Kıymetli hazirun, “acaba” sorusunun insana kendi gündemini unutturduğu uzatmalı bir bekleyişin kimimiz için hüsran, kimimiz için bayramla(?) nihayetlenen sabahına uyandım. Kapıyı sırasıyla önce sütçü, sonra kardeşim, sonra da market kuryesi çaldı. Evime önce süt, sonra bakla sonra da karbonhidrat girişi oldu. İşte dedim hayat bu kadar. Henüz taş kaynatmıyorum. Kızımın yırtılan nevresimini yenileyemiyorum, muhtemelen dikmek zorunda kalacağım ama menemenden ümidim var ya böyle de kabullenen bir nesildenim annecim.
Bir iki yıl önce “Sefertası” diye bir film izlemiştim. Sabah Fularsız Entellik kanalından yüklenen son podcasti dinleyince bu filmi hatırladım. Hindistan’ın büyük şehirlerinde Dabbawala denilen bir sistem var. Ev hanımlarının memur eşlerine evde yaptıkları yemekleri sefertaslarıyla ulaştırdıkları bir kurye sistemi. Binlerce yemek kutusu, taşradaki evlerden bisikletlerle toplanıp trenle şehre getiriliyor, oradan da iş yerlerine titizlikle tam saatinde dağıtılıyor. Filmde eşi ölmüş ve o yüzden mecburen bir lokantayla anlaşmak zorunda kalan bir adama yanlışlıkla genç ve yeni evli bir kadının pişirdiği yemek teslim ediliyor. Adam, dolayısıyla önce yemeğe sonra kadına âşık oluyor. Bakınız erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer önermesi. Yine bakınız eşi ölen adamlar açıktan ölebilir önermesi. Burada konuyu biraz dağıtır gibi olup tekrar toparlayacağım…
AH ANNEANNE…
Geçtiğimiz hafta anneannemi kaybettim. Benim hayatımdaki en önemli insanlardan biriydi. Eğer geleneksel kodların doğru bir yazılıma dönüşmesi mümkünse o yazılım anneannemdir. Erkeklerin kadınlar olmasa öleceğini düşünen kadınlardandı. Odaya bir erkek girerse, sofraya bir erkek oturursa hiyerarşik olarak derhal tüm üstünlüğü ona verir, tüm tabaklar ona yakın dizilirdi. Büyük teyzemin eşi olan eniştemi hiç sevmezdi ama ona davranışını görseniz eniştemin Buda olduğunu zannederdiniz. Neyse, ben dört yıl önce eşimden ayrılsam da anneanneme bunu bir buçuk yıl önce söyleyebildim. Ne dedi biliyor musunuz? “Mari kuzum naa yapacak o adam yalnız başına, ne yiyip içecek?”
Şimdi daha acıklı bir şey yazayım. Anneannem bana yazılımını öyle mükemmel bir şekilde yüklemiş ki, ayrıldığımda eski eşim çocukları özlemesin diye beş dakika uzakta bir ev tutmuştum ve bir yıla yakın bir zaman ne pişirdiysem kaplara koyup ona da yollamıştım. Erkekleri beslenmesi gereken sahipsiz evcil hayvan gibi ya da öz bakımını beceremeyecek çocuk gibi bir role de bizler konumluyoruz. İşin ironik tarafı, erkeğin de kadını ve ailesini bakıp kollamaya yarayan fazladan sahip olduğu fiziksel gücü çoğunlukla kötüye kullanması. En azından kişisel hikâyemde böyleydi.
ÇALIŞ ANAM ÇALIŞ
Hayatın diğer alanlarında da eşit ve “yeterli” olduğunu kanıtlama peşindeki kadın, kadınlığını unutup örselendi. Çocuk da yaparım kariyer de sloganlarıyla yürü be yavrum bakalım nasıl yapıyorsun kırbacıyla iyice kamburlaştı. Bakınız yapamadı demiyorum, bedel ödedi. Bedelini ödemeden ne maaş alabildi ne ödül. Ne de başı okşandı. Ev işlerini düzgün yapamayanlar kayınvalideleri, anneleri, hemcinsleri tarafından eleştirildi, devalüe edildikçe çalıştı, çalıştıkça kendini unuttu.
