Neydi Emma’yı evinden çıkaran?
20. yüzyıl başındaki Amerika’ya gidelim. ‘Kadının doğal alanı evi olmalıdır, toplumsal yaşam değil’ diyen Emma F. Langdon’ın nasıl militan bir sendikacıya dönüştüğünü okuyalım.

19. yüzyılın sonlarında, ABD’nin Colorado eyaletine bağlı Cripple Creek bölgesi, altın madenleri nedeniyle, patronlar için bir cennet, işçiler içinse bir umut kapısı haline gelmişti. Pıtrak gibi her yeri saran madenlerle birlikte Amerika içinden ve dışından gelen göçmen işçilerin de sayısı artıyordu. İş için talep arttıkça ağızları daha da sulanan patronlar, 1894 yılında 8 saatlik iş gününü 10 saate çıkardı. Hem de hiç ücret artışı yapmadan... 8 saat çalışmak isteyenlerin günlük ücretinden 50 sent kesinti yapılacaktı.
Bunun üzerine madenciler, Western Federation of Miners’ın (WFM-Madencilerin Batı Federasyonu) öncülüğünde greve çıktı ve birçok madende üretimi durdurdu. Çalışan madenlerdeki işçiler ise ücretlerinin yüzde 10’unu destek için grevcilere verdi. Maden sahipleri, paralı güvenlik görevlileri tutarak, grev kırıcı işçileri madenlere sokmaya çalıştı. Ama grevciler onları maden kapılarında dinamitlerle karşıladı. Sonunda işçiler, günde 3 dolara 8 saat çalışma hakkını kazandı.
Gücünü giderek artıran WFM’nin o dönemki kurultaylarında neredeyse sosyalizm çağrısı yapılıyordu. The Miners Magazine (Madencilerin Dergisi) “Zenginliği yaratan işçi sınıfıysa, zenginlik üretenindir” sloganıyla çıkıyordu.

PATRONLAR İÇİN HER YOL MÜBAH!
Fakat işçilerin zaferinden birkaç yıl sonra, 1902’de Colorado’daki maden patronları yanlarına sendika düşmanı yeni valiyi, bankacı Jim Peabody ve General Sherman Bell’i de alarak WFM’yi ezmeye karar verdi. Maden kasabalarında sadece madenler değil evler, dükkanlar ve hatta hukuk, yani her şey patronlara aitti. Madencilere para yerine bu dükkanlarda geçerli senetler veriliyordu ki başka yerlere gidemesinler. Çıkarılan madeni patronların tuttuğu kişiler tartıyordu ve bu işin dürüstçe yapılıp yapılmadığını madenciler bilemiyordu. Ayrıca, halk ezici bir çoğunlukla 8 saatlik iş günü için oy verdiği halde bu hak tanınmıyordu. Sendika üyelerine baskı yapılıyordu.
Madenciler bu adaletsizliklere karşı 1903’te tekrar greve çıktı. Patronların bastırmak için her yolu denediği bu grevi tarihçiler, “işverenlerin en sistematik şekilde şiddet uyguladığı savaş” olarak nitelendiriyor. Sendika liderleri, aktivistleri, grevci işçiler, greve destek veren memurlar, gazeteciler gözaltına alınıp tutuklandı. Askerler tarafından 73 grevci madenci sürüldü, 30 kişi silahla öldürüldü.

Maden Sahipleri Derneği giderek acımasızlaşıyordu. Sendika yanlısı işçiler kara listeye alınıyor, iş verilmiyor, aileleriyle birlikte konutlarından sokağa atılıyorlardı. Market sahiplerine onlara yiyecek satılmaması için talimatl veriliyordu.
Baskılar sonucunda madencilerin grevi kırıldı. 1905 yılında işçilerin herhangi bir sendikaya üye olmayacağına dair imzaladıkları sözleşmeler (yellow dog) dayatıldı. Bu sözleşmelerde ev sahiplerinin de sendika sempatizanlarını kiracı olarak almayacağı da yazıyordu.


