Bakanlık Genelgeleri: Suçun ikrarı mı, politika ısrarı mı?
Bugünün güncel dayanışma ağlarından biri olan sosyal medyayı baltalamaya niyet eden bu genelgeleri “büyük bir adım, alkışlanacak bir tutum” olarak değerlendirmek AKP’nin boyasına gözümüzü sürmek olur.

Aralık ayı sonunda Adalet Bakanlığı bir genelge yayımladı. Özetle genelge; mahkemelere, kolluk görevlilerine ve ilgili diğer adli makamlara kadına yönelik şiddet konusunda yasal metinleri hatırlatıyordu ve 2015 tarihli eski bir genelgenin güncellenmesinden ibaret olduğunu daha en başında söylüyordu. Daha sonraysa ailenin ne kutsal şey olduğunu bittabi. Tarihi yeniden keşfeden Bakanlık, yasalardan kısmi alıntılarla ortaya karışık bir izahat sunuyordu. Dikkat çekilen birkaç kilit nokta da vardı. Bakanlık, kurumların eşgüdümlü çalışmasının ve yasaların uygulanmasının şiddeti önlemedeki öneminden bahsediyordu. Yani, yuva yıktığı iftirasıyla hedefte olan ve bir cümleyle üstünden atlanan İstanbul Sözleşmesi’nin temel politikasından...

10 YILLIK İTİRAF
Genelge, AİHM’de Türkiye aleyhine sonuçlanan Opuz kararına atıf yapıyordu. Opuz kararı, bu memleketin en aşina olduğu hikayelerden birinin Avrupa görmüş hali. Hem kendisi hem de annesi yıllarca şiddet gören Nahide Opuz’un onlarca şikayetine rağmen hakkında hiçbir şey yapılmayan eski kocasının, Nahide’nin annesini öldürmesi hikayesi... 2009’da verilen bu önemli kararda AİHM, “Türkiye’deki genel ve ayrımcı adli pasifliğin, aile içi şiddeti teşvik eden bir atmosfer yarattığını” söyledi. Bir başka deyişle AİHM, bu kararla ilk defa bir devleti açıkça kadın cinayeti faili saydı.

Opuz kararının üzerinden 10 yıl geçti. 10 yıl sonra Ayşe Tuba Arslan, 23 kere şikâyette bulunmasına karşın hakkında hiçbir şey yapılmayan eski kocası tarafından vahşice öldürüldü. Yani, 10 yıl sonra, “Türkiye’deki genel ve ayrımcı adli pasiflik, aile içi şiddeti teşvik eden bir atmosfer” yaratmaya devam ediyor. Opuz’un korunmaya çalıştığı dönemde, 6284 sayılı yasanın öncülü olan 4320 sayılı yasa yürürlükteydi. Ayşe Tuba Arslan ise çok daha kapsamlı ve genel olarak İstanbul Sözleşmesiyle uyumlu 6284 tarafından korunmadı. 10 yılda yapılan bu “yasal iyileştirmelerin” kadınların yaşamlarını korumaya yetmediği ortada. 10 yıl sonra şiddeti önleme iddiasındaki bir genelgede Opuz kararını hatırlatmak bir suç ikrarı değil de ne?

ADALET ARAYIŞINA MEDYA ENGELİ
Yasa maddelerini tekrar etmekten öteye geçmeyen 23 maddelik belge, imzaladığı sözleşme, yürürlüğe soktuğu yasayla çoktan yapmış olması gerekenleri, bir keşifmişçesine önümüze attı, bir farkla: sosyal medya paylaşımları. Genelgenin ikinci kısmındaki 5. madde, “soruşturma evresiyle ilgili ifade, tutanak, belge, ses ve video kaydı gibi delillerin internet ve sosyal medya gibi platformlarda paylaşılmasının önüne geçilmesi” için paylaşanlar hakkında “gizliliğin ihlali” suçundan cezalandırmaya dikkat çekiyor. Yani Bakanlık, şiddetin önlenmesinin çözümünü soruşturmanın gizliliğinde buluyor. Bunca zaman sonra özel görevli savcıları dahi yetiştirmediğini itiraf eden bu genelge, yargıdan aradığını bulamayan kadınların hayatta kalmak için son çaresi olan sosyal medya çırpınışlarını hedef aldı.

SÜLEYMAN SOYLU’NUN ÇÖZÜMÜ
Yeni yılın ilk günündeyse İçişleri Bakanlığı bir genelge yayımladı. Hükümetin “kadınlara sağladığı olanaklara” bolca atıf yapılan metinde, “aile içi ve kadına yönelik şiddetle topyekûn mücadele edilmesi, 2020-2021 döneminde acil alınması gereken önlemlerin kurumlar arası işbirliği ve eşgüdümle uygulanmasının sağlanması amacı”na vurgu yapılıyor. Genelgeyi imzalayan Süleyman Soylu, bu amaç doğrultusunda “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Koordinasyon Planı” kapsamında bütün devlet mekanizmalarını göreve çağırıyor.

