
Kadınlara yönelik şiddet üzerine kurulu bu dışa vurum tiyatrosu süreci, benim için yalnızca bir sahne çalışması değil, bir tür içsel arınma ve kolektif direniş pratiği oldu. Bu projede yer almak oyunculuk açısından beni derinden etkiledi. Çünkü konu sadece sahnede anlatılacak bir hikâyeden ibaret değildi, bizim gerçeğimizdi. Her gün yaşanan ama çoğu zaman bastırılan, üzeri örtülen, normalleştirilen bir acının içinden doğdu oyun.
“Ben deli değilim, benden başka herkes deli olduğu için beni deli zannediyorlar.”
Bu cümleyle başlayan metni oynarken kendimi en çok özgür hissettiğim ve aynı zamanda en çok sorguladığım anlardan biriydi. Her harfi, her cümlesi içimde yıllardır bastırılmış duyguların, gözlemlerin ve isyanların ürünüydü. Ne bir edebî kaygım vardı ne sahneye nasıl taşınır diye düşündüm. Bu oyun benim için bir tür hayatta kalma biçimiydi. Ve sonra fark ettim ki, bu sadece benim değil, binlerce kadının içinden geçirdiği duyguların sesi olabilir.
Toplumun dayattığı kalıplara karşı bir direnç...
Beni en çok etkileyen şey, çocukluğumdan bugüne taşıdığım bazı suskunluklardı. Küçükken farkında bile olmadan tanık olduğum, bazen kendim yaşadığım ama adını koyamadığım şeyler vardı. Bir kadının gözündeki korku, bir annenin sessiz ağlayışı, bir komşunun gizlice anlatmaya çalıştığı ama yarıda bıraktığı cümleler… Bu suskunluklar yıllar içinde içimde birikti. Fark ettim ki aslında metni yıllardır içimde taşıyormuşum.
Oyunculuğunu yaptığım metin, ilk bakışta “delilik” temalı gibi görünse de aslında bastırılmış bir kadının çığlığı, “normal” kalıplarının dışına taşan bir ruhun isyanıydı. Delilik burada, bireysel bir ruhsal bozukluk değil, toplumun dayattığı kalıplara karşı bir direnç biçimiydi. Ve bu beni çok etkiledi. Çünkü çevremde “deli” diye etiketlenmiş ama aslında sadece farklı düşünen, sorgulayan, susmayan birçok kadın vardı. Bu metni onlar için de oynadım.
Çocukluğumdan beri tanık olduğum bastırılma halleri, özellikle kadınların kendi bedenleri, duyguları ve düşünceleri üzerindeki söz hakkının sürekli ellerinden alınması beni derinden etkiledi. Kendi metnimde en çok hissettiğim şey, kendim olmak isteyip olamamanın ağırlığıydı. Ve bu, birçok kadının taşıdığı bir yük aslında.
“Kadınlar katlediliyor, çocuklar istismar ediliyor, İstanbul Sözleşmesi… Ben deliyim, içerdeyim… Siz niye dışarıdasınız”
“Hayatımda ilk defa âşık olmuştum. Âşık olduğum adam beni sattı!”
“Çocukta bir değişiklik var, anayım ben, anlarım… Oğlum neler anlatıyordu öyle! Dehşet içinde kalakaldım…”
Oyunu sahnelerken en çok fark ettiğim şey şu oldu: Kadın sorunları sadece fiziksel şiddetle sınırlı değil. Psikolojik şiddet, ekonomik bağımlılık, kimliksizleştirme, ev içi emek sömürüsü, ‘aşk’ adı altında yaşanan kontrol mekanizmaları, özgürlüklerin bastırılması, toplumun üzerinde gezdirilen ahlak sopası… Her kadının hikâyesi farklı ve bu nedenle tek bir anlatı yeterli değil. Bu oyun, bu çeşitliliği göstermemizi sağladı.
Metinlerimizde kimi zaman bir annenin suskunluğu, kimi zaman genç bir kızın öfkesi, kimi zaman bir kadının yalnızlığı vardı. Ve her sahnede şunu gördük: Kadınlar sessiz değiller, sadece dinlenmemişler. Biz bu oyunla onları duyduk, onları konuşturduk, onlara alan açtık.