KADINLAR EVLERİNDEN ÇIKIYOR
Madenciler ve aileleri açlık ve ölümle sınanmıştı. Fakat bu zorlu süreç kadınları evlerinden çıkardı. Madencilerin Dergisi, “Sendikacılık ruhunun kadınların her bir dokusuna işlediğini” yazmıştı. Victor’da kadınlardan oluşan bir grup (Victor WFM Auxiliary) grevci madencilere, hapse atılanlara ve ailelerine destek olmak için çeşitli kampanyalar yürüttü. Düzenledikleri etkinliklerle fon toplayıp ihtiyacı olanlara ilettiler. Askerler toplantılarını basıyor, saldırıyordu ama kadınlar yapacaklarını bir şekilde yapıyordu.
‘ÇOK DARBE ALDIK AMA HÂLÂ RİNGDEYİZ’
Victor’daki kadınlardan belki de en ünleneni, önceleri “kadınların yerinin evi olduğunu” düşünen Emma F. Langdon oldu. 1903’te eşi Charles Langdon ile birlikte Victor’a yerleşip Victor Daily Record gazetesinde çalışmaya başlamışlardı. Charles o dönemin gazetelerinin baskısı için kullanılan linotip operatörüydü, Emma da onun çırağı olarak çalışıyordu. Taşınalı çok olmamıştı ama kendilerini grev dalgasının içinde buldular. Onlar da Tipografi Sendikası’na üyeydi ve tüm baskılara rağmen işçi yanlısı haber yapmaya çalışıyorlardı. Askerler bir gece yarısı gazeteyi basıp yöneticisinden dizgiçişine herkesi gözaltına aldı.
O sırada evinde olan Emma, o gün gazetenin basılmasının çok önemli olduğunu düşünerek, çocuğunu komşusuna bırakıp terlikleriyle gazeteye koştu. Diğer iki çalışan da geldi ve kendilerini içerden gazeteye kilitleyerek gazeteyi hazırladılar. Sabah üçte hazır olan gazetenin manşetinde, “Çok darbe aldık ama hala ringdeyiz” yazıyordu. Kuryeler gazeteleri dağıtırken, Emma gazeteleri kaptığı gibi nezarethaneye koştu. Victor Daily Record’un o sabah çıkmayacağını zevkle anlatan polislerin eline birer gazete vererek çenelerini kapattı. Ertesi gün eşi ve diğer gazeteciler çıkana kadar diğer sayıyı da hazır etmişti Emma. Bu cesur ve çevik hareketi nedeniyle WFM tarafından kendisine onursal üyelik verildi.
Grev kaybedilince o da diğer sendikacılar ve grevciler gibi şehri terk etmek zorunda kaldı. 30 Kasım 1937’de hayatını kaybedene kadar Denver’de yaşadı. Emma’nın yeri, hiçbir zaman evi olmadı, hep sendikal faaliyetler yürüttü, gazetelerde yazdı. Cripple Creek Strike (Cripple Creek Grevi), İndustrial Wars of Colorado (Colorado’nun Sanayi Savaşları) ve Labors Greatest Conflicts (İşçi Sınıfının En Büyük Mücadeleleri) adli kitapları yazdı. Ayrıca Amerika Sosyalist Partisi’nin de örgütleyicilerindendi.
İlgili haberler
Türkiye'den Amerika'ya işçilikten sendika başkanlı...

Alice Peurala, Türkiye’den Amerika’ya göçe mecbur bırakılmış Ermeni bir ailenin kızı. 14 yaşında çal...

KESK, sendikal mekanizmalar, işyerleri ve kadın em...

Sendika merkezine/ şubelere çağırmakla yetinen bir çalışma yerine, işyerlerinde kadınları mücadeleye...

Eşitsizliği derinleştiren yasalar sendikaların gün...

Müftülere nikah yetkisi verilmesi işçi kadınların gündeminde peki işçi sendikalarının neden gündemin...