GÜNÜN BELLEĞİ: Cadı avı can yakar
Amerikan kolonilerinde yaşayan Alse Young 26 Mayıs 1647’de cadılık suçlamasıyla idam edilen ilk insan oldu. Young anısına ‘cadılık’la suçlanan kızkardeşlerimizi hatırlayalım.

Tek eşli ataerkil ailenin kurumsallaşması ile birlikte kadının ev içine hapsedilmiş öyküsünün devamını yaşıyoruz binlerce yıldır. Bu tarihsel dönüşümün başında kadınların sürüldüğü başka bir alan daha var ki “kadınca olmak”la çok daha az bağı kurulur. Erkeklerin artık bir çatı altında ve o çatının bahçesinde “bilim” yapmaya başladığı dönemlerde “bilgi”nin başka bir halini doğanın en derinlerinde, ormanların kuytu köşelerinde aramıştı kadınlar. Şifalı bitkiler keşfettiler, otacı ve şifacı oldular. Hayvanlar aleminin çok iyi gözlemcileriydiler, ebe oldular. Bu doğaya sürgünlük hali kadınlara gizemli bir bilgelik bahşetti. Eril erkin kendine yönelik bir tehdit olarak gördüğü bir bilgelik. Doğurgan, doğacı, sezgici ve iyicil bu bilgeliğe iliştirilen kötücüllükle adı konuldu düşmanın: Cadı.

YA BİAT EDERSİN…
Tarih yazınında bilinen en eski cadı İsrail kralı Şaul’a savaşta öleceğini söyleyen Endora (M.Ö. 10. yüzyıl). Çok tanrılı dinlerin hüküm sürdüğü yüzyıllar boyunca halk söylencelerinde ve Antik Yunan’da Homeros’un Antik Roma’da Horaius’un edebi yazınlarda bir yandan gizemli güçlerle donatılmış şifacılar diğer yandan tüm bu güçlerinden ötürü korkuyla karışık bir saygı görmüş kadın suretleri olarak çıktı cadılar. Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında “aşk”, bir cadının etkisi altına girmekle açıklandı çoğu zaman. Şarap tanrısı Dionysus’un (diğer adıyla Bacchus) takipçisi kadınlar, Maenad’lar, tanrılarına taparken şarap içiyor, kendilerinden geçiyor ve dans ediyorlardı haşa huzurdan. Bu had bilmezlikleri ilk önce delilik, daha sonra cadılık suçlamalarıyla cezalandırılacak ve nihayetinde lezbiyenlik ve evlilik dışı ilişki yaşamalarının da ispatıyla “cadı düşmanlığı”nın başlangıcı sayılan bir toplu katliamla taçlandırılacaktı. Belki de bu Baküs törenlerine “örtünün” diye bildiri dağıtan tebliğciler olmuştur da, bu had bilmez kadınlar dinlememiştir, kim bilir.
Avrupa’da Roma’nın Hristiyanlaşmasıyla birlikte temelleri atılan Katolik Kilisesi, iktidarının mutlaklığının sarsılmasına, sorgulanmasına, tehdit edilmesine göz yummayacaktı elbette. Üçüncü yüzyıldan beşinci yüzyıla kadar kentler hızla bu yeni tek tanrılı dine geçerken, hala çok tanrılı dinlerine sıkı sıkıya bağlı kırsal halk bu icat edilmiş kafirliğin bedelini ödemeyecek miydi? Toplanılan hasatların kiliseye aktarılmaması söz konusu olabilir miydi? Her şeye muktedir tek Tanrının kilisede vücut bulan sureti ne idüğü belirsiz tanrılara taparak dağdan bayırdan şifalı ot toplayan ucube kadınların yetenekleriyle kıyaslanabilir miydi? Hristiyanlığa geçişe en çok direnen kesimin hayatı doğayla iç içe geçmiş bu kadınlardan oluşması tesadüfi değildir elbet. Ve sonuç: 4. ve 11. Yüzyıllar arasında çingene, şifacı, ebe ve pagan rahibesi olan binlerce kadın yakıldı meydanlarda. “Neyse ki meydanların etrafını saran vatandaşlara bir şey olmamıştı”, gönüller rahattı.


