Çocuklar erkek şiddetinin kurbanı olurken... Ne yapmalı?
Erkekler, kadınlar kendilerinden ayrılmak istediklerinde neden çocukları öldürüyor? Bu sorunun yanıtı çocuğa yönelik şiddet ve onun temel nedenlerinden biri olan “toplumun çocuk algısıyla” ilgili...

“Yine bir erkek boşanmak üzere olduğu eşini cezalandırmak için çocuklarını öldürdü”.
Anneleriyle yaşayan iki kızıyla haftada bir gün vakit geçiren baba Ali Yardım kızları 3 yaşındaki Elif Mina ile 2 yaşındaki Miray Hira’yı son aldığında öldürdükten sonra anneyi arayarak durumu anlattı ve intihar etti.
Maltepe’de yaşanan bu olay ne yazık ki ilk değil ve ne yazık ki benzerleri çok sık yaşanıyor… Türkiye’de kocalarından ya da sevgililerinden boşanmak ya da ayrılmak isteyen kadınlar, erkekler tarafından öldürülüyor. Zaman zaman erkekler kadınları değil çocukları öldürüyor.
2017 yılında en az 10 çocuk, babaları tarafından öldürüldü.

“ÇOCUĞUN SAHİBİ BENİM.. İSTERSEM ÖLDÜRÜRÜM”
Boşanmak ya da ayrılmak isteyen kadınların erkekler tarafından öldürülmelerinin sebebini biliyoruz… Kadına yönelik şiddetti meşrulaştıran algıyı, erkeklerin nasıl da ellerindeki gücü kötüye kullandıklarını, bu gücü kullanmanın önünün her daim açık olduğunu, bu şiddetin nasıl da başta sistematik olarak önlenmediğini… Ve daha pek çok şeyi…
Peki ya çocuklar. Erkekler, kadınlar kendilerinden ayrılmak istediklerinde neden çocukları öldürüyor?
Şüphesiz ki bu sorunun yanıtı çocuğa yönelik şiddet meselesi ve onun temel nedenlerinden biri olan “toplumun çocuk algısıyla” ilgili.

ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET VE TOPLUMUN ÇOCUK ALGISI
Çocuklar dünyanın her yerinde evde, okulda, sokakta, kapalı kurumlarda, çalışırken şiddete maruz kalıyor. Ve bu şiddet ne yazık ki azalmıyor. Bazen daha görünür oluyor bazen şekil değiştiriyor. Ama azalmıyor. Çünkü genel olarak çocuğa yönelik şiddet meşru görülen bir olgu.
Türkiye’de durum daha da ağır. Türkiye çocuklarını şiddetten koruyamıyor. Çocuklar şiddetin farklı türlerine tüm yaşam alanlarında maruz kalıyor. Örneğin; okullarda fiziksel ve psikolojik şiddetin yanı sıra ellerine idam ipi verilerek istismar ediliyor. Yurtlarda fiziksel şiddete maruz kalıyor ya da Aladağ’da olduğu gibi yangında yaşamını kaybedebiliyor. Tutuklanarak kapatıldıkları kurumda işkence ve kötü muameleye maruz kalabiliyor, Adana’da olduğu gibi. Sokakta da benzer şekilde çocuklar ne yazık ki korunamıyor. Çocuklar sokakta kolluk şiddetinden çocuk cinayetlerine kadar pek çok sebepten dolayı yaşamlarını kaybedebiliyor.

Peki ya evde, ev içinde? Dün Maltepe’de olduğu gibi çocukların kendilerini en güvende hissedebilecekleri yerlerde ve en güvendikleri kişiler tarafından şiddete maruz kalabiliyor. Ev içi fiziksel şiddet ya da ev içi cinsel şiddet verilere yansıyandan çok daha fazla.

