Neriman’ın hikayesini yeniden yazmak
'Ben Neriman’ı yazsaydım onun hikayesi büyük bir devrimi değil, küçük ama anlamlı adımları anlatırdı.'

Edebiyat çoğu zaman yalnızca güçlü olanların hikayesini anlatır. Onların dünyasında kendi kurdukları düzenin içinde ezilenleri, kenara itilenleri, görünmez kılınanları gölgede bırakırlar. Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanı da bu düzenin edebiyattaki yansımasıdır. Feride, romanın merkezinde yer alır. Güzelliğiyle, cesaretiyle, modernleşen Türkiye’nin “Cumhuriyet kadını” olarak idealize edilir. Ama romanda bir karakter daha vardır: Neriman. Sessiz, gölgede bırakılmış, adeta silinmiş bir kadın…

Peki ya Neriman’ı ben yazsaydım? Onun hikayesini gölgede bırakır mıydım? Acıma nesnesi olarak mı sunardım? Yoksa Neriman’ın kendi sesini, kendi hikayesini kurmasına izin mi verirdim?

'BENİM YAZDIĞIM NERİMAN...'

Eğer Çalıkuşu benim elimden çıksaydı, Neriman, Feride’nin hikayesine eşlik eden bir yan karakter değil; kendi hikayesinin kahramanı olurdu. Onu, toplumun ona biçtiği “zayıf” ve “eksik” rollerin karşısına çıkarırdım. Feride’nin hikayesi toplumsal normlara açıktan meydan okuyan bir bağımsızlık mücadelesi ise Neriman’ın hikayesi de daha sessiz ama en az onun kadar güçlü bir direnişin hikayesi olurdu.

1910’lu ve 1920’li yıllar Osmanlı’nın çöküşü ve Cumhuriyet’in sancılı kuruluş süreciyle şekillenmişti. Modernleşme hareketleriyle birlikte kadınlar kamusal alana çıkmaya çalışıyor; eğitim ve çalışma hayatında var olma mücadelesi veriyorlardı. Ancak bu modernleşme yalnızca güçlü, sağlıklı ve “uygun” bedenlere alan açıyordu.

Neriman, bu dönemin sağlamcı zihniyetinin dışladığı bir kadındı. Engelli bir kadın olarak yalnızca “kadın” olduğu için değil, “uygun” bir beden taşımadığı için de toplumdan iki kat dışlanmıştı. Ama benim Neriman’ım bu dışlanmışlığa boyun eğmezdi. Onu, toplumun koyduğu sınırları sessizce sorgulayan, kendi yöntemleriyle aşmaya çalışan bir kadın olarak yazardım.

Benim yazdığım Neriman, bedensel engelini bir “eksiklik” olarak görmezdi. Bu onun kimliğinin yalnızca bir parçası olurdu, tamamı değil. İnsanların ona acıyan bakışlarını sessizce süzer, bu bakışların altında yatan önyargıları analiz ederdi. Onun sessizliği bir teslimiyet değil, derin bir iç hesaplaşmanın işareti olurdu...

Mesela Neriman, dönemin kadınları gibi “güzel eş” ya da “iyi anne” kalıplarına sığmazdı. Fiziksel görünüşüne odaklanan topluma karşı kendini entelektüel birikimiyle var ederdi. Benim Neriman’ım bir zanaat ustası olabilirdi mesela. Şallar dokuyarak geçimini sağlar, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışırdı. Dokuduğu her ilmekte, topluma sessiz bir mesaj verirdi: “Bedenim eksik değil. Sizin zihniyetiniz eksik.” Belki de bir ressam olurdu.

Köy kadınlarına okuma yazma öğretmek gibi bir rol de biçebilirdim ona. İnsanların fiziksel engeline odaklanmasına izin vermez, “Kadınların okuması önemli değil” diyenlere karşı, “Bu kadınlar okuyacak ve sizin kurduğunuz düzen değişecek” diyebilirdi.

Feride, dönemin modernleşme ideallerine uygun bir kadın olarak topluma meydan okurken Neriman bu ideallerin tamamen dışında kalan bir kadındır. Feride, toplumun ona biçtiği kadınlık rollerini kabul etmez ve başka bir yol çizmeye çalışır. Ama bu yol yine de toplumun onayladığı güçlü, güzel ve “normal” bir kadınlıktan geçer.

Neriman ise bu kalıpların tamamen dışındadır. Onu toplumun onayladığı yollarla var olmaya çalışırken değil, kendi yolunu bulmaya çalışırken görürüz. Neriman’ın hikayesi yalnızca fiziksel engeliyle değil, topluma uygun bir kadın olmamasının verdiği özgürlükle yazılır. Onun bedeni normlara uymuyorsa, o normların varlığını sorgulamaya başlar.

Ben Neriman’ı yazsaydım onun hikayesi büyük bir devrimi değil, küçük ama anlamlı adımları anlatırdı. İnsanların onun hikayesini görmezden gelmesi onun sessizce ama etkili bir şekilde büyümesine engel olmazdı.

Onu köy meydanında toplanan kadınlara “Bu çocukları okutmazsak sizin hayatınız hep aynı kalacak” diye fısıldayan bir öğretmen olarak hayal ediyorum. Feride’nin şehirde verdiği büyük mücadeleyle aynı dönemde, Neriman kırsalda küçük devrimler yapıyor. İnsanların onun fiziksel engelini küçümsemesine karşılık, o kendisini yalnızca ürettikleriyle anlatıyor.

Ben bir roman yazarı değilim. Karakter yaratmayı ya da onların dünyasını inşa etmeyi bilen biri de değilim. Ama edebiyat okurken hep aklıma şu soru gelir: Çalıkuşu’nu Reşat Nuri değil de Neriman gibi bir kadın yazsaydı, bu hikaye nasıl olurdu?

Kim bilir, belki bir gün birileri çıkar, Neriman’ın hikayesini yeniden yazar. Bu kez onu Feride’nin gölgesinde bırakmaz Neriman’a kendi hikayesini kurma fırsatı verir. O zaman Neriman yalnızca edebiyatın bir karakteri değil; susturulmuş kadınların sesi, ataerkil normlara meydan okuyanların sembolü olur.

Evet, hayalimdeki Neriman bu: Sessiz ama direngen, gölgede ama ışığını arayan bir kadın. Umarım bir gün Neriman’ın hikayesini de yazacak bir kalem bulunur. Çünkü her susturulan hikaye içinde bir isyan taşır. O isyan da bir gün mutlaka bir yerden taşar.

Görsel: Canva Pro kolaj

İlgili haberler
Frida’dan Çalıkuşu’nun Feride’sine, Feride’den Mer...

İstanbul Merter’de Frida Feride Kadın Grubundan kadınlar ile derneğin faaliyetlerini, kadın grubunun...

GÜNÜN ŞARKISI: Benim Adım Çalıkuşu

Kadınlar kendileri çalıyor kendi dinliyor hem de mis gibi bahar havasında… Güzel haftasonlarınız ols...

İran edebiyatında uçuşu hatırlatan kadınlar

Hazırladığımız dosyada 1800’lerden günümüze İran edebiyatında ve tarihinde mücadeleleriyle etki yara...