25 Kasım yaklaşırken işyerimizde kadın emekçilerin yaşadığı şiddet üzerine sohbet ettik. Bu görüşmeler sırasında şiddetin ne olduğundan, şiddetsiz bir çalışma yaşamının mümkün olup olmadığına kadar tartışmalar yapıldı. Şiddet dediğimizde ilk akla gelen daha çok fiziksel şiddetti. Sohbet derinleştikçe işin rengi değişmeye başladı, ekonomik, psikolojik, cinsel, sözel pek çok şiddet türü açığa çıktı.
“İşyerinde hiç şiddet gördün mü?” sorusuna genelde “Yoo, niye göreyim ki” biçiminde, sanki şiddet görmüş olmak için kusurlu olmak gerekir gibi tepkiler aldık. “Evet, gördüm ama ben de karşılığını verdim, susmadım” biçiminde yanıtlar verenler de oldu.
Güvencesiz, esnek, kuralsız ve örgütsüz çalışmanın, performans kriterlerinin işyerinde emekçiler arasında dayanışmayı zayıflatırken rekabetle birlikte şiddeti de artırdığı konuşulanlar arasındaydı. Ortaya çıkan bir başka şeyse şiddetin olağan görülmesiydi. Belediye yönetimine yandaş olmayan emekçilerin kendilerine yönelik saldırıları olağan bulması, bunun her dönemde belediye emekçilerine yaşatıldığını vurgulaması bu açıdan dikkat çekiciydi. Şiddetsiz bir çalışma yaşamını hak olarak görmek yerine “maalesef belediyelerde olur bu saldırılar” algısı vardı.
BİR İŞYERİ OLARAK BELEDİYEDE ÇALIŞMA HAYATI
Belediye bir kamu işyeri olmasına rağmen devlet memurluğu dahi “parti memurluğu” gibi dayatılınca işçilerin kendini daha da güvensiz hissetmesi kaçınılmaz oluyor.
Esnek, kuralsız, güvencesiz, liyakatsız çalışmanın yaygınlaşması, görevde yükselmede ve çalışma hayatının tümünde ayrımcılık, partizanca kadrolaşma, işveren güdümlü sendikaların varlığı, sendikal örgütlenme özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin yok sayılması, ekonomik kriz, yüksek enflasyon, durmak bilmeyen zamlar, işsizliğin ve yoksulluğun artması, çalışanlar üzerinde “işini kaybetme” baskısı yaratıyor. Bu, kamuda çalışma hayatını eskiden anıldığı gibi güvenli, saygın ve sağlıklı olmaktan çıkarmış durumda. Bu durum bütün emekçiler için ama en çok da kadın emekçiler için çalışma yaşamını ağırlaştırıyor.
GÜVENCESİZLİK ARTTIKÇA KADINA YÖNELİK ŞİDDET ARTIYOR
İşyerinde yaşanmış şiddet öykülerine baktığımızda gördüklerimiz şöyle:
*Kadınların staj sürecinde oluşu, genç, bekar ya da boşanmış olması, sözleşmeli ya da şirket işçisi olması, onları şiddetin daha açık hedefi haline getiriyor.
*Belediye yönetimine siyaseten ve sendikal örgütlenme tercihi açısından yakın olmak, verilen her işi yerine getirmek, belediyenin çağrılarına, açılış ve toplantılarına mesai içinde ya da dışında katılmak “güvence” biçimi olarak görülüyor.
*Kadınlar işveren temsilcisi amirlerin yanı sıra mesai arkadaşları ve hizmet verdikleri vatandaşlar tarafından da şiddete uğruyorlar.
Mesai arkadaşları içinde amirin, müdürün gözüne girmek amacıyla kadınların da başka kadın arkadaşlarına şiddet uygulayabildiği aktarılanlar arasında.
*Dayanışma duygusunun zayıf olduğu, rekabete, performansa(!) dayalı çalışma yaşamında şiddet neredeyse kaçınılmaz olarak sistematikleşiyor. Emekçilerin birbiriyle dayanışan değil de birbirinin kurdu yarışçılar olarak görüldüğü/gösterildiği bu çalışma düzeninde kendini biraz daha güçlü görmek isteyen diğerine şiddet uygulamayı olağan saymaya başlıyor.
*İşyerinde yaşanan cinsel şiddet dahil kadınlara yönelik şiddet vakalarında işveren tarafından şiddete uğrayan kadınların işyeri değişikliğine hatta iş akdi feshine zorlanmaları kadınlara “uğradığın şiddeti açık edersen ikinci kez mağdur edilirsin” mesajı veriyor.
EN YAYGIN ŞİDDET: PSİKOLOJİK ŞİDDET
Görüştüğümüz kadınların neredeyse tamamı “cinsel taciz, her türden ayrımcılık, mobbing” gibi şiddet olaylarını aktarsa da “Psikolojik şiddet görüyoruz” dediler. Profesyonel yardım alanların, “Antidepresanlarla ayakta kalıyoruz, çok mutsuzuz” diyenlerin sayısı hiç de az değil.
“Kadınlara işyerinde yaşamaktan korktuğunuz en büyük şiddet ne olabilir?” diye de sorular yönelttik. İşçi kadınlar çoğunlukla “İş akdimin feshi” derken, memurlar ise “sürgün, soruşturma, ihraç” diye cevapladılar.
