme dair çok detay verdiğim için okuyucular kusura bakmasınlar ama Sümbül’ün özelinde bir kadının yaşadıklarına bakmak istemekti buradaki amaç. Küçük ama bence önemli bir parantezle belirtmeliyim ki klasik bir töre, namus anlatısına sıkıştırılan ve özellikle de bunu belli bir coğrafyayla özdeşleştiren senaryolar hem can sıkıcı hem de çok ezber. Film tam olarak bunu yapmıyor olsa da içinde bu klişeleri barındırıyor. Yine de sonuçta bir kadının namus cenderesi altında nasıl yok sayıldığını, ailenin buradaki gerici konumunu, babadan kocaya geçen o namus bekçiliği görevinin devamlılığını anlatması açısından değerli. Kadının sevdalanmasının da bir bedeli oluyor çoğu zaman, işte Gönül filmi biraz da onu anlatıyor.
**Yazının üzerine filmde geçen bu iki şarkıyı dinlemeyi ihmal etmeyin; Gomidas Vartabed’den ‘Seyran’, Koma Amed’den ‘Hay Nik Na’.
Fotoğraf: Film afişi- fragman ekran görüntüsü
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.