Tüm bu yaşanan şiddet olgusu toplumun çocuğu algılayışı ile çok ilgili. Çocuk anne babanın sahip olduğu, kendisinin bir parçası, bir uzantısı ve hatta malı olarak görüldükçe dün olduğu gibi babaları olan bir erkek tarafından boşanmak isteyen karısını cezalandırmak için öldürülebiliyor. Hem kadını cezalandırmak için hem de onların yaşam hakkını sonlandırma kararını verecek kişi kendisi olduğunu düşündüğü için.

Ya da bir baba okula gitmediği için ergenlik dönemindeki çocuğuna şiddet uygulama hakkını kendinde görebiliyor. Bu babayı serbest bırakan savcı da benzer algı ile babanın çocuğuna uyguladığı şiddeti meşru görüyor. Ve baba bu kez çocuğunu öldürebiliyor.

Onlarca benzer tutum, onlarca benzer olay. Tüm bunların temeli devletin çocuk algısı. Ne yazık ki Türkiye’de çocuğa yönelik şiddet açıkça suç olarak tanımlanmış değil. Böyle olunca da çocuklar en güvendikleri yerde en güvendikleri kişilerden bile şiddet görebiliyor. Bu şiddet meşru sayılabiliyor.
Bu meşruluk içerisinde bir erkek dün olduğu gibi iki çocuğunu öldürebiliyor.

Yapılması gerekenler açık:
- Şiddeti yasalarda açıkça suç olarak tanımlamak, fail her kim olursa olsun cezasız bırakmamak.
- Bir başka şiddet olayı gerçekleşmesin diye önlemler almak. Bu konuda algı değişikliğini hak temelli şekilde gerçekleştirmek.
- Çocukların kolay erişebilecekleri başvuru mekanizmaları kurmak.
- Ve tabii şiddete maruz kalan çocukların yeniden güçlenmesi ve yaşamla bağını kurabileceği bir süreç işletmek.
- Ama ne önemlisi çocukların Türkiye’nin de taraf olduğu BM çocuk Hakları Sözleşmesi’nde belirtildiği gibi hak sahibi, özgürlükleri olan bağımsız bireyler olarak algılanmasını sağlamak.
Yoksa “Yine bir erkek boşanmak üzere olduğu eşini cezalandırmak için çocuklarını öldürdü” başlıklı haberler yazılmaya devam edilecek…


ÇOCUKLAR AİLENİN VE DEVLETİN MALI DEĞİLDİR!
Çocuk algısı genel itibariyle “çocuğun algısı” anlamından –ne yazık ki- çok uzak bir biçimde; yetişkinler dünyasında çocuğun ne olduğunun, ne olacağının ve ondan ne beklendiğinin yine yetişkinler tarafından tanımlanmasıdır.
Çocuğun tanımı tarihsel süreç içerisinde ideolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel bağlamlarda çocuğun üzerinde kimin, neden, nasıl, nerede ve ne zaman karar sahibi olduğuna yön verir.

Böylece, yetişkinlerin “yetişkin olmayan- reşit olmayan” çocuk üzerinde “kendilerine atfettikleri” karar verme gücü ve erki, yetişkinlerin tahakkümü olarak görünür.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yetişkinlerin çocuk algısı ve çocuk konusundaki yaklaşımları, tarihsel süreç içerisinde ideolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel bağlamlardan etkilenmekte, değişmekte ve dönüşmektedir. Bu dönüşümde insan hakları mücadelesinin ve insan hakları kültürünün yaygınlaşmasının önemli bir yeri olsa da hak temelli bir yaklaşımın içselleştiğinden ve benimsendiğinden bahsetmek ne yazık ki mümkün değildir. Günümüzde çocukla ilgili düzenlemelerin ve hizmetlerin odağında artan bir biçimde güvenlik, muhafazakarlık, dayatma, tek tipleştirme, cinsiyetçilik, çoğunluk hegamonyası kurma gibi kaygıların bulunduğu görülmektedir (İHEA, 2014) .

