Türkiye’de kürtaj hakkı: Yasal ama ulaşılamaz
Kürtaj hakkı en çok yoksul kadınlar için erişilemez hale geldi; özel hastanelerde yüksek ücret, kamu kurumlarında ideolojik baskı ve fiili yasak var!

Kürtaj kimi zaman yasaklandı, kimi zaman görmezden gelindi, kimi zaman da kadınların sağlık hakkı kapsamında düzenlendi. 20. yüzyılın ortalarına kadar dünyanın birçok ülkesinde yasak olan kürtaj, kadınların kitlesel mücadelesi ve anne ölümlerindeki artışın yarattığı baskıyla giderek yasallaşmaya başladı. Kürtaj dünyada ilk kez 1920 yılında Sovyetler Birliği’nde yasallaşırken, 1970’lerde Avrupa’nın pek çok ülkesinde serbest hale gelmeye başladı. 1973’te ABD Yüksek Mahkemesinin Roe v. Wade kararı ile kürtaj, kadınların anayasal hakkı olarak tanındı. Ancak kürtaj hakkı dünya için de Türkiye için de henüz “tarih” olmuş bir tartışma değil.

Türkiye’de ise Osmanlı döneminde “cenin düşürme” suçtu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da yasaktı. 1960’lardan itibaren nüfus planlaması politikaları gündeme geldi. 1970’lerde kadın hareketi ve sağlık örgütlerinin baskısı, güvensiz kürtaj kaynaklı ölümlerin artışıyla birleşince 1983’te çıkarılan “Nüfus Planlaması Hakkında Kanun” ile gebeliğin 10. haftasına kadar isteğe bağlı kürtaj yasal hale geldi. 2002 yılında iktidara gelen AKP, 2010’lu yıllarla birlikte kadınların bu hakkında da saldırdı. Eğitimden sağlığa, kamusal alandan medeni haklara kadar kadınları her fırsatta hedefine koyan iktidar kürtaj hakkına da göz dikmiş durumda.

Yasa değişmedi ancak fiili yasak var

Yasa hâlâ geçerli olsa da pratikte tablo farklı. Birçok kamu hastanesi kürtaj talebini reddediyor. Gerekçe olarak “cihaz bozuk”, “doktor yok” gibi bahaneler öne sürülüyor. Bazı hekimler ideolojik gerekçelerle işlemi yapmayı reddediyor. 18 yaşını doldurmuş kadınların kendi rızası yasal olarak yeterli olsa da kimi sağlık kuruluşları “eş onayı” talep edebiliyor.

Bu tablo, hukuken var olan hakkın kadınların elinden fiilen alınması anlamına geliyor.

Bir kadının yasal hakkına erişim mücadelesi

Van’da yaşayan ve yasal kürtaj hakkını kullanmak isteyen bir kadın, bu süreçte psikolojik baskı, ticari yaklaşım ve kimi sağlık emekçilerinin yargılayıcı tutumlarıyla karşılaştığını anlattı. Anlatılanlar, yasal bir hakkın dahi bireysel inisiyatif ve ön yargılar nedeniyle nasıl bir travmaya dönüştürüldüğünü gözler önüne seriyor.

Adının açıklanmasını istemeyen kadın, ilk olarak evine yakın bir özel hastaneye başvurduğunu belirtti. Muayene sırasında doktorun bilimsel yaklaşımdan uzaklaşarak kendisini dini argümanlarla ikna etmeye çalıştığını söyledi. “Türkiye’de çok kadın çocuk sahibi olmak istiyor” gibi ifadelerle baskı kuran doktor, kadının “Siz bir bilim insanısınız, bu benim kişisel inançlarımla ilgili bir konu” demesi üzerine tutumunu değiştirdi.

Doktor bu yasal işlemi inançları gereği yapamayacağını belirtti. Ancak, bir hafta sonra 4 bin lira karşılığında, hastane dışında ve anestezi olmadan bu işlemi yapabileceğini söyledi. Kadın, doktorun “Merdiven altı değil” dediği bu işlemin, kadının tüm acıyı çekmesi ve hastanenin risk almaması üzerine kurulu olduğunu fark ettiğini de sözlerine ekledi.

