Son dönemde eğitimdeki sorunlar çığ gibi büyüyor. Bir yandan “Maarif Model” olarak ifade edilen müfredat, eğitimdeki bilimsel niteliği yok etme tehlikesi içerirken bir yandan okullara yeterli bütçenin ayrılmaması ve “tasarruf” tedbirleri okullarda temizlik, güvenlik gibi sorunlar doğurmaya devam ediyor. Bunların yanı sıra eğitim emekçilerine yönelik saldırılar da iktidar eliyle örgütleniyor.
Hal buyken biz de Türkiye’deki eğitim sistemini, yaşanan sorunları ve sorunların nasıl çözülebileceğini İstanbul Eğitim-Sen 3 No’lu Şube Yürütme Kurulu Üyesi Cansu Karyemez ile konuştuk.
Bugünkü eğitim sistemine dair ne düşünüyorsunuz?
Çocukların okullara başlama yaşı 66 ay ile 72 ay arasında sınırlıdır. 66 ayını dolduran çocuk okula başlayabilir, 72 ayını dolduran çocuk ise okula kesinlikle başlamak zorundadır. 72 ay 6 yaşa denk gelmektedir. Dolayısıyla bir çocuk 6 yaşından itibaren okulun kapısından girer. Ancak maalesef okullar çocukların severek, isteyerek gittikleri bir yer olmaktan çok uzak. Peki neden okullarımız nitelikli değil?
Böyle olmamasının temel nedeni 2012 yılında başlatılan 4+4+4 eğitim öğretim programıdır. Bu eğitim programında ilk 4 yıl ilköğretim evresidir, sonra ortaöğretim evresine geçilir. Eğitim sürecinin ilkokul, ortaokul ve lise olarak bölünmesinin temel sebebi şudur: Çocukların bireyliğe geçişte soyut öğrenme dönemine geçmesi gerekir. Soyut öğrenme döneminden kasıt ise şu şekilde açıklanabilir: Çocuk soyut öğrenme yaşına gelene kadar bardağı görür ve “bardak” der, temas eder, dokunur. Çocuk için herhangi bir şeyin somut olması gerekir. Ancak 11-12 yaşlarından sonra çocuklar soyut öğrenmeyi daha da içselleştirir ve biz öğretmenler bazı kavramları bu dönemden sonra veririz. Çocuklar fen derslerindeki, tarih derslerindeki bazı kavramları da bu dönemden sonra daha iyi anlayabilirler. 4+4+4 sisteminde bu soyut öğrenme dönemi ortadan kalkıyor çünkü 6 yaşında okula başlayan çocuk, 10 yaşında ortaokul dönemine geçiyor. Buradan hareketle nitelikli eğitim zaten baltalanmış oluyor.
6 yaşındaki bir çocuk okula gittiğinde, her şeyi yaparak ve yaşayarak öğrenmesi gerekir ancak bizim okullarımızda durum böyle değil. Okullar bir çeşit yarı açık cezaevi gibi. Okulların fiziki koşullarına, binaların yapısına, bahçelerin olanaklarına baktığımızda çocukların oynayabilecekleri alanların olmadığını görüyoruz. Bazı şeyleri deneyimleyerek öğrenebilecekleri laboratuvarları yok. Türkiye’de şu an verilen eğitimin pek de nitelikli olmadığını söylemek mümkün.