Bunun en önemli nedeni çocukluğun halen hem yasal hem de biyolojik olarak yetişkinlere bağımlılık dönemi olarak ele alınması ve çocuk aktörlerin gözardı edilmesidir. Başka bir ifadeyle çocuklar, sadece pasif alıcılar olarak görülmekte ve kişi olarak mevcudiyetleri kabul edilmemektedir. Bunun yanı sıra 18. yüzyılda romantizm akımıyla güçlenen ve halihazırda geçerliliğini koruyan, çocukların kırılganlık, masumiyet ve cehaletlerine atıfla idealize edilmiş anlamda “özel” oldukları iddiası hüküm sürmektedir (Maksudyan, 2014).

Bir taraftan çocuk doğar doğmaz, kendisi için alınmış eşyalardan tutun odasının rengine kadar toplumun kadın ve erkek için uygun gördüğü renklerle tanıştırılmaktadırlar. Çocuktan toplumun beklentisi olan kadın veya erkek cinsel kimliğine sahip olması beklenmektedir. Başka bir ifadeyle aile, toplumun bireye biçmiş olduğu modeli çocuğa dayatmaktadır (Yankı, 2014) . Dolayısıyla çocuk ailenin ve devletin malı ve nesnesi gibi ele alınmaktadır. Bir taraftan da çocuklar gelecek nesil, geleceğimizin teminatı gibi sıfatlarla tanımlanarak, yetişkinlerin beklentilerini sırtlamak ve gerçekleştirmek durumunda bırakılmaktadır. Öte taraftan da çoğulculuğun ve demokrasinin bir göstergesi olan eylem ve protestolara katıldığı ve hatta sadece sokakta protestolara katıldığı için “terörist” ilan edilen çocukların, başta çocuk olma statüleri göz ardı edilmekte ve katılım hakları ihlal edilmektedir… 


HER ÇOCUK KOCAMAN DÜNYAYI BAŞTAN KURAR
Oysa çocukluk, yaşam içinde insanoğlunun kendini gerçekleştirmek için sahip olduğu olanakları en yoğun şekilde kullanabileceği bir fırsatlar dönemidir. Her çocuk sahip olduğu insansal olanaklarını kullanarak doğumundan başlayarak kendisi için kocaman bir dünyayı baştan kurar. Bu olanakları ne derece iyi kullanabilirse kendisini o derece iyi gerçekleştirebilir (Gündem Çocuk, 2009) . Çocuğun, çocuk olma durumu temel olarak kendine özgü gelişimsel özellikleri olması ve kendini kendine özgü yollarla ifade etmesine denk gelmekte; çocuğun çocuk olma statüsü ise yetişkin dünyasında oy kullanamama, karar mekanizmalarına katılım veya hak arama mekanizmalarına ulaşım konusunda yetişkinlere oranla daha fazla engel ile karşılaşmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla çocuğun, çocuk olma durumu ve çocuk olma statüsünü dengelemek ve çocuğun pasif değil aktif bir insan, bir yurttaş olmasına olanak sağlamak yetişkinlerin çocuğa tahakküm göstermekten bilinçli olarak kendilerini sakınmalarını gerektirmektedir. Bu noktada kendi çocukluklarında böylesi bir yaklaşıma, insan hakları temelli bir demokratik ortama tanık olmayan yetişkinlerin işinin oldukça zor olduğunu ve yetişkinlerin kendi yaşam deneyimlerinde edindikleri ezberleri bozmaları gerektiğini de belirtmek gerekir.

Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin Temel İlkeleri Doğrultusunda Türkiye:
“ÇOCUKLAR DA İNSANDIR!”

