GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Değiştirilenler
Yarın onlar da dönecekti. Evde kimse olmayacaktı. Falımdaki boş mezarı göreceklerdi ve onlar da değiştirilecekti. Bence birini öldüren herkes, bir başkasıyla değiştirilir.

Geri döndüğümde evde kimse yoktu. Aslında evin bildiğim hali de yoktu ve ben kimselerin bilmediği bir haldeydim. Pencerenin önündeki koltuğun yüzü değiştirilmişti. Huysuz anneannemin mekânı, o öldükten sonra çiçekler açmıştı. Belki de önce beni, sonra da her şeyi yavaş yavaş unuttuğu zamanlarda açmıştı bu çiçekler. Güzellerdi ve odaya neşeli bir hava veriyorlardı. Yine de kız kardeşimin odasından siyah bir şal getirip çiçeklerin üzerini örttüm. Annemin televizyon izlerken uyuyakaldığı koltuk da değiştirilmişti. Acaba yeni koltukta da uyuyakalırken, dizileri hayatımıza uyarlayan rüyalar görüp türlü türlü evhamlar yaratıyor muydu?

Ben götürülürken annemin kapıya yaslanışında, ilk torununun saçını okşayışında, en çok da bana hiçbir şey söylemeyen bakışında, uykuya benzer bir şeyler vardı. Benim gidişimde de uykuya benzer bir şeyler vardı. Oturma odasının badanası da değiştirilmişti. Maviyken yeşile dönmüştü ya da önce başka bir renge dönmüş, sonra o başka renk yeşile dönmüştü. Kız kardeşimin odasından getirdiğim yağlı boyalarla duvarlara rastgele desenler çizdim. Sehpalar da değiştirilmişti. Mutfaktaki dolaplar, banyodaki havlular, sabunların kokuları da değiştirilmişti. Ya da değiştirilmeyen şeyler illaki vardı, peki onlar neredeydiler? Yorgundum; bildik, tanıdık şeyleri göremeyecek kadar yorgundum. Hem görsem ne olacaktı ki? Geri dönmüştüm ve evde kimse yoktu. Salondaki halı da değiştirilmişti, desenleri ve renkleri aynı olan yeni bir halı almışlardı. Aslında ben de değiştirilmiştim. Kızımın çerçevedeki fotoğrafı, annemin orkidelerinin renkleri de değiştirilmişti. Bana kimse söylememişti. Neden söyleyeceklerdi ki ve de ne zaman? Bana geliş zamanlarına yakın bir günde değiştirseler belki söylerlerdi. Ama o günler o kadar azdı ki… Ve o günlerin dışındaki diğer günler üst üste binip çoğaldığında, değiştirilen her şey unutulup önemsizleşmişti. Biri hariç, o hiç önemsizleşmemiş sır oluvermişti. Kül tablaları da değiştirilmişti vitrindeki biblolar da. Kız kardeşimin müzik zevki, kimi huyları da değiştirilmişti.

Bir sigara yakıp pencerenin önündeki koltuğa oturdum. Anneannem bu koltukta oturup her şeyi yavaş yavaş unutmuştu. İlk önce beni unutmuştu. Kimse bana bir şey söylememişti. Ben de kimseye bir şey söylemeyecektim. Pencere çerçevelerinin boyaları da değiştirilmişti. Anneannemin hayatı ölümle değiştirildiğinde de kimse bana bir şey söylememişti. Ben de bildiğimi söylememiştim. Zehra’ya verdiğim sözü tutmuş, bilmiş ama bildiğimi belli etmemiştim. Hatta kız kardeşim ağzından kaçırır gibi olduğunda, annem kaş göz ettiğinde de duymuş, görmüş ama duymamış görmemiş gibi yapmıştım. Anneannem nasıl dediğimde “İyi, iyi,” demişti ağabeyim. Kız kardeşim de sarılarak, “Saçlarının buklelerini öpmemi istedi,” demişti. Ölüme her şeyi unutarak giden anneannemin öpücüğünü gülümseyerek kabul etmiş; ardından da anneannemin huysuzluk anılarından yaptığım demeti, komik olup olmamalarına aldırmaksızın kahkahalarla anlatmıştım. Hiçbiri sohbetime katılmamış, ağabeyimin konu değiştirme çabaları kahkahalarıma ve kesintisiz konuşmama çarpıp dağılıvermişti.

