“Masumiyet çoktan terk ettiğimiz bir şehir, sadece çocukların bildiği eski bir şiir...”
Nermin Yıldırım’ın ilk basımı 2013 yılında Doğan Kitap’tan yapılan, 2018 yılında ise Hep Kitap’ça’nın yeniden bastığı romanı ‘Saklı Bahçeler Haritası’ okuyucuya hem bir zaman yolculuğu yaptıran hem farklı coğrafyaları gezdiren hem de onu duygudan duyguya sürükleyen bir roman.
Kitap bir yayınevinin genel yayın yönetmeni olan Rıdvan’ın bir sabah masasında elli üç yıl önce yazılmış iki mektup bulması ile başlıyor. Başta mektupların yanlışlıkla masasına bırakıldığını düşünerek bunun üzerinde durmayan Rıdvan, mektupların her seferinde daha esrarengiz bir biçimde bırakılmaya devam etmesi ile gerilim, endişe ve merak duygularının peşine takılıp mektuplar ile kendisi arasındaki bağı ve mektupların gizemini çözmeye çalışıyor.
Nermin Yıldırım aynı dönemde, ayrı coğrafyalarda yaşamış iki kadının ortak kaderini yaklaşık otuz yıllık bir zaman dilimine yayarak yakın tarihe ayna tutuyor. Saklı Bahçeler Haritası gerilim ve merak unsurunun hiç eksilmediği, ustaca kurgulanmış olay örgüsüyle çok hikayeli, sarsıcı bir roman.
TOPLUMSAL TARİHLER ORTAK ACILAR
Okuru aklın ve kalbin karanlık dehlizlerinde dolaştıran Nermin Yıldırım, kaybolmuşlara, hayattan ne istediğini unutmuşlara ve çıkış aramaktan yorulmuşlara eşsiz bir harita sunuyor.
Romanın başkahramanları olan Suad ve Behiye, ayrılıklarından 27 yıl sonra birbirlerine mektupları ile ayrı kaldıkları dönemde yaşadıklarını, 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı atmosferin Berlin’den ve İstanbul’dan görünümü eşliğinde anlatıyorlar. Mektuplar Nazi Almanyası’ndan Guernica’ya, Dersim’den Aşkale’ye bizi sürüklerken, acılarımızın ortak olduğu vurgusu ile bizleri sarsıyor. Toplumsal tarihimizde yara olan pek çok olaya da gönderme yapan mektuplarda en yürek parçalayıcı kısım Suad’ın en sevdiği kişi olan Eliz’in 6/7 Eylül olayları sırasında yaşadıkları oluyor.
“Gittin de kurtuldun mu, dönersen kurtulacak mısın?...
...Hatırlasana, burada Dersim bombalanırken, orada Guernica yanmadı mı? Aynı anda iki ayrı noktadan yola çıkan ve rayları gamla gıcırdatan kara trenlerin biri Aşkale'ye, diğeri Auschwitz'e varmadı mı? Başka yerde başka çocuklar öldü, başka adamlar başka kadınları kışkırttılar, başka zavallılar başka kimsesizler çektiler. Ama tek rahimden çıkmışçasına aynıydılar aslında, sadece başka suretlere büründüler” cümleleriyle Behiye’ye seslenen Suad bir yandan içinde biriktirdiği zehri akıtırken bir yandan da dünyanın çeşitli köşelerinde yaşanan ortak acılara işaret ediyor.
Cumhuriyet döneminin etkisinde olan babası sayesinde nispeten özgür bırakılan Suad, kendisinin hapsedilmek istendiği rollere direnen, başına buyruk, toplumsal rollerin belirlediği sınırlara karşı çıkan, bu özelliği ile zaman zaman deli gömleği giydirilmeye çalışan biri. Suad, evliliğe hiç istekli olmamasına rağmen, ailesi tarafından zamanı geldiği düşünüldüğünde, hiç tanımadığı ve sevmediği biri ile zorla evlendirilmekten kurtulamıyor.
O NEFİS MÜDAAFA
Zorla evlendirildiği kocasının kendisine yaşattıklarını hazmedemeyerek en sonunda onu yavaş yavaş öldürmesini de kendince mantıklı bir izahata oturtan Suad “Kaza ile cinayet arasındaki fark nedir hiç düşündün mü? Hani Jürgen öldüğünde intihar ile kaza arasındaki rabıtayı düşünmüştün ya; peki, bir kazayı cinayet bir cinayeti kaza yapan şeyi düşünmeye hiç lüzum gördün mü? Bence bazen cinayet, başımıza gelen kazaları bertaraf etme şeklidir. Misal, kocam başıma gelen en büyük kazalardan biriydi. Onu zehirlemek kaza sayılamayacağı gibi, bence cinayet de değildi. Olsa olsa nefsi müdafaa, nefis bir müdafaa biçimi!” diyerek açıklıyor meşru savunmasını. Bugünden bakıldığında yıllarca zulüm gördükten sonra kendisine zulmeden erkekleri öldürmekten başka çıkar yolları kalmayan kadınları anlamamızı ve bu nefis müdafaa biçimine bir tebessümle bakmamızı sağlayan bu anlatı belki de romanın en can alıcı yerlerinden biri.
Nermin Yıldırım, en küçük rollerdeki karakterlerini dahi ustalıkla işleyen, her birini gözlerimizin önünde canlandırıveren bu romanıyla, bir yandan bizleri tarihin sayfalarında gezdirirken, bir yandan da son satırlara dek merak ve heyecanımızı diri tutarak anlatıyor hikayesini. Tahmin edilmesi zor sonu ile de şaşırtan roman bittiğinde, tüm dünyada yaşanan ortak acıların, savaşların, ötekiye duyulan nefretle yapılanların, kadınların asırlık çilelerinin tüm ağırlığını yüreğinizde taşıyarak kapatıyorsunuz kitabın kapağını. 1940’lardan 2000’lere sarsıcı ama bir o kadar da etkileyici bir yolculuk yapmak istiyorsanız, bu romanı okumalısınız.
KÜNYE
İlk Basım Doğan Kitap 2013
Hep Kitap 23 Ekim 2018
348 sayfa
Fotoğraf: Kitap kapağı- Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Boş Dolaplar
Öykü bir kısa yol değil en zor ve engebeli yollara çıkıyor. Yoksulluğa, cehalete, varlıklı burjuva s...
BİR KİTAP: Rezil İnsanların Yaşamı
'Şimdi bu köydeki rezil insanlar kimler? Muhtar mı? O sadece bir hane. Yüzde kırk mı? Onlar şakşakçı...
Bir kitap: George’un Annesi
Stephen Crane’in George’un Annesi eserinde yazar, içimizden rastgele herhangi bir ailenin sıradan, o...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.