Çocuğun bir tahakküm nesnesi değil, hak sahibi bir insan olduğunun açıkça tanımlanması, insan hakları mücadelesinin bir kazanımıdır. Tarihsel süreç içerisinde savaş ve çatışmalarda ölen, farklı alanlarda sömürülen, cinsiyeti, rengi, etnik kökeni veya başka bir özelliği nedeniyle ayırımcılığa uğrayan, satılan, istenildiğinde öldürülen çocuklar gibi başka çocukların benzer ihlallere uğramaması için taahhütler, girişimler, uygulamalar, ulusal ve uluslararası mevzuat çocuğun insan haklarının korunmasına katkı vermektedir.
Türkiye, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi gibi birçok uluslararası belgenin yanı sıra özellikle çocuğun insan haklarını temel alan taahhütlerine 1990 yılında Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına dair Sözleşme’yi (ÇHS) onaylayarak başlamıştır. 1994 yılında imzalanan Sözleşme, 1995 yılında Resmî Gazete'de yayımlanarak iç hukuka girmiştir.


ÇOCUĞUN YÜKSEK YARARI HER ŞEYDEN ÖNEMLİDİR
Çocuk haklarına saygı gösterilmesi, korunması ve geliştirilmesi konusunda en kapsamlı referans belge niteliğindeki ÇHS temelde, her çocuğun en iyi biçimde yaşamasını, doğuştan ve çocuk olmaktan kaynaklı sahip olduğu olanakları tam anlamıyla gerçekleştirebilmesini güvence altına almayı amaçlar. Bu amacına ulaşmak için, doğrudan ya da dolaylı olarak çocukları ilgilendiren bütün etkinliklerde çocuğun yüksek yararının temel alınmasını şart koşar. Dolayısıyla toplum yaşamında çocuğu doğrudan ya da dolaylı ilgilendiren tüm etkinlikler ve düzenlemeler çocuğun yüksek yararı gözetilerek yapılandırılmalıdır. Çocukların, Çocuğun Yüksek Yararı Üst İlkesi temelinde insan haklarına uygun bir yaşam sürebilmesi için düzenleme ve uygulamada temel alınması gereken ilkeler ÇHS’de şu şekilde tanımlanır (Gündem Çocuk, 2009) :

*Yaşama ve Gelişme İlkesi: Yaşamak, her çocuğun temel hakkıdır ve herkesin ilk görevi çocukların yaşamını korumaktır. Çocukların içinde bulundukları durumun geliştirilmesi için, ekonomik, sosyal planlama, bütçe ve kaynakların yapılandırılmasında çocuğa öncelik verilmesi gerekir. Bu ilke, çocuğun biyolojik ve psikolojik bütünlüğüne dokunulmamasını, çocuk olmaktan kaynaklı sahip olduğu olanakları tam anlamıyla gerçekleştirmesi, önündeki tüm engellerin kaldırılmasını ve gelişimi için yeterli kaynağın ayrılmasını gerektirir.

*Korunma İlkesi: Çocukların en iyi biçimde yaşamaları için, kendilerini tam anlamıyla gerçekleştirebilmeleri ve dolayısıyla çocuk haklarının yaşama geçirilmesini engelleyebilecek tüm durumlardan korunmaları ile mümkündür. Çocukların haklarının korunması konusunda, ilgili tüm kişi ve kurumların görev ve sorumluluğu bulunmakla birlikte, haklara saygı gösterilmesi, hakların ihlal edilmemesi ve geliştirilmesi konusunda temel yükümlülük devlettedir.

*Ayrımcılığa Uğramama İlkesi: Çocuk hakları da insan hakları gibi evrenseldir ve istisnasız tüm çocuklar için talep edilmelidir. Çocuğun cinsiyeti, kendisinin ya da ana babasının ırkı, rengi, etnik kökeni, inancı, düşüncesi, dili, cinsel yönelimi sebebiyle ayrımcılığa uğraması engellenmelidir. Sözleşmeye taraf olan devletler, hiçbir ayrım yapmadan kendi egemenlik alanlarındaki bütün çocukların sözleşmede yer alan haklarını tanır ve taahhüt ederler.