EĞİTİM DÖRT BİR YANDAN KUŞATILDI
4+4+4 sistemiyle aslında istedikleri gibi bir “toplum eğitimi” planladılar denebilir. Başlattıkları, eğitimi dönüştürme projesinin birkaç tane sac ayağı var. Bunlardan bir tanesi ÇEDES’tir. ÇEDES normalde “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” adı altında bir projedir. Güzel bir proje gibi görünüyor ama sistem için içi çok dolu bir program. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı'nın Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile imzaladığı ÇEDES ile yapılan şey; bugün Milli Eğitim Bakanının STK dediği dini vakıflarla, cemaatlerle, tarikatlarla protokol yapmak için kapı aralamak. ÇEDES’in içinde bir sürü değer olmasına rağmen daha çok din eğitimli dersler veriliyor, projeler genellikle din kültürü öğretmenleri üzerinden yürütülüyor. Örneğin okullarda maket Kabe figürü yaptırıp taşlatıyorlar. ÇEDES’le birlikte okullarımızın içine vakıflar, tarikatlar girmeye başladı ve bu vakıflarla birlikte bazen okul içinde bazen de okul dışında etkinlikler yapılıyor. Bu etkinliklere bir örnek vermek gerekirse; çalışma bölgemizdeki bir okula pastacılık atölyesi adı altında bir etkinlik yazısı geldi. Böyle bir atölyeyi ancak aşçılık bölümü olan bir okulda yaparsınız. Ama yapan vakıfa bakılınca amaç anlaşılabiliyor. TÜRGEV imzasıyla bilinen Güzel İşler Fabrikası’nda yapılan bu atölye ile çocukların oraya gitmesi, atölye esnasında oradaki insanlarla iletişime geçmesi ve temas kurması planlanıyor. Bu etkinlikle il ve ilçe protokolleri ile yapıldığı için bizler de bir şey yapamıyoruz. Çalışma bölgemizdeki bir başka okulda yine protokolle gelen bir vakıf öğrencilere seminer verdi. Öğrencileri konferans salonuna topladılar, onlarla konuştular. Çocuklara “Size ne anlattılar?” diye sorduğumuzda “Hocam boş konuşuyorlar, anlattıkları bizleri cezbetmiyor ama bahsettikleri vakıfta yüzme havuzu varmış, spor salonu varmış. Bizler buralara kendi gücümüzle gidemiyoruz ama bunlara da gitsek iyi olur” şeklinde cevaplar aldık. En rahatsız edici durum da bu. Çünkü böylelikle yoksul kesimlerden öğrencilerle daha kolay temas kuruyorlar. Burada şunu da ifade etmek çok önemli: Anayasaya göre eğitim yalnızca MEB’in görevidir. Herhangi başka bir kurumun eğitim verme yetkisi yoktur ve uzmanlık mesleği olan bu hizmet başka kurumlara devredilemez. Bu konuda çok önemli bir söylemimiz var: Dersi öğretmen verir, ders okulda verilir!
Diğer sac ayaklarından bir tanesi de MESEM’dir. 2016 yılında başladı. Okulda adaptasyon sorunu yaşayan, “problem” olarak tanımlanan çocukları MESEM’e yönlendiriyorlar. Eskiden çocukları meslek liselerine yönlendiriyorlardı fakat o zaman çocuklar bir meslek öğreniyorlardı. MESEM’de eğitim verildiğini söylemek pek de mümkün değil. Çünkü MESEM ucuz iş gücü kapısı. Çocuk bir yerde, 4 gün staj adı altında herhangi bir patronun sömürüsü altında çalıştırılıyor. Haftanın bir günü okula geliyor ve o bir gün okula geldiğinde de “Çocuğum tarih dersini dinle, matematik dersini dinle” diyemiyoruz çünkü çocuk sosyalleşmeye geliyor. Okul sadece eğitim alanı değil aynı zamanda sosyalleşme alanıdır. Dolayısıyla ucuz iş gücü ciddi psikolojik tehlikeleri olan ama aynı zamanda sistemin de şu anda çok güzel kullandığı bir programdır.
“Türkiye yüzyılı maarif modeli” nedir? Yeni müfredatta neler değişti?
MESEM işin sermaye boyutu olarak kullanılıyor, ÇEDES ise işin dindar nesiller yetiştirmek boyutu olarak kullanıyor. Bununla işlediği eğitim sisteminin sonucunda geçen sene yeni bir müfredat ile karşılaştık. Müfredatın ortak bir metni var. Ortak metinde bir kere bile demokrasi kelimesi geçmiyor. Bir kere bile evrensel değerler kelimesi geçmiyor. Bir kere bile çağdaş eğitim kelimesi geçmiyor. Peki sizce ahlak kelimesi kaç kere geçiyordur? Sayısız kere geçiyor. Bu ahlak kime göre, neye göre? Ahlak eğitimini vermek öğretmenlerin işi değildir. Eğitim kamusal bir hizmettir ve laik bir ülkede verilecek olan eğitimde çağdaş ve bilimsel yöntemler kullanılır. Ücretsiz olmalıdır. Çocukların hem fiziksel sağlığını hem zihinsel sağlığını gözetmelidir. Tüm bunlar eksikken diğer yandan ahlak defalarca kez üzerinde durulan bir kavram. Peki neden? Siyasal iktidar diyor ki; “Ben bu müfredatla şunu istiyorum: eleştirmeyen, sorgulamayan, itaat eden ve benim politik ideolojim çerçevesinde gelişecek bir nesil.