YA YANARSIN…
Ama yetmedi. Otorite daha da mutlaklaştırılmalıydı. 12. Yüzyıldan başlayarak altı yüzyıl boyunca hüküm sürecek olan Engizisyon mahkemeleri kuruldu. 1204 yılında “cadı avcılığı” yasallaştırıldı. Katolik Kilisesinin kalıplarına uymayan bir hayat süren kadınlar akıl almaz işkencelerden geçirilerek en sonunda “Evet, ben cadıyım” demek zorunda kalıyor ve infaz ediliyordu. 1346-1352 yılları arasında Avrupa’yı kırıp geçiren veba salgınının vebali de elbet bu kadınların boynunaydı. Yoksa zamanında Mısır’dan getirilen kedilerin pagan dinleri temsil ettiği için katledilmesiyle ne alakası olabilirdi. Suçlu belliydi, cadılar. Ya da mesela, Cadı Avı Çağı olarak bilinen 1430-1780 yılları arasında baş gösteren her kıtlık, geceleri uçan ve çeşitli hayvanlara dönüşebilen bu sapkın kadınların işinden başka bir şey olabilir miydi? Kendi erkine karşı çıkan, boyun eğmeyenleri yaftalayacak bir “terörist” sıfatı henüz icat edilmemiş olduğundan olacak, açlık ve sefaletle başa çıkmak için hırsızlık yapan ya da kilisenin zenginliğine düşman olup malına zarar verenlerin adı belliydi: Cadı.
Cadı avı, çıkması muhtemel her türlü başkaldırıyı bastırmanın bir biçimi haline gelmişti. Sadece cadılıkla suçlanan kadınlar değil, eşleri, çocukları, akrabaları ve dostları da cezalandırılıyordu. Bu altı yüzyıl boyunca sadece cadılıkla suçlanıp katledilen kadınların sayısının bir milyon olduğu söyleniyor bugün.
19. yüzyıl felsefesinin ve biliminin kilise otoritesini sarsmasıyla cadı avı yasal olarak yasaklansa da… örneğin Amerika’da Soğuk Savaş döneminde komünistlere, aydınlara, sendikacılara ve kadın hakları savunucularına yönelik yürütülen McCarthist kampanyanın bugün “Cadı Avı” olarak anılması da tesadüfi değildir. Kilisenin baskıcı otoritesine biat etmeyen milyonlarca kadının yakılıp katledilmesiyle başlayan bir belleğin ifade bulmasıdır. Otoritesi tehdit altında iken… ya da pekiştirilme ihtiyacı duyarken… ya da zulme, sömürüye ve baskıya karşı bir isyan ruhu mayalanırken… ya da toplumu gerici bir şekilde dönüştürme çabasında olan her iktidarın başvurduğu bir yöntemdir “cadı avı”. Gün gelir bir halk siyah ve beyaz diye ikiye bölünür, siyahlar “cadı” ilan edilir, beyazlara evlerin kapıları işaretletilir ve nereden geldiği belli olmayan adamlar kadınların bedenleri içindeki bebeklerin katline vardırırlar işi. Gün gelir “Allahsız kitapsızlar bir otelde toplanmışlar” diyen bir adamın tekbiriyle galeyana gelir ve diri diri yakılıverir 35 can.

İlgili haberler
Nazilerin korkulu rüyası ‘Gece Cadıları’

Hepsi 20’li yaşlarında gencecik kadınlar. Ölüm kusan savaşın ortasında uçaklarıyla Nazileri canından...

GÜNÜN BELLEĞİ: İstenmeyen bebekler

Savaşta, açlık ve sefaletin kurbanı olan kadınlar yeni doğan bebeklerini resimde görüldüğü gibi kili...

GÜNÜN BELLEĞİ: Aykırı bir kadın Mary Wollstonecraf...

Doğum gününde 18. yüzyılın aykırı kadını Mary Wollstonecraft ile tanışalım. Fransız devriminin tanık...