Çöken hastaneler, enkazda kalan sağlık hizmetleri
Depremle birlikte, çöken sağlık sistemini gördük hep birlikte. Oysa felaket ne kadar büyük olursa olsun hastaneler, ASM'ler ayakta kalması gereken binalardır. Ama ilk un ufak olanlar hastaneler oldu.

Memleketin güneyinde, karanlık bir gece feryat figan beton bloklar altından sağ kalıp kurtulabilenlerin “kıyamet koptu, tufan oldu” dedikleri ‘asrın felaketi’ ile binlerce canımızı koyduk mezara, isimsiz-kimsesiz diye kayıtlara geçen canlarımızın yasını tutmaya bile zamanımız olmadı. Kalanların, ‘ölüm kurtuluş’ dedikleri depremlerin ardından yeni bir felaket başlıyordu çünkü; ayakta kalabilme savaşı. Çünkü ortada devlet yoktu, yaşamak için zorunlu olan her şey çok uzaktı. Zifiri karanlık ve dondurucu soğukta tir tir titreyen insanlar, açlık, bebeklerini nefesleriyle, eteğine sararak ısıtmaya çalışan kadınlar… Memleketin güneyinde, milyonlarca canımız bu cehennemi gördü, yaşadı. Yere göğe sığdıramadıkları ‘şahlanmış’ ekonomimiz yetişemedi betonların arasında kalan canlarımızı çekip çıkarmaya, bağıra bağıra, acı çekerek, soğuktan donarak gittiler bu dünyadan.

O günden bugüne, yurdun dört bir köşesinden kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, aydınıyla, sanatçısıyla, kitle örgütleriyle halk olarak dayanışmanın en güzelini sergiledik.

Hepimizin whatsapp gruplarında paylaştığı destek çağrılarının daha cümleyi bitirmeden karşılığını bulduğunu, yaralarımızı ancak kendi kendimize sarabildiğimizi, birbirimize sıkıca sarılmanın en acil, en onarıcı ilaç olduğunu yine çok acı bir şekilde deneyimleyerek öğrendik…

O günden bugüne deprem bölgesine gönüllü gidip yaraları sarmaya çalışan sağlık emekçisi arkadaşlarımızın paylaşımları ile öğrendiğimiz her yeni bilgi bizi kahredip, “Bu kadar da olamaz, devlet bu kadar mı aciz” dedirtiyor olsa da kimlerin yanımızda olduğunu, kimlerin acıyı fırsata çevirdiğini, kimlerin görevlerini yapmayıp her zaman hazırda bulunan hakaretlerini, küfürlerini hafızalarımızın bir kenarına not ettik.

MEZARLIĞA DÖNEN HASTANELER

Ateş topu gibi her yerimizi yakıp kavuran bu acının ardından, sadece ayakta kalmaya çalışan depremzedelerin temiz içme suyuna erişim, ısınma, tuvalet, banyo, çadır gibi temel gereksinimleri karşılanamazken, kadınların günlük ped, iç çamaşırı ihtiyaçları konformuş gibi algılanıyor. Bu yaşamsal ihtiyaçların karşılanmaması beraberinde tedavisi oldukça meşakkatli olan yığınla bulaşıcı hastalığı beraberinde getiriyor…

Neredeyse adını bile unuttuğumuz uyuz hastalığı son bir yılın en yaygın görülen hastalığı iken, depremden sonra yetersiz temizlik, dengeli ve sağlıklı beslenememe gibi kötü koşullardan kaynaklı pik yapmış durumda. Özellikle çocuklarda artış gösteren bitlenme, çeşitli enfeksiyon hastalıkları keza öyle. Ağırlıklı tek tip beslenme, dinlenememe, soğuktan korunamama, yine başta çocuklarımız, orada yaşama tutunmaya çalışan herkes için çok ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor.