Buzdolabı da değiştirilmişti. İçinde benim sevdiğim şeyler vardı. Servis tabakları da değiştirilmişti. Ben de tabak ve tencerelerin yerlerini değiştirdim, baharatların da kaplarını. Anneannemin kırkı çıktıktan sonra bazı şeyleri unuttuğunu, gidişimin üzerinden bir yıl geçtikten sonra da öldüğünü söylemişlerdi. Büyük masanın dantel örtüsü de değiştirilmişti. Kız kardeşimin çeyizinden en nadide parçaları çıkarıp masanın ve diğer şeylerin örtüleriyle değiştirdim. Balkondaki sandalyeler değiştirilmişti. Ben de takvimi değiştirmiştim. Yıllardır hep birlikte beklediğimiz günü, iki gün sonraya kaydırmıştım.



Ben götürülürken iki yaşında olan kızımın adı da değiştirilmişti. Bunu da kimse söylememişti. Yıllardır her felaket zamanında yanıma geliveren Zehra da söylememişti. Sokağın girişindeki dört katlı apartman da değiştirilmişti. Ben götürülürken paytak paytak yürüyüp “Anne!” derken şen çığlıklar atan kızımın annesi de değiştirilmişti. Bana kimse bir şey söylememişti. Ben de söylemeyecektim. Kahve fincanları, cezve de değiştirilmişti. Eski fincanların telvesinde görülen kısmetlerim, aydınlık geleceğim de değiştirilmişti. Ben de değiştirilmiştim.

Şekersiz kahvemden bir yudum alıp fincanları, mikseri ve ekmek bıçağını annemin gardırobuna sakladım. Ben götürüldükten sonra kızım “Annem nerede?” diye sormuştu. “Dönecek,” demişlerdi. Dönmüştüm işte. Evde kimse yoktu. Ahşap çerçevesinde, bakana gülümseyen kızımın iki yaşındaki fotoğrafı, on sekizindeki haliyle değiştirilmişti. Komşumuz da değiştirilmişti, annemin güleç yüzlü dert ortağı gitmiş, yerine asabi bir kadın gelmişti. Kadın asık bir suratla çocuğuna mama yediriyordu. Ben de kimi günler, doğduğum eve geldiğimde, balkonda kızıma mama yedirir; tereddütlerim ve korkularım arasında bir yol bulmaya çalışırken annemin bana “Gitme!” demesini beklerdim. Annemse karnı doyan torununu dizlerinde sallarken evham ve sitemleriyle bulduğum yolları kapatıp ”Gideceksin!” derdi. Ben götürüldükten sonra kızımın yaşadığı şehir de değiştirilmişti. Bunu bana söylemişlerdi. “Uzaklarda, özlüyorum…” demişti annem. “Sabırlı ol !” demişti ağabeyim, “Geldiğinde onu göreceksin,” demişti kız kardeşim. Gelmiştim işte, evde kimse yoktu ve kızımı bir daha görmem imkânsızdı. Her şey değiştirilmişti. Değişmeyen şeyler de vardı ama onları göremeyecek kadar kızgın ve küskündüm. Küçük kızımın adını bile değiştirmişlerdi. Kimse bana bir şey söylememişti. Sokaklarda yürüyenler de değiştirilmişti, ben de değiştirilmiştim. Bence birini öldüren herkes, bir başkasıyla değiştirilir. Sonra o başkasıyla bir kez daha değiştirilir. Ama o başkası çok uzağa da gitmez yanı başında durur. Mahallemizdeki çocukların top koşturduğu saha da binalarla değiştirilmişti. Küçük kızımın ölen babası da yaşayan biriyle değiştirilmişti. Ben onun “Anne!” diyen hatırlayışına tutunurken, günler, sonra da yıllar birer birer geçmişti. Hiç kimse, annem bile “O, artık yok.” dememişti. Akşamın karanlığı da değiştirilmişti. Eskiden usul usul gelirdi, şimdi baskın yapmış gibiydi.