Kıymet verdiğim akademisyen bir bey (polemik konusu yapmamak için adını yazmak istemiyorum), geçen hafta Cannes Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülü alan Merve Dizdar’ı dekoltesini çekiştirdiği için “acemi” ve “yetersiz” bulduğunu yazdı. Böylesi uluslararası festival salonlarında davranmanın adabına sahip olmadığını, bunun basit bir haute couture yani kişiye özel sipariş bilgisi olduğunu, informel bir kural olarak bunu bilmesi gerektiğini, feminist olmanın hazır üretim klişesi kullanılmasını geçerli kılmadığını da eklemiş. Okudukça kafatasımın üstünde bir kapak, taşmak üzere olan bir tencereymişim gibi artarak takırdamaya başladı. “Hakikaten ilk gördüğün bu mu? İlk söylemek istediğin gerçekten bu mu?” demek istedim hocamıza. Evet, hem de sen diliyle ve mahalle ağzıyla. Yapmadım, çünkü içimden geçen şeyleri hemen yapmamak gibi bir irade çalıştırdığım gibi uzun uzun düşünüp yine de söyleyeceksem ulu orta faydalandırmak gibi lümpen bir alışkanlığım var benim. Onu Fransız ordusunu göreve çağırmış gibi milli bir duruşla “kol kırılır, yen içinde kalır” refleksiyle suçlayanlara bu kadar kızamadım. Sadece kadın olmasından kaynaklı bir erkek deavalüsyonuna maruz kalması beni oluşumuzdan yakaladı. Eteğimizi aşağı, dekoltemizi yukarı çekmeyi bizi nesneleştiren bakışlarınızdan, kendinizi söylemeye hak bulduğunuz, söyleyemeyeninizin ağız burun yamultuşlarından öğrendik biz. Haute couture bilgisi hele, sınıfsal olarak doğduğumuz yerden olduğumuz yere gelene kadar henüz rastlayamadığımız konulardan. Mervecik, alanında yüksek lisans yaparken, gecesini gündüzüne katıp çalışırken bir Allah’ın kulu da çıkıp ona bunu hatırlatmamış! Belki o da eski eşine yemek pişirirken filan epey vaktini ziyan etmiş olabilir. Bilmiyorum, hayatını kazanmak zorunda olan ve desteklenmeyen pek çok kadın gibi zamanını nasıl yetirip de bunca ödül almış. Bunu konuşmadan biz haute couture bilgisine nasıl varabiliyoruz? Eyy Maslow, geldiysen imleci üç harf ilerlet!
BİR HAUTE COUTURE MESELESİ
Ağlak değilim, kompleksliyim. Bu kompleksler bana doğal yollarla yüklendi. Yardım ederseniz yalnızca çocuklarıma ekonomik nedenlerle sefertası hazırlayan bir kadın da olabilirim. Hatta başka bir iktidara birlikte uyanırsak sefer tası hazırlamama da gerek kalmayan daha ferah feza bir zamanda, kızım için yeni bir nevresim alışverişine çıkmak isterim. Alışverişe çıkmayı hiç sevmediğim ve zamanım kıymetli olduğu için online sipariş de verebilirim. O arada haute couture dersleri alayım da hasbelkader yetmiş yaşında bir ödül törenine katılırsam buruşuk memelerimi acemice saklamadan seke seke kürsüye yürürüm. Kız belli mi olur!
* [email protected]
Görsel: storyset/Freepik
İlgili haberler
Tüm mesele bu: Bir avuç kıymayı kabullenmeli mi ka...
‘Avuç içi kadar aldığım kıymayı iki ayrı yemeğin içine katıyorum, tam olarak 186 gram, benim normali...
‘Zamane Namusnamesi’
“Zamanı tüm bedenimle bir başka türlü ölçtüm. İnsanın neler yapabileceğini, hem de her şeyi yapabile...
Mine Özerden’e…
Filiz Gür, Gezi Parkı davası kapsamında 2022 Nisan ayında 18 yıl hapis cezasına çarptırılan Mine Öze...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.