GÜNÜN KİTABI: Aşk Susmadan Git
Toplumun beklentisi yönünde hareket etme yeteneğini geliştiren kadın kendi kimliğini fark ettiğinde bu duyguyu yaşamayı mı, yoksa kendinden beklenilen rolü sürdürmeyi mi seçer?

Anne kadın, eş kadın, sevgili kadın, çalışan kadın, sinmiş kadın, şeytan kadın, kutsal kadın… Âdem’in kaburgasından yaratılan Havva itaatkâr kadındır, Lilith’in aksine. İtaat’in dayatmacı haslığı o günden bulaştı belki kadına. Lilith yanımız nüksettiğinde ise kaideyi bozmak an meselesidir. Bir gün kendini çıkmaz sokaklara vurma güdüsü boy saldığında -bu defa doğru’lar yeni bir inançla kutsanır. Biri çıkıp bu inanç kadının zekâ gücünden mi yoksa çaresizliğinden mi diye sorarsa doğru yanıtı da alamaz.

Tekgül Arı’nın, Aşk Susmadan Git romanında Seyran karakteri tam da böylesi bir noktaya taşır bizi. İhanetle sonlanan bir evliliğin ardından Seyran ve oğlu Ada yeni bir yaşama yelken açarlar. Seyran toplumun kendisine diretmeye çalıştığı; geçmiş tecrübelere, yaşama, bedenine, anneliğine, duygularına kulak kabartır. Diğer yandan gelenekselliğe sığınan annesinin, dul bir kadının neleri yapmaması gerektiğine dair seslenişlerini duyar. Anneye de birileri aynı rolü giydirmiştir çünkü bir zamanlar. Bu farkındasızlıkla kızına el verecek ki kendisine iletilen kurgulanmış rolün devamlılığı sağlanabilsin. Seylan’ın kendi olmasına engel duygu durumunu travmatize eden duyumsamalar gelenekçi söylemler eşliğinde romanda yerini alır. “Evi terk etmek için bir çıkar yol aramış ama taksiye binecek kadar bile parası olmadığını fark edince kendine kızmıştı. Ne yapmışım ben! Şu halime bak beş kuruşum yok. Çalışıp para kazanan ben değilmişim de bu adam beni besliyor gibi. Her ay niye maaşımı eline teslim ettim ki? Aptal mıyım neyim? Korkuyor muyum? Bu adamdan mı? Çakıldım kaldım! Duygularımı, ailemi, arkadaşlarımı paçavraya çevirdi bu adam. Ya beni… Anne sensin bunlara sebep! 'İyi dinle Seyran! Biz de kız kısmı baba evinden bir çıktı mı ancak cenazesi gelir geriye, bunu bil ona göre sahip çık kocana, evine. Beni utandırma sakın!’ (Syf.37-38)”

Kadını ehliyetsiz insan kılmaya çalışan toplumu, Arı bir kez de Nisan karakteri üzerinden ortaya koyar. Seyran, yakın arkadaşı Nisan’ın intihar etmesinin ardından günlüklerini okur. Arkadaşının yasaklı bir kadın olarak nasıl kendisiyle ve toplumun ahlak kurallarıyla karşı karşıya kaldığını görür. Arı, bu bölümü metinsel bir öyküleştirmeye açar. Toplumu ve kadınsal söylemi diyologlar üzerinden karakterize ederek okura sunar. “Kadın “Sadece sevmek istiyorum.”dedi. Toplum alaycı bir kahkaha attı, “Sevmek mi? Sevmekle zaten ona en büyük zararı vereceksin. Onun içinde gizlenmiş tehlikeli duyguları gün yüzüne çıkarıp kafasını karıştıracaksın. Olmaz! İzin veremeyiz”.(Syf.99)

Seyran, Gizem, Nisan ve Gülce aşkı güçlü yaşayan kadınlardır tabi hayal kırıklıklarını da öyle. Okura roman boyunca ağırlıklarını hissettirirler. Varlıklı bürokrat babanın kızı Gizem, kürt ailenin yoksul kızı Seyran. Farklı sınıflardan, gelseler de iki kadının varlık gösterdiği çaresizlik aynıdır. Roman bittiğinde ise kazanan ne Seyran ne de Gizem’dir.
Aşkın en gerçek halini romanda Serhat ile Gülce yaşar. Sağır ve dilsiz olan Gülce’nin Serhat’a duyduğu aşkın saf haline şu cümleler yansır: “Gülce, karşısındaki adamın dudaklarından dökülen düzensiz, duraklayan sözcüklerin bir kelimesini bile kaçırmadan bakışlarıyla dinledi. Sevindi önce, içi ışıdı. Sonra kendisinin cevap vermesi gerektiği aklına gelince başını önüne eğdi. (Syf.90)”

Karşılaşmalar, tesadüfler, benzerlikler romana kurgusundan bir şey kaybettirmez. Dikkat çeken karşılaşmalardan biri de Uğur ile Serhat arasında yaşanır. Yalnız bu karşılaşma kısa süreli bir karşılaşma değildir artık… Farklı etnik kökenlere sahip olan iki arkadaş ortak bir siyasi geçmişten gelirler. Geçen zaman sorgu odalarında ağızdan dökülen isimleri, yüzleri unutturmuştur ama ihanetin utancını saklı tutmaya devam etmektedir. İki karakterin hikâyeleri üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen dönemin acımasızlığı tüm sıcaklığını korur.
Yaraya merhem diye sürülen yanılgıydı ve iyileşmemesi bu yüzdendi. İnsan acısı varken gözü bir başkasını görmeyendi, kendine dönendi, bencildi biraz korkak, saklayıcı…
Arı, kitabın bitmeye yüz tutan son cümlelerinde ne de güzel özetler yaşamın savrukluğunu…

“Yaşam sanki kuma çizilmiş bir öyküydü. Güzel başlayan, sonu bir esintiyle dağılıp savrulan… (Syf.248)”

İlgili haberler
GÜNÜN KİTABI: Ve Dağlar Yankılandı

“Bir başkasının yüreğini, yüreğinden geçenleri yargılarken kişi, bir miktar da olsa alçakgönüllülükt...

GÜNÜN KİTABI: Ne zaman ki içime kurt düştü

“Evet... Kadın olmaktan doğ(urul)an sorunlarımız var ve bunlar ancak kadın kadına verilecek bir sava...