İşte tam da burada, depremle birlikte, çöken sağlık sistemini gördük hep birlikte. Oysa felaket ne kadar büyük olursa olsun sağlık hizmeti sunan hastaneler, aile sağlığı merkezleri ayakta kalması gereken binalardır. Ama yıllar önce ağır hasarlı raporu verilen hastanelere yamalar yapılmış, sonuçta depremde un ufak olan ilk binalar olmuş.

Bu felaketin ardından bir kez daha gördük ki, sağlık hizmetleri sadece vitrin süslemek değildir. Koruyucu sağlık hizmetleri dediğimiz birinci basamak sağlık hizmetlerinin ne kadar yaşamsal ve zorunlu olduğu gerçeği bir kez daha kendini göstermiştir. Bırakalım enkazdan çıkarılan hastalara müdahale etmeyi, onlarca sağlık emekçisi arkadaşımızın mezarı oldu o hastaneler.

BİR DAHA YAŞANMASIN DİYE…

Evet bizim buralardan maddi manevi dayanışmamız çok kıymetli… Evet aramızda ortak bütçe ile malzeme alıp, sıcacık notlarla göndermemiz çok kıymetli… Evet gidip, kız kardeşlerimize sarılarak iyileşmemiz çok kıymetli… Fakat bunların hepsinin yanında yaşamın yeniden kurulabilmesi için bir şeyler yapmalıyız.

Yaşadığımız çaresizliği, enkaz başında çocuğunun cansız bedenini kepçe alırken koparmasın diye bekleyen annenin gözyaşlarını, kızının buz kesmiş elini bırakmayan babayı unutmamalıyız…

Bugün, yarın, ertesi gün işyerlerimizde, olduğumuz her yerde dayanışmayı nasıl örüyor isek, yaşadığımız bu felaketin bizi acıtarak, kanatarak gösterdiği her bir eksiği iyi not edelim. Tekrarlanmaması için yapalım bunu.

Hasarlı raporu verilen hastanelerin nasıl un ufak olduğunu, binlerce yeni yapılmış binayı kimlerin yaptığını, her seçim öncesi oy alma uğruna çıkarılan imar aflarını,

Kızılay’ın afet yönetiminden ziyade alım-satım işiyle haşır neşir olduğunu,

Binlerce gönüllü arama kurtarma ekibi varken, olabilecek en kötü planlama ile hiçbir yere yetişemeyen AFAD’ı,

Yeterli alet, teçhizat yok diye bırakıp gitmek zorunda kaldıkları enkazların altında bekleyen canlarımız olduğunu düşünmeyenleri,

Daha ilk gün tv’lere çıkıp ‘her şey kontrolümüz altında’ diye demeç veren bakanları, aksaklıkları kamuoyuyla paylaşanlara parmak sallayanları,

Bizden topladıkları deprem vergilerini,

Yani devletin kendi yurttaşına yetişememesini unutmayalım...

Ve her birimizin telefonunun fotoğraf galerilerini dolduran yüzlerce kimsesiz çocuğun akıbetini soralım, onların nerede ve nasıl bakıldıklarının takipçisi olalım.

Ve medeniyetlerin beşiği dediğimiz şehirlerimizin hafızalarımızdan silinmesine izin vermeyelim, orada yaşayanların yeniden yaşama tutunabilmesi için kurduğumuz dayanışma köprüsünü büyütelim, çoğaltalım!

Görsel: Canva

İlgili haberler
Antep’ten Van’a gelen depremzede kadınlar: Devlett...

Antep’ten Van’a ailesiyle beraber gelen Yasemin ve Nergis yaşadıklarını anlatıyor…

Deprem bölgelerinde kadınları bekleyen tehlike: Sa...

Deprem bölgelerinde kadın ve çocukların sağlığına ilişkin ciddi uyarılar yapılırken, uzmanlar sorunl...

Depremin 20. gününde Kadın sağlığı, gebe kadınlar,...

Türk Tabipleri Birliği İnsan Hakları üyesi Dr. Benan Koyuncu ve SES Anadolu Şube Yöneticisi Edibe Aş...