Devlet hastanesinde yargılayıcı yaklaşım

Yaşadığı bu hayal kırıklığının ardından, kadın bir arkadaşı aracılığıyla Van Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görev yapan bir doktordan yardım istedi. Bu kez doktorun yaklaşımı son derece profesyoneldi; herhangi bir ön yargıyla karşılaşmadı ve tıbbi süreç hakkında bilgilendirildi. Ancak asıl sorun hastane personelinin davranışlarıyla başladı.

Kocasıyla birlikte hastaneye giden kadın, hemşirelerin kendilerini gördüğünde alaycı bir şekilde “Aa, istemli kürtajmış” şeklinde fısıldadıklarını anlattı. Eşine ve babasına da kaba davranıldığını belirten kadın, bu tutumun yasal hakkını kullanan bir bireye karşı duyulan rahatsızlıktan kaynaklandığını düşündüğünü söyledi.

Ameliyathaneye girmeden önce bir hemşirenin, fitil yerleştirme sırasında “Daha önce hiç yapmadın mı?” gibi sorular sorduğu, ameliyathanede ise anestezi doktorunun “Evli misin? Kaç çocuğun var? Bir çocuğun varken neden bir tane daha doğurmadın?” gibi kişisel ve yargılayıcı sorular yönelttiği belirtildi. Kadın, bu soruların ameliyatı yapacak olan doktorun müdahalesiyle son bulduğunu ifade etti.

'Hamile kalmak benim için artık bir kabus'

Yaşadığı bu süreç sonrasında, kadının hamilelik ve çocuk sahibi olma düşüncesinin bir “kabusa” dönüştüğünü ifade etmesi, bu deneyimin derin travmatik etkisini ortaya koyuyor. Özellikle kürtajın yasal bir hak olmasına rağmen, sağlık çalışanlarının kişisel inançları ve ahlaki yargılarıyla hastaları psikolojik olarak yıpratması, mevcut sistemdeki önemli bir sorunu işaret ediyor.

Kadın, benzer ekonomik zorluklar yaşayan ve istemediği halde çocuk sahibi olmak zorunda kalan kadınların durumuna da dikkat çekerek, bu toplumsal baskı ve ön yargının daha geniş kitleleri nasıl etkilediğini vurguladı. Bu olay, kürtajın sadece tıbbi bir işlem değil, aynı zamanda kişisel özgürlük ve toplumsal adalet meselesi olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

'En çok yoksul kadınlar mağdur oluyor'

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu Üyesi Dr. Derya Bulgur, Türkiye’de kürtaj yasal olmasına rağmen kamu hastanelerinde fiilen ulaşılamaz hale geldiğini belirterek, bunun kadın sağlığı açısından ciddi riskler yarattığını söyledi.

2010’lardan bugüne süren söylem

Bulgur, iktidarın kürtaj karşıtı tutumunun 2010’lu yıllardan itibaren belirginleştiğini hatırlattı. O dönemde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözleriyle tartışmayı sertleştirdiğini aktaran Bulgur, “Yasal bir hizmet, iktidarın söylemleri ve baskıları nedeniyle erişilmez hale getirildi” dedi.

Sezaryen doğumları da hedef alan söylemlerin kadınların bedenleri üzerinde tahakküm oluşturduğunu vurgulayan Bulgur, “Kadınların nasıl doğuracağına dair siyasi müdahaleler, sağlık hakkını kısıtlıyor” diye konuştu.

2025 aile yılı ve nüfus politikaları

2025’in aile yılı ilan edilmesi, “Normal Doğum Eylem Planı” ve “Aile Enstitüleri” gibi adımların, doğurganlığı artırmayı hedefleyen pronatalist politikalara dönüş anlamına geldiğini belirten Bulgur, “İktidar doğum oranlarının düşmesini genç nüfus ve iş gücü kaybı olarak görüyor. Kürtaj karşıtlığı, sezaryen karşıtlığı ve aileyi merkeze alan politikaların tümü bu amaca hizmet ediyor” dedi.