*Çocukların Katılımı İlkesi: Çocukların kendilerini doğrudan ya da dolaylı ilgilendiren tüm konulardaki kararlara katılımlarının yolu açılmalıdır. Düşünce geliştirmelerine, düşüncelerini ifade etmelerine olanak sağlanmalı ve düşünceleri dikkate alınmalıdır. Büyüklerin çocukları dinleme, onların fikirlerini öğrenme ve onlara saygı gösterme sorumluluğu vardır. Çocuğun katılımı ilkesi çocukların düşünce geliştirme ve düşüncelerini ifade etmesi önündeki engellerin kaldırılmasını gerektirir.

Bunun yanı sıra Türkiye’de ÇHS’nin onaylanması sırasında ana dil, azınlık ve etnik köken tanımlamaları geçen üç maddeye (17, 29 ve 30. Madde) konulan çekincelerin kaldırılmamış olması Devletin çocuğun insan haklarına bütüncül bakamadığının göstergesi olarak halen karşımızda durduğunu unutmamak gerekmektedir. Oysa Türkiye’nin onayladığı insan hakları sözleşmeleri de çocukla ilgili tüm düzenlemelerin çocuğun gelişimsel özelliklerini, kendini gerçekleştirmesini, katılımını ve özgürlüklerini teşvik eden ve gerektiğinde çocuğu ebeveynlerinden de koruyan yani çocuğun yüksek yararını gözeten bir nitelikte olmasına işaret eder (İHEA, 2014).
 Dolayısıyla çocuk haklarının insan haklarının çocuklar için özel gerektirdikleri olması ve çocukluğun yadsınamaz önemi, devletlerin yetkileri altında bulunan her çocuğun hak ve ihtiyaçlarını gözeterek yapılanmasını gerektirmektedir.

Kaynak:
1-İHEA- İnsan Hakları Eğitimi Ortak Çalışma Ağı, (2014). “19. Milli Eğitim Şurası Kararlarının İnsan Hakları Bağlamında Değerlendirilmesi”, http://www.ihea.net.tr/haberler/18-19-milli-egitim-surasi-kararlarinin-insan-haklari-baglaminda-degerlendirilmesi
2- Maksudyan, Nazan (22 Eylül 2014), Türkiye’de Çocuk Olmak, http://tr.boell.org/tr/2014/09/22/turkiyede-cocuk-olmak
3- Yankı, Zeynep (2014). “Aile Toplumun En Faşizan Kurumudur” http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=17268
4- Gündem Çocuk (2009). Türkiye Çocuk Politikası Konferansı (Çalıştay Sonuçları) http://www.gundemcocuk.org/belgeler/yayinlarimiz/kitaplar/T%C3%BCrkiye%20%C3%87ocuk%20Politikas%C4%B1%20(%C3%87al%C4%B1%C5%9Ftay%20Sonu%C3%A7lar%C4%B1).pdf
5- Yaşar Kemal’in Kemal Özer’e verdiği söyleşi, 13 Eylül 1975, “Çocuklar İnsandır”, s. 17, Yapı Kredi Yayınları, 2013, İstanbul.
6- Sözleşmenin bazı yorumlarında bu ilke “çocuğun yüksek yararı ilkesi” olarak da tanımlanmaktadır. Gündem Çocuk Derneği, “çocuğun yüksek yararı ilkesi”nin bir üst ilke olarak ele alınmasının sözleşmenin amacına ve yapısına daha uygun olduğu görüşündedir.

İlgili haberler
‘Devlet görevini yapsaydı Yiğitcan yaşıyor olurdu’

Yiğitcan'ın annesi Neriman Türkoğlu artık adalet istiyor: “Ölüm onun için kurtuluştur. Ölmesin, müeb...

Yine çocuklar babaları tarafından öldürüldü!

Boşanmak isteyen kadınların ya kendileri ya da çocukları öldürülüyor. Maltepe’de iki çocuk babası ta...

Erkek şiddeti sadece kadınları mı hedef alır?

Önce ölmemek hayatta kalmak sonra özgürleşmek için, kadınlar ve çocuklar için neler yapılabilir? Bab...