Tiyatroyu çığlık olarak kullandık
Kadına yönelik şiddet, bireysel değil toplumsal bir problemdir. Bunu sadece haberlerde izleyerek değil, yaşarken, görürken, içinden geçerken fark ediyoruz. Her gün bir kadın öldürülüyor, binlercesi susuyor, milyonlarcası direnmeye çalışıyor. Bu kadar büyük bir acıyı sanatla görünür kılmak bizim görevimizdi. Çünkü sanat sadece estetik değil, aynı zamanda bir tanıklıktır. Ve tanıklık etmediğimiz acılardan biz de sorumlu oluruz.
Kadına yönelik şiddet, ne yazık ki bir haber başlığı olmaktan öteye gitmiyor bazen. Ama biz sahnede bunu kanlı canlı, göz göze, ses sese yaşattık. İzleyiciye şunu sormak istedik: “Siz nasıl dışarıda olabiliyorsunuz, biz içerideyken?”
Bu soru, sistemin, aile yapısının, eğitim politikalarının, medya dilinin ve gündelik hayatın kadına uyguladığı baskının bir özeti gibiydi. Biz tiyatroyu bir çığlık olarak kullandık. Çünkü bazı çığlıklar yazıyla, konuşmayla anlatılamaz; ancak bedenle, sesle, suskunlukla aktarılır.
'Dışa Vurum' fikri nasıl gelişti?
“Dışa Vurum” oyun projesini başlangıçta sadece yazdık. Herkes kendi duygusunu, yaşantısını ya da gözlemini kâğıda döktü. Her metin ayrı bir dünyaydı. Fakat sonra fark ettik ki bu metinler aslında birbirinin yankısıydı. Kimimiz öfkeli yazmıştı, kimimiz sessiz, kimimiz mizahla karışık bir acıyla… Ama hepsinde bir şey vardı: İfade ihtiyacı.
İşte bu noktada “Dışa Vurum” fikri ortaya çıktı. Bu oyuna katkı sunan tüm arkadaşlarımız projeye sahip çıktı. Hepsine gönülden teşekkür ederim. Bastırılan hiçbir duygu yok olmaz, ya hastalığa dönüşür ya da patlamaya… Biz onu sanata dönüştürdük. Dışa vurduk, görünür kıldık. Bedenlerimizi, sesimizi, bakışımızı kullanarak içimizde taşıdığımız acıyı, isyanı, umudu sahneye taşıdık. Ve sahne, bir terapi alanı gibi oldu. Sadece bizim için değil, izleyenler için de...
Tiyatro tekniklerinden çok, hislere dayalı bir yöntem benimsedik. Çünkü bu oyun tekniğin değil, duygunun oyunu olmalıydı. Kiminin sahnede konuşurken sesi titredi, kiminin dizleri... Ama hepsi gerçekti.
Sessizliğin sesi, bastırılanın çığlığı...
Bu oyun, bir isyanın estetik biçime bürünmüş haliydi. Sessizliğin sesi, bastırılanın çığlığı, görmezden gelinenin yüzleşmesiydi. Her kadının bir hikâyesi var ve bu hikâyeler anlatılmadan, dinlenmeden, anlaşılmadan hiçbir gerçek toplumsal değişim mümkün değil.
Bu yüzden, biz yazmaya, konuşmaya, sahneye çıkmaya, ifade etmeye devam edeceğiz. Çünkü dünya değişmiyor olabilir, ama biz değişiyoruz. Ve bu değişim bulaşıcıdır. Bir kadının içsel dönüşümü, bütün bir toplumu etkileyebilir.
Bu oyunu sahnelerken “iyileşme”nin ne demek olduğunu yeniden anladım. Çünkü iyileşmek bazen sadece kendinle değil, başkalarıyla birlikte çığlık atabilmektir. Bu yüzden “Dışa Vurum” sadece bir tiyatro oyunu değil, bir dönüşümün başlangıcıdır.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
GÜNÜN TİYATRO OYUNU: Çatlak
Ayten Kaya Görgün’ün yazdığı ‘Çatlak Kızlar Sağlam Kapıda’ romanından uyarlanan Çatlak’ı KHK ile işi...
Mutlu olmakta inat etmek; tiyatro sahnesinde ısrar...
İlayda Abay’ın yazdığı, Cansu Ekici’nin yönettiği, Emre Bilgiç’in dramaturjisini yaptığı tek kişilik...
‘Tiyatro yapmak bana iyi geldi’
'Öncesinde tiyatro izlemeyi çok sevmezdim ama bizzat bir parçası olunca tiyatroya olan bakışım da de...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.