İşte yeniden oturdum klavyenin başına. Günlerdir kaçıyordum, anneme bir mektup yazmam gerekiyordu, ama dün öyle bir fotoğraf geldi ki yazmasaydım çıldıracaktım. Tüm kuralları unutup sadece zihin akışına bırakmak istiyorum. Yapılacak hatalardan dolayı şimdiden özür dilerim.
Evet, bir fotoğraftan bahsettim size. Öyle bir betimlemek yapmalıyım ki fotoğrafı görmeden gözünüzde canlansın her şey…
Fotoğraf ergenlik dönemime ait. Herhalde 13 yaşlarındayım ve annemle olan ilk fotoğrafımız bu. Detayı özellikle vermek istiyorum, çünkü benim için çok önemli bir detay. Bu karenin solunda ben, ortada annem, sağında benden iki yaş büyük ağabeyim ve onun kucağında büyük ağabeyimizin yeni doğan bebeği. Üstümde fıstık yeşili beyaz papatyayla çevrili, arasından büyük harflerle “LOVE” yazısı olan bluz var. Altımda lacivert gümüş taş detaylı ayak bileğime uzanan kalem etek. Saçlarımı iki yana ayırıp gergin bir şekilde arkadan bağlamışım. Anneme bir elimi uzatmak istercesine elbisesine dokunduruyorum.
Bir insanın annesine (diğerine) dokunamayacağının acısı bu. Annem ise kolunu serbest bir şekilde öne doğru uzatmış, diğer kolunu da ağabeyimin omuzlarına uzatmış. Ağabeyim ise bir bayram sabahı kadar mutlu, biraz öne doğru çıkmış, annemin sağ memesine yaslanmış keyifle pozunu vermiş.
Bu kare niye beni bu kadar etkiledi diye düşündüm. Çokça galiba hayatımı somut olarak ortaya çıkardığı için diye karar verdim. Bugüne kadar ailem tarafından görülmediğimi söyler dururum. İnsan hiç annesine yabancıya yaklaşır gibi yaklaşır mı? İstenmeyen bir çocuk olduğumu, annemin sağlık problemlerinden dolayı bakımımı yengeme bıraktığını anlamış ve kabul etmiştim. Hatta daha fazla yük olmamak için aynı bu fotoğraf karesindeki gibi sessiz, utangaç söylenenleri hemen yerine getirerek, hatta tüm takdirleri toplamak için hızlıca büyümüş ve parmakla gösterilen o kız olmuştum.
Dünyaya gelirken verdiğim tüm rahatsızlıkları yaşarken telafi etmeye çalıştım. Kendimi güçlendirmeye, dönüştürmeye bu yaşantımın bana kattığı yaratıcılık sayesinde karar verdim. İlk adımda çocukluğumu hatırlamak ya da bir anlatıya dönüşmesine izin vermek istemedim. En büyük yardımcım yürümek oldu. Evet, yürümek. Yürümezsem hatırlayacaktım. Yürümekle ilgili onca kitap okudum. Yürümekle kaybolmak arasında bir bağlantı kurdum kendimce. İlk adım hatırlatır, ikinci ve sonrakiler ‘unutuş’tan düşünce panayırı yaşanır adeta. Oradan oraya atlayışlar ve pek çok sokak düşünceler…
Derinlik sandığımız şeyin yoklukta beliren yanılsama olduğunu anlamıyoruz. Yokluğa daha da fazla kapılıyoruz, ötesinde daha fazla şey olduğunu düşünüyoruz. Ama sonsuz bir düşüşten başka bir şey yok. Bakmayın böyle bilmiş konuştuğuma. Ben bunları kabullenmişim. Malulen emekli olup kafayı kırmakla başladı. Bir anın hayatımızın en güzel anı olup olmadığını, o anı anıya dönüşmeden bilemeyiz. Dolayısıyla o anıyı hiçbir zaman yakalayamayacağız, yakalar gibi olacağız. Ama bunun boşa çabalamak olduğunu bileceğiz. Bunu bir kere anladıktan sonra gideni rahat bırakacağız. Yoksa ömür boyu omuzda bir çöküntü olarak kalacak.
Şimdi bu kareyi dalgaların gelişi ve gidişi olarak görüp bırakıyorum günlüğümün derin sayfalarına.
Görsel: Freepik
İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Geçmiş mi?
Dibe vurmak güzeldir değil mi? Çakılırsın yere sonra yavaş yavaş çıkarsın yukarı doğru. Yani eğer bi...
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Çok Kısa Bir Mektup
‘Ne olduysa, o sıra olmuş. Atmış kalemi elinden. Tutmuş mektubu, Bir iyice buruşturmuş. Sımsıkı kapa...
Döngüler ve Boşluklar
‘Rindê’yi ayakta tutan bu güç Delal’in tıpkı babası gibi bir adam bulup evlenmeye karar vermesiyle y...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.