Falıma bakmak için fincanı kapatırken yarını düşündüm. Annemi, kız kardeşimi ve ağabeyimi… Çıkacağım kapının önündeki bekleyişlerini, o kapıya bakışlarını düşündüm. Uzayan zamanı, sorulacak soruları, söylenecek cevapları da düşündüm. Şaşıracaklardı, kızacaklardı, “Bunu bize neden yaptı ki? “ diye öfkelenecekti ağabeyim. “Yıllardır gözyaşları içinde onu beklediğimi bilmiyor mu?” diye sitem edecekti annem. “Belki de sürpriz yapmak istedi,” diyecekti kız kardeşim. Bakışları, sözleri ve beni sevmeleri değişecekti. Sonra geri döneceklerdi. Evde beni bulamayacaklardı. Bazı şeylerin yerlerinin değiştirildiğini, bazı şeylerin kaybolduğunu fark edeceklerdi. “Çok ama çok öncesinden söylemeliydik,” diyeceklerdi, pişman olacaklardı. “Madem saklamıştık, o içerdeyken hiç söylemeyecektik,” deyip bir daha pişman olacaklardı. Üzüleceklerdi. Sonra da geriye dönüp bugüne varan uzun bekleyişlerine bakacak, pişmanlıklarını öfkeyle değiştireceklerdi. “Biz mi yaptık?”diye soracaktı ağabeyim karşısında oturuyormuşum gibi. Annem sırtındaki ağır yükü odanın orta yerine atıp “Kaynanan götürdü, babanın kız kardeşi, ne diyebilirdik ki?” diyecekti. Yılları, yaşananları, beklemelerini oradaymışım gibi; geçmişi, yaşadıklarımı da bilmiyormuşum gibi anlatacaklardı. “Her şey, sen üzülmeyesin diyeydi,” bakışıyla ağlayacaklardı. Gözyaşları ve sözler, yalanlarının yükünü hafiflettiğinde de “Oğlunu kaybetmişti, biricik oğlunu, öldürdüğün… Torununda teselli bulur dedik, ne yapabilirdik ki?” diyeceklerdi. Televizyonun markası, kitapların tozları, kızımın annesi değiştirilmişti. Ben de değiştirilmiştim. Bence yıllar yıllar boyu bir yalandan umut yapan herkes bir başkasıyla değiştirilir.

Fincanı kaldırdım. Fal bakmayı, kocalarını öldüren kadınlar koğuşunda öğrenmiştim. “Kimse kendi falına bakamaz,” demişti Şehriban teyze. Ama ben kendi falıma bakmayacaktım ki ben yine bir başkasıydım. Falımda ucu açık olan birkaç yol vardı, kapatıverdim. Annemi de değiştirmişlerdi. Evhamları ve dertleriyle tereddüt ve korkularını örten annemi, sessiz, ketum bir kadınla değiştirmişlerdi. Sonra o sessiz, ketum kadını da, günün birinde sabrı, taşıdığı sırla çatlayıveren bir başka kadınla değiştirmişlerdi. Çaydanlıkları da değiştirmişlerdi, mutfak penceresinden görünen akasya ağacını da… Ben de tarihi değiştirmiştim… Benden on altı yıl boyunca saklanan sırrı, küçük bir yanlışlıkla değiştirmiştim.

Anneannemin koltuğu çıkmıştı falımda, yanında da gagasında mektup taşıyan bir kuş vardı. Bir de boş bir mezar vardı. Kapalı bir yeri arkasında bırakan uzun boylu bir kadın, mezara doğru yürüyordu. Aile albümündeki fotoğrafların sayfaları da değiştirilmişti. Fotoğraflarım benden önce dönmüştü eve… Demir parmaklıkların önünde çektirdiğim bir fotoğrafın arkasına “Biricik kızıma…” yazmışım… O fotoğrafı kızımın elinde hayal ettiğim günler de değiştirilmişti. Fotoğraflarımı albümden çıkarıp, geldiğimden beri içinde dolanıp durduğum evin eşyalarının üzerine dağıttım. Koltuğun, masanın, çamaşır makinesinin üzerinde halının desenlerinde, kitapların, tencerelerin içinde ben vardım, artık gidebilirdim…
Yarın onlar da dönecekti. Evde kimse olmayacaktı. Falımdaki boş mezarı göreceklerdi ve onlar da değiştirilecekti. Bence birini öldüren herkes, bir başkasıyla değiştirilir.

NİBEL GENÇ KİMDİR?
1972 Muş doğumlu. İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünü bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrenimini siyasi nedenlerle 3. sınıfta bırakmak zorunda kaldı. 1995 yılında siyasi bir tutuklu olarak hapse girdi ve çeşitli hapishanelerde kaldı. Halen Bakırköy cezaevinde bulunmaktadır. Yazarın Akdeniz Ülkeleri Forum Yarışması birinciliği yanında, Siya, Mahsus Mahal gibi dergilerde öyküleri, yine 2012 yılında Notabene Yayınevi tarafından yayınlanan ‘Kıyıya Vuran Dalgalar’ adlı kolektif kitapta bir öyküsü yayımlanmıştır.

İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Melodram

“Erkek milleti ulaştığı kadını terk eder demiş Zeliha. Çok saçmaymış Zeliha’nın sözleri. Madem bunun...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kırda bir pazar

Küçük bir kız çocuğunun öyküsü bu. Yasemin Yazıcı’nın kaleminden hayatın acımasızlığı ile çok erken...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kendini kandıran kadın

Bordo cüppesiyle ağır akıllı duran nikâh memuru, bizi dünya evine sokmaya sabırsızlanıyordu. Nişanlı...