Fiili yasak ve vicdani ret baskısı

Türkiye’de kürtajın gebeliğin 10. haftasına kadar yasal olduğunu hatırlatan Bulgur, kamu hastanelerinde ise fiilen yapılmadığını ifade etti: “Hekimlere ‘kürtaj yapmayın’ yönünde baskı uygulanıyor. 2012’den itibaren ‘vicdani ret’ kavramı gündeme getirildi. Oysa kamu hastanesinde çalışan bir hekimin keyfi olarak kürtajı reddetmesinin hukuki dayanağı yok.”

Yoksul kadınlar merdiven altına mahkum

Kürtaj hizmetinin özel hastanelerde para karşılığı verildiğini, bu durumun en çok yoksul kadınları mağdur ettiğini söyleyen Bulgur, “Maddi imkanı olanlar özelde hizmet alabiliyor. Ancak yalnızca kamuya başvurabilen kadınlar ya bu hizmetten mahrum kalıyor ya da sağlıksız koşullarda merdiven altı yöntemlere yöneliyor. En çok yoksul kadınların ödediği bedeli ağır oluyor” dedi.

Bekar kadınların sağlık kurumlarında ayrımcılığa uğradığını da belirten Bulgur, muhafazakar baskılar nedeniyle çoğu zaman kötü muameleyle karşılaştıklarını vurguladı.

Anne ölümlerinde düşüş

1983’te kürtajın yasal hale gelmesinin kadın sağlığı açısından bir dönüm noktası olduğunu hatırlatan Bulgur, “Yasallaşmadan önce kadınlar sağlıksız yöntemlerle gebeliklerini sonlandırmaya çalışıyordu. Buna bağlı anne ölüm oranları yüzde 53’tü. Kürtajın yasallaşmasıyla bu oran yüzde 2’ye indi” diye konuştu.

Çözüm önerileri

Bulgur, kadın sağlığının korunması için atılması gereken adımları şöyle sıraladı:

    • Kamu hastanelerinde kürtaj hizmetinin ücretsiz ve erişilebilir olması,

    • Doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaştırılması,

    • Birinci basamaktan itibaren aile planlaması ve üreme sağlığı hizmetlerinin güçlendirilmesi,

    • Ebelerin yeniden sahada aktif rol alması.

Son olarak, “Kürtaj hakkı yalnızca bireysel bir tercih değil; anne ve çocuk sağlığı açısından bir halk sağlığı meselesidir. Yasal bir hakkın fiilen uygulanmaması kadın bedeni üzerinde tahakküm yaratıyor ve toplumun geleceğini tehdit ediyor” ifadelerini kullandı.

Kadın örgütlerinin mücadelesi
Kadın örgütleri ise yıllardır aynı sözü yineliyor: “Kürtaj haktır, engellenemez.”
Türkiye ve dünyada kadın hareketi kürtaj hakkının fiilen engellenmesini kadınların bedenine müdahale olarak görüyor. Sağlık emekçileri de güvensiz yöntemlere zorlanan kadınların yaşamlarının riske atıldığına dikkat çekiyor. Sokak eylemleri, basın açıklamaları ve hukuki girişimlerle kürtaj hakkının sadece kağıt üzerinde değil, gerçek yaşamda da kullanılabilir olması için mücadele sürüyor. Dünya genelinde kimi ülkelerde ilerleme, kimi ülkelerde geri gidiş yaşansa da kadınların ortak talebi değişmiyor: Güvenli, ücretsiz ve erişilebilir kürtaj hakkı.
Sağlık Bakanlığının verileri eksik

    • Sağlık Bakanlığının kürtaja dair resmi ve güncel bir istatistik yayımlamadığını vurgulamak gerekiyor. 2010’ların ortasından itibaren Bakanlığın resmi raporlarında “isteğe bağlı kürtaj” verileri neredeyse hiç yer almıyor.

