‘Birleştirici’ ve ayrıştırıcı olarak kesişimsellik
Toplumsal hayattaki 'karmaşıklıklar' olarak görülen çeşitli eşitsizlikler birlikte ele alındığında, çözülebileceğine dair yapılan vurgu toplumsal hayattaki mücadelelerin içini boşaltma riski taşıyor.

Son yıllarda birçok disiplinde karşılaştığımız bir kavram olarak karşımıza çıkıyor “kesişimsellik.” Ekonomiden insan hakları tartışmalarına, kimlik politikalarından ekolojiye kadar birçok alandaki tartışmaların “kesişimsel” olarak tartışılması, genel kabul sayılıyor, hakim ideoloji haline getirilmek isteniyor. Öyle ki neredeyse tüm disiplinlerde kesişimselliğin kendisi tartışmaya açılmıyor. Kesişimselliğin var olması ön kabulüyle, ‘nasıl olması gerektiği’, bir başka deyişle kesişimsel analizin nasıl yapılması gerektiği üzerine fikirler sunuluyor.

Yapılmasının gerekip gerekmediği tartışılmıyor. Peki bunun nedenlerini nerede görmeliyiz ya da kesişimsellik neden bu kadar popülerleşiyor?

Öncelikle kesişimselliğin birkaç tanımına değinmek gerekiyor. Toplumsal cinsiyet ve feminizm alanında kesişimsellik tartışmalarının başlangıcı, birçok yazara göre 1980’li yılların sonlarına ve Kimberle Crenshaw’ın yazılarına tarihlendiriliyor. Buradaki temel argümanın ‘beyaz ve orta sınıf feministlerin feminizmin gündemini belirlediği, böylece siyah kadınları feminist hareketten dışladığı’ olduğunu söylemek mümkün. Buradaki tartışma, sadece cinsiyete odaklanmanın ırk ve etnisite körlüğüne yol açması şeklinde genelleştirilebilir. Bu nedenle kesişimselliğe göre herkesi ve her “anlamsal kategoriyi” kapsayan bir mücadele pratiği gerekiyor. 

Buradan hareketle kesişimsellik savunucularının şu argümanlara sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz: Birincisi sınıf, cinsiyet ve ırk kesişen “kategorilerdir.” İkincisi hem sınıfa hem cinsiyete hem de ırka odaklanmayan, bir başka deyişle bu “kategorilerden” birini veya birkaçını dışlayan araştırmalar eleştirilmelidir. Kesişimselliğe göre “toplumsal hayattaki karmaşıklıklar” ancak bu şekilde aşılabilir. Üçüncüsü; ezilenler, dezavantajlı gruplar, yoksullar gibi toplumun “alt kesimleri”nin mücadelesi ancak bu üç kategori bir arada ele alındığında anlam kazanacak ve başarıya ulaşacaktır. Şimdi, kesişimselliğin bu temel argümanlarının günümüz kapitalizminde ne anlam ifade ettiğine odaklanalım.

Öncelikle kesişimsellik, sınıfı bir toplumsal kategori olarak ele alıyor. Bu perspektif, sınıfı üretim ilişkileriyle açıklamayan bir şekilde ele alıyor. Böylece aslında kesişimsellik her “kategoriye” eşit önem veriyor gibi görünse de sınıfın içini boşaltan, anlamını üretim ilişkilerinden kopararak kültürel alana indirgeyen bir noktada duruyor. Bu durum şöyle örneklere yol açabiliyor. Beyaz işçi sınıfından bir kadının, siyah burjuva kadından etnisite anlamında daha avantajlı olduğu gibi. Böylece burada sınıfsal eşitsizliklerin gizlenmesi eğilimini görmek mümkündür.

Ayrıca kesişimsellik toplumsal dezavantajları da “farklılık” veya “çeşitlilik” olarak görme tehlikesine düşüyor. Öyle ki toplumsal hayattaki “karmaşıklıklar” olarak görülen çeşitli eşitsizlikler birlikte ele alındığında, çözülebileceğine dair yapılan vurgu toplumsal hayattaki mücadelelerin içini boşaltma riski taşıyor. Toplumsal eşitsizlikler eşitsizlik olarak değil, “farklılıklar”, “bölünmeler”, “çeşitlilikler” gibi görülüyor ve bunların birbirleriyle bir ilişki içinde olduğu öne sürülerek kesişimsel bir alanda bir araya getirilebilecekleri savunuluyor. Böylece aslında eşitsizliklerin üstünü örtme, gizleme riski ortaya çıkıyor. 

Üçüncü argümanla ilgili ise şunu vurgulamak önemlidir: Kesişimsellik, kitleleri giderek depolitize etmenin bir aracına dönüşüyor. Sınıf mücadelesini, kadın ve LGBTİ mücadelesini, çocuk hakları mücadelesini, antifaşist mücadeleleri vb. aynı potada eritme ve bu mücadeleleri birleştirme savunusu esasen kitleleri kimlik mücadelelerine indirgiyor. Bu ise özellikle somut olarak sınıf mücadelesini parçalama, sınıfı bir kategoriye indirgeme ve “farklı sınıfsallıklar” olduğunu vurgulama, bireylerin sınıfsal konumlarından ziyade farklı kimliklerine odaklanmayı ifade ediyor. Bu nedenle kesişimsellik sınıf mücadelesini değersizleştiren ve kimi zamanlar ‘gereksizleştiren’ bir noktada duruyor demek yanlış olmaz.

Kesişimselliğin ortaya çıkışında eleştirel olarak var olsa da “kesişimsel” olmayan analizleri dışlaması dahi kendisiyle paradoksal bir ilişki içinde olduğunu gösteriyor. Kesişimsellik, tartışılmaya başlandığı ilk dönemde mevcut düzene eleştiri getiren bir yaklaşım olarak tartışılsa da gelinen noktada neoliberalizm tarafından kuşatılıyor ve araçsallaştırılıyor.

Kesişimselliğin vurguladığı “çeşitlilikler” neoliberal yönetimin parçası haline getiriliyor. Örneğin şirketler kadın çalışan çalıştırma için kota sistemine geçiyor, birçok uluslararası metin ve antlaşmalarda kesişimsellik hükümetlerin ulusal politikalarında bir şart olarak sunuluyor. Özetle, kesişimsellik artan neoliberalizm koşullarında kapitalizmi baskıcı bir yapı olarak görmeyen liberal ve uzlaşmacı projelere eklemleniyor. Örnekler çoğaltılabilir ve özelleştirilebilir fakat kesişimsellikten bahsederken şunu akılda tutmak önemlidir: Kapitalizm, kesişimselliği kendi lehinde kullanıyor ve bunu yaparken kesişimsellik vaat ettiği gibi kapsayıcı ve eleştirel bir zemin sunmaktan uzak görünüyor.

Fotoğraf: Evrensel

İlgili haberler
Marksizm, kadın mücadelesi açısından daha değerli...

Ebru Pektaş ile ‘Toplumsal Cinsiyetin Anahtar Kavramları: Cinsellik, Şiddet, Emek’ kitabını konuştuk...

Kadınlar Karl Marx’a ne borçludur?

Bundan tam 118 yıl önce Zetkin’in, Marx’ın ölümünün 20. yılında kaleme aldığı ‘Kadınlar Karl Marx’a...

Patronu ‘Yılın Meleği’ seçilen Farplas kadınlar iç...

Direnişteki kadın işçilerle, hangi insanlık dışı çalışma koşullarına karşı direnişe geçtiklerini, ha...