“Vatanım Sensin” dizisinin Azize Hemşire’si, Miralay Tevfik’le evlenme kararı alınca kadın izleyicilerden bir hoşnutsuzluk dalgası yükseldiğine tanık olduk: “Neden kendi ayakları üzerinde durmadı da evlendi?” diye. Kadının aile dışında bir kimlik arayışının güçlüğü günümüzde bile aşılamamışken Azize’nin evlilik kararını eleştirmek, kanımca tarihsel bağlamından kopuk bir eleştiri olur.
Hatırlanacağı üzere hikaye, Osmanlı imparatorluğunun son yıllarında geçer. Balkan Harbi ve İzmir’in işgali... İslami toplum yapısı içinde kadının temel işlevinin evlenip çocuk doğurmak olarak görüldüğü bir dönemde... Azize içinde yetiştiği toplumun muhafazakâr değerlerini benimsemiş bir kadındır. Ev kadını, anne ve hemşire olarak sorumlulukları onun bağımsız bir kimlik edinmesine izin vermez. Ailesi ondan sorulur çünkü. Hemşireliği savaş koşullarının zorlamasıyla gönüllü olarak yaptığından kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak parayı kazanamamaktadır. Kadınların henüz devletin yurttaşı değil, uyruğu olduğu bir dönemden söz ettiğimizi unutmayalım. Evlilik pamuk ipliğine bağlıdır: Koca “Boşsun!” der, boşayıverir kadını. Eğitimse erkeklere tanınmış bir ayrıcalıktır. Kadın, zihinsel üretimin gerektirdiği eğitimden yoksun bırakılmıştır. Dolayısıyla Azize bilgisizliğin getirdiği çaresizlik içindedir.
Nitekim kocası Yüzbaşı Cevdet, ona güvenir ama düşünsel anlamda onu muhatap olarak görmez; görseydi, “ikili bir hayat” yaşamanın zorluklarıyla baş etmeye çabalarken “sırrını” karısıyla paylaşırdı. Azize, Tevfik’le evliliğe de ailesini korumakta zorlandığı için karar verir. Kocasından gebe kaldığı ortaya çıkınca doğacak çocuğu babasız kalmasın, toplumun tepkisini çekmesin diye kararını hiç düşünmeden hayata geçirir. Arkasında güveneceği ne vardır? Üstelik kent işgal altındayken...
Başkaldırısı da haliyle cinsel rolü içinde gerçekleşmektedir: Savaşa isyan, annenin isyanı. Büyük kızı Yıldız’ı da kendisi gibi yetiştirmek arzusundadır. Ayrıca kendilerini cinsel rollerinden kurtaran kadınların başına neler gelebileceğine dehşet içinde tanık olmuştur. (Küçük kızı Hilal, savaş suçlusu olarak idam sehpasından dönmüştür.)
TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ VE SAVAŞ
Ancak savaş koşullarında toplumsal cinsiyet rolleri farklılaşmıştır. Bilindiği gibi, Tanzimat Fermanı (1839) tarihimizde demokratikleşmenin ilk adımıdır. Onu Birinci Meşrutiyet (1876) ve İkinci Meşrutiyet (1908) reformları izler. Reformların etkisiyle kadınlar da özgürleşme ve bireyselleşme yolunda ilerlemeye başlamışlardır. (1861’de kızlar için rüştiyelerin açılması bu açıdan önemlidir.) Savaş koşullarında kadınların özgürlük alanı genişlemektedir. Örneğin sokağa yalnız çıkabilmektedirler.Öte yandan Avrupa, kendi zevklerini İzmir’de tanıtmakta gecikmemektedir. Giyim-kuşam, kafeler, restoranlar, sinemada Şarlo filmleri... Ama Azize kentli gibi yaşamaya alışık değildir. Konak yaşamı ilgisini çekmez. İslami değerlere bağlılığını korur. Küçük kızı Hilal’de milliyetçi-muhafazakâr damar ağır basarken, büyük kızı Yıldız’da kadının kendi taleplerini gündeme getirdiğini görürüz. (Görücü usulü evlenmeye karşı çıkar genç kız; gece elbisesiyle balolara gider, dans eder.) Eylemci Hilal geleneğe bağlı olmakla birlikte, vatanseverlikte erkeklerden aşağı kalmamaktadır. Halide Edip’le tanışınca iyice coşar. Zekası, cesareti, yazar olarak -erkek takma adıyla yazabilmektedir- kitleleri etkileme gücüyle öne çıkar. Yıldız’sa geleneksel yaşam tarzından sıyrılmak için fırsat kollamaktadır.
Toplumsal olayların seyri, Azize’nin bastırılmış zihinsel, eleştirel kapasitesini ortaya çıkarırken genç kadın kendini daha fazla özne hissetmeye başlar.
Miralay Tevfik gençlik yıllarında gönlünü Azize’ye kaptırmıştır. Azize’yi ulaşılmaz bulur. Ancak erkeğin şövalyece yiğitliğini anlamlandırmak için ihtiyaç duyduğu platonik bir aşktır bu; kadından ille de cinsel yakınlık beklemez. Tevfik, Azize’nin kalbini kazanmak için hem çocukluk hem de silah arkadaşı Cevdet’le yarış halindedir. Ancak Azize evlenirken Tevfik’le pazarlık yapar: Sonuna kadar Cevdet’e sadık kalacaktır.
Evlilik kararıyla birlikte Cevdet özsaygısını yitireceği kaygısıyla kıskançlık krizine tutulur. Eski koca olarak konumunu sertleşerek, öfkeyle savunmaya kalkışır. Her iki erkek de üst rütbeli subay olduklarından ruhsal yapıları, egemen olma duygusunu geliştirmeleriyle oluşmuştur. Ama iktidar tutkusu onları gülünç duruma düşürür. Azize, eski ve yeni kocanın uğrunda birbiriyle kıyasıya mücadele ettiği ödül durumuna girmiştir adeta. Ama genç kadın bütün bu olanlardan ötürü zihinsel ve duygusal bir sarsıntı geçiriyor olsa da mağdur konumuna düşmez.
SAVAŞ KOŞULLARINDA BİLE...
Dikkatli izleyici, hikayedeki gizli kalmış cinsiyetçi öğeleri saptamış olabilir. Ama onun kadar hikayenin cinsiyetçilik karşıtı yaklaşımını da görmek gerekir. Emperyalizmin, militarizmin yol açtığı kişisel trajedileri, savaş karşıtlığı, barış gibi evrensel değerlerle bağdaştırma çabası seziliyor hikayede. Aşk’ı ele alalım: Aşkın nesnesi bir insan olabildiği gibi bir düşünce, bir ideal vb. olabilmektedir. Savaş koşullarında aşk, kadının ve erkeğin mücadele gücünü artırır. Aşk birbirine düşman edilmiş iki halkın çocukları olan Hilal’le Leon’a bireyselliklerini kazandırmıştır; savaş koşullarında bile “insan toplumsal koşullarına indirgenemez” saptamasını doğrularcasına.İlgili haberler
Ayşegül adalet istiyor!
11 yaşındaki kızını istismar eden kocasını şikayet etti, adam serbest bırakıldı. Ayşegül’ü 4 kurşunl...
Ayşegül’ün çağrısına kadınlardan yanıt
Esenyalılı kadınlar Ayşegül'ü yalnız bırakmadı. Ayşegül'ün ziyaretine giden kadınlar: ‘davanın takip...
Bitmeyen ve birbirinin aynı diziler
“Dizi izlememin nedeni genelde can sıkıntısından, yalnız kaldığımdan; belki de gerçek hayatta bulama...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.