Yine uzun yıllar önce yapılması gerekenlerin yapılmadığı itiraflarıyla bezenmiş bu genelge, kadın örgütlerinin uzun yıllardır formüle ettiği somut uygulamaları içeriyor. Genelgede hem bir program çıkarılmış hem de bu program için yeni birimlerin oluşturulması öngörülmüş. Esasen uygulamanın ana hatlarını oluşturan genelge, İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerinin nasıl yerine getirilebileceğine ilişkin, sürecin devlet cephesindeki öznelerine bir yol haritası çiziyor. Buradan bakınca, olması gereken zaten bu gibi görünebilir. Fakat genelgenin dayanağı olan koordinasyon planına bakınca, işler değişiyor.

Kadına yönelik şiddeti “ailenin korunması” sorunu olarak ele alan, çözümü din görevlilerine havale eden, en büyük iddiası eğitim seferberliği yapmakken bu seferberliğin başrolünü din görevlilerine veren, özetle; 17 yıldır sürdürülen politikada ısrar eden bu koordinasyon planına bakınca, yayımlanan bu genelgenin de şiddete derman olacağı konusunda yine ciddi şüpheler doğuyor.

AYİNESİ İŞTİR KİŞİNİN…
Opuz kararının verildiği yıllar, Türkiye’de ve dünyada örgütlü kadın hareketinin de yükseldiği bir döneme denk düşüyordu. Pasif ve ayrımcılığı tescillenmiş olan Türkiye, derhal bir prestij toparlamalıydı ve tam da bu sebepten İstanbul Sözleşmesi’ne koşar adım imza attı. Yürürlüğe soktuğu sözleşmeyi uygulamamak için her türlü kurumla eşgüdümlü çalıştı. Sözleşmenin denetleme mercii niteliğindeki uzmanlar kurulu olan GREVIO, 2018’de yayınladığı raporda Türkiye için tıpkı Opuz kararındakine benzer değerlendirmelerde bulundu. GREVIO, Türkiye için bir vahamet tablosu çizdi ve bu tabloyu birkaç ana başlık altında topladı: Cinsiyet rollerinin derinleştirilmesine sebep olan ve kadınları aile dışına çıkarmayan hükümet politikaları, şiddete karşı bütüncül politika uygulanmayışı, kadın katillerinin cezasız kalması... Yani, Türkiye’nin kadın politikası fotoğrafının net hali. Gelinen aşamada, devletin kadınları korumadığı, tam tersine şiddeti körüklediği bir kez daha uluslararası mekanizmalar tarafından tescillendi.

Her gün tekrar yaşadığımız hâl de daha iyisini vadetmiyor. Kadınlar, şiddet sarmalının içine her geçen gün daha çok çekiliyor ve devlet sarmalın dışına tel örgü örmek dışında hiçbir şey yapmıyor. Hükümetin 17 yıldır süren kadın düşmanı politikasının ısrarı, bugün “ölmek istemiyoruz” çığlığında özetleniyor.

Gözlerini kapatanın dahi göreceği bu tabloya karşılık AKP, bu seferki sıkışmışlığına genelgelerle nefes aldırmaya çalışıyor. Bugün bu genelgelerin yazılmasına da vesile olan kazanımlar heybemizdeyken 10 yıl geriye giden, var olan yasal korumalardan ileri tek bir laf etmeyen, bilakis bugünün güncel dayanışma ağlarından biri olan sosyal medyayı baltalamaya niyet eden bu genelgeleri “büyük bir adım, alkışlanacak bir tutum” olarak değerlendirmek AKP’nin boyasına gözümüzü sürmek olur. Eğer bir anlam ve görev çıkartacaksak bu, AKP’nin suç ikrarını teşhir etmek, ısrarlı kadın düşmanı politikasına karşı daha ısrarlı ve örgütlü bir mücadele örmekten başka şey olamaz.

İlgili haberler
Tecavüze uğrayan kadınları bir de devlet örselerse...

Bir kadın ve kızı tecavüz, gasp, dayağın ardından dağ başında yarı çıplak bırakılıyor. Kendi imkanla...

2019’dan 2020’ye... Mahalleden ülkeye...

Sorunların derinleşerek yeni yıla taşındığının farkındayız. Ama dertlerimizle birlikte, dermanımızı,...

2020: Ne değişti, neden değişti, nasıl değişecek?

2020, kadınların değiştirme güçlerini hatırladığı, daha çok örgütlendiği, birlikteliğimizin gücünün...