    • 2016’da yapılan bir araştırmada (Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü – TNSA) kadınların yüzde 15’inin yaşamları boyunca en az bir kez kürtaj yaptırdığı, ancak bunun çoğunlukla özel sağlık kuruluşlarında gerçekleştiği saptanmıştı.

    • Bakanlığın kendi hastanelerinde kürtaj hizmetinin sunulmadığı yönünde de dolaylı veriler mevcut. 2012’de yapılan bir araştırmada kamu hastanelerinin sadece yüzde 7’sinin isteğe bağlı kürtaj hizmeti verdiği ortaya konmuştu.

İsteğe bağlı kürtaj yapan hastane sayısı yok denecek kadar az
Mor Çatı, başvuran kadınların deneyimlerinden hareketle raporlar yayımlıyor.
    • Kadınlar sık sık şu engelleri dile getiriyor:
        ◦ Kamu hastanelerinde “cihaz yok, doktor yok” gerekçesiyle reddedilme.
        ◦ Eş onayı istenmesi.
        ◦ Yönlendirildikleri özel hastanelerde çok yüksek ücretlerle karşılaşmaları.
Mor Çatı’nın aktardığına göre, bu engeller kadınları ya gebeliği istemedikleri halde sürdürmeye ya da sağlıksız ve riskli koşullarda kürtaj arayışına itiyor.
Yine derneğin yayımladığı “Kamu Hastaneleri Kürtaj Uygulamaları Araştırma Raporunda” 12 ilde 184 kamu hastanesine yapılan görüşmeler sonucunda şu veriler yer aldı:
    • İsteğe bağlı kürtaj yapan hastane sayısı: 9
    • Gerekçeli kürtaj yapan hastane sayısı: 65
    • Kürtaj yapmayan hastane sayısı: 76
    • Diğer/Cevap vermeyen hastane sayısı: 34
Uluslararası istatistikler

    • Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ): Dünyada her yıl yaklaşık 73 milyon kürtaj gerçekleşiyor. Bunun yüzde 45’i güvenli olmayan koşullarda yapılıyor.

    • Güvensiz kürtaj nedeniyle her yıl yaklaşık 39 bin kadın hayatını kaybediyor, milyonlarca kadın ise kalıcı sağlık sorunları yaşıyor.

Yasal durum

        ◦ Avrupa’nın büyük çoğunluğunda kürtaj 10-14. haftaya kadar serbest.

        ◦ Latin Amerika’da son yıllarda Arjantin, Kolombiya ve Meksika gibi ülkelerde yasallaşma adımları atıldı.

        ◦ ABD’de ise 2022’de Roe v. Wade kararının iptaliyle birçok eyalet kürtajı yasakladı.

Fotoğraf: Serra Akcan - csgorselarsiv.org

İlgili haberler
İtalya’da yeni yasayla kürtaj isteyen kadınlara psikolojik baskı artacak

İtalya'da hükümet Temsilciler Meclisi'nden onay aldığı torba yasada kürtaj danışma kliniklerine kürtaj karşıtı derneklerin girişine izin veriyor. Yasa değişikliği Senatoda.

Polonya'da kürtaj seçeniği sunulmayan hamile kadın yaşamını yitirdi, kadınlar sokağa çıktı

Polonya’da hamile bir kadının hastanede septik şok ile hayatını kaybetmesinden sonra kendisine hayatını kurtarabilecek kürtaj seçeneğini sunulmadığı anlaşıldı. Kadınlar kürtaj yasasını protesto etti.

Şili’de kürtaj hakkı eyleminde üç kadın bıçaklandı

Şili’de yasal ve ücretsiz kürtaj hakkı için geniş katılımlı bir eylem düzenlendi. Eylem sırasında üç kadın bıçaklanırken, polisin ve hükümetin saldırılar nedeniyle alarma geçmemesi tepki çekti.


  • EN SON
  • ÇOK OKUNAN
  • ÖNERİLEN

Editörden