İşten atılmak, açlık; sürgün ise daha fazla ulaşım masrafı, zaman kaybı anlamına geliyor. Ayrıca tamamı erkeklerin çalıştığı şantiye, hayvan barınağı, mezarlık gibi birimlere sürülmek kadınlar için çok bilinen bir cezalandırma yöntemi.
Konuştuklarımız arasında “Fiziksel ya da cinsel şiddetten korkarım” cümlesini kuran olmadı. Bu, işini kaybetme tehdidi altında bir kadın emekçinin ne kadar kötü koşullarda çalışmaya zorlanabileceğinin anlaşılması açısından gelinebilecek son noktayı gösteriyor.
KADIN EŞİTTİR DUYGUSAL ÇÖKÜNTÜ
Bunca yoksunluk ve şiddet içinde kadın emekçilere “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” dediğimizde cevapların bir duygusal çöküntüyü, umutsuzluğu, mutsuzluğu tariflediğini görüyoruz. Servislerin kaldırıldığı, kreşlerin kapatıldığı, ücretlerin eridiği koşullarda kadınlar “iyi annelik ve performansı yüksek iyi çalışan” rolleri arasında her gün başka bir kıskaca alınıyor. Makbul kadının çocuğunun eğitimi, çocuk-eş-yaşlı bakımı, beslenmesi için seferber olması beklenirken, bunları yapmak için izin istemesi, sağlık raporu alması işyerinde kötü bir personel olarak fişlenme nedeni. Bir yanda kutsal aile baskısı diğer yanda işyerinde erkeklerle yarışacak, amirlerin gözüne girecek, her işi yapacak, itiraz etmeyecek, ağacın kurdu kendinden misali “gemisini kurtaran kaptan” olacak. İşte böyle kurulmuş bir çalışma hayatında kadın emekçilerle “duygusal çöküntü” neredeyse ruh eşi gibi.
Örgütsüzlük ve dayanışmanın olmayışı kadınları çalışma yaşamında şiddetle baş başa bırakıyor. Çok sayıda kadın antidepresan kullanıyor. Sağlığa erişimin de her geçen gün zorlaştığı koşullarda kadınlar birbirlerine ilaçlarını öneriyor.
SENDİKALARIN DUYARSIZLIĞI ŞİDDETİ ARTIRIYOR
Emekçiler arasında dayanışmayı ve ortak talepleri, saldırılar karşısında mücadeleyi esas alan işyeri sendikal örgütlenmesinin olmayışı koşulları ağırlaştırıyor, şiddet için engelsiz yol sunuyor. Emekçilerin yaşadığı kayıplar ve şiddet artarken, buna karşı mücadelenin ve dayanışmanın olmaması, şiddetin hem türlerinin çeşitlenmesine hem de yaygınlaşıp olağanlaşmasına olanak sunuyor.
İşveren güdümlü sendikalar kadın üyelerinin yerini hâlâ önce evde tanımlarken ve aileyi korumakla yükümlü tariflerken, kimi diğer sendikalar ise sendikal mücadelenin karar ve eylem süreçlerinin tamamını işyeri dışında yaşıyorlar. İşyerinden uzak toplantılar ve genel geçer şehir meydanlarında yılda birkaç kez yapılan protesto eylemleri kadın emekçileri örgütsüzleştiriyor. İşyerinde yaşadığı şiddete karşı bir işyeri sendikal örgütlülüğü ve dayanışma görmeyen kadınlar, fikrini, önerisini alma ihtiyacı duymayan sendikalarını, kendilerinden fersah fersah uzakta gördükleri kadın meclislerini, mesajla gelen çağrıları da eleştiriyorlar.
İŞVERENİN, SENDİKALARIN BİZİ YOK SAYMASINA ALIŞMAYACAĞIZ
Ekmek ve Gül’ün bu sayısı sayesinde yaşadığımız şiddeti, böyle yaşamaya mecbur olmadığımızı, dayanışmamızı ve sendikaların buradaki rolünü konuştuk. Şiddetten arınmış, güvenli ve saygın bir iş ve çalışma hayatı biz kadınların en doğal hakkı. Ne işverenlerin ne de sendikaların bizi yok saymasına, şiddetine, değersizleştirmesine alışacağız. Şiddetsiz bir çalışma yaşamının işyerimizde örgütlenme, karar alma, mücadele etme süreçlerinin tamamını acil ve ortak taleplerimizi kazanmak üzere ortak mücadeleyi inşa etmemizle mümkün kılacağımızı konuşmaya devam edeceğiz. Gücümüz birliğimiz ve dayanışmamız!
Fotoğraf: Evrensel
İlgili haberler
Mamak Belediyesinde sözleşme imzalandı ama…
Belediye işçisi kadınlara 3 yıllık toplu iş sözleşmesi imzalanırken talepleri sorulmamış. “Nasıl bir...
Mamak belediyesinde kadınların yok sayıldığı TİS s...
Mamak Belediyesinde çalışmakta olan 1650 işçiyi ilgilendiren toplu sözleşme süreci devam ederken Top...
Bakırköy Belediyesinde sözleşme yenileme dönemi: İ...
Bakırköy Belediyesinde grev sonrası sözleşme yenileme döneminde neler yaşandığını Bakırköy Belediyes...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.