Müfredat içerisinde aile kavramı çok fazla kullanılıyor. 1. sınıftan itibaren aile kavramı işlenmeye başlanmış. Müfredatın ortak metninde geçen bir cümle şu şekilde: “Aile fertlerinin öncelikli ihtiyaçları için kendi isteklerini erteler.” Biz bu durumu nasıl değerlendirelim? Buradan hareketle Narin meselesini nasıl değerlendirelim? Biz çocuklarımızı kutsal aile için böyle yetiştireceksek aynı zamanda kurban da edeceğiz. Ahlaki değerleri metnin içine “tek dil, tek mezhep” biçimiyle yedirmişler. Metin farklı inançlara saygıdan bahsediyor ancak kaynaklara baktığımız zaman çok büyük bir kısmının tek bir inanç ve mezhep doğrultusunda işlendiğini görüyoruz.
Diğer önemli bir konu ise biyoloji ve fen derslerinde evrim kelimesinin kaldırılıp yerine Arapça olgunlaşma ve gelişim anlamına gelen tekâmül kelimesinin koyulması. Bilimsel gerçekliği olan evrimin kitaplarda yeri yok. Coğrafya, tarih ve özellikle uluslararası ilişkiler ve dünya tarihi dersinde küresel güç olma ideali anlatılıyor. Ülkenin küresel güç olma arzusundan bahsediliyor. Öğrenciler bir yandan küresel güç olma arzusunu diğer yandan milli güvenlik ve savunma dersini aldığında finalde ortaya savaşın sebeplerini sorgulamayan ve barıştan uzak bir nesil yetişmiş olacak. Buradan bakıldığında aslında hepsi birbiriyle bağlantılı.
Biz istiyoruz ki eğitim müfredatının içine toplumsal cinsiyet eşitliği dersi konsun. Çünkü aile hayatında çocukların anneyi belli bir toplumsal role, babayı belli toplumsal bir role koymasındansa toplumsal cinsiyet eşitliği dersi alarak kadın erkek eşitliğini eğitim içinde öğrenmesini istiyoruz. Yeni müfredatta buna dair de bir şey yok. Sadece tek bir cümle geçiyor: “Kadın erkeğin eşit olduğunu bilir.” Bizim kastettiğimiz toplumsal cinsiyet eşitliği kadın ve erkeğin eşit olduğunu bilmesi değil. Çünkü çocuk şunu bilmiyor: Eşit ama nerede eşit? Yine evde bütün ev işleriyle uğraşan anne, yine eve maddi geliri getiren baba. Dolayısıyla baba maddi bir güç kaynağı, o yüzden otorite sahibi; anne evi çekip çeviren figür, yani evde her şeyi anne yapacak. Toplumsal cinsiyet eşitliği dersi almayan çocuklar kadın erkek eşitliğinden de toplumsal olarak cinsiyet eşitliğinden de uzak yetişiyorlar. Böyle yetişen bir toplumda da kadının görünürlüğü zedelenecek, kadın toplumda yer alamayacak. Kadınlar ve kız çocuklarının üzerinde farklı bir baskı kurulacak.
ÖĞRETMENLER VE ÖĞRENCİLER ARASINDAKİ EŞİTSİZLİK DERİNLEŞİYOR
Öğretmenlik Meslek Kanunu meclisten geçti. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Hali hazırda meclisten geçen kanunlar niceliksel çoğunluğa bakıldığı için geçiyor. Eğitim gibi çok önemli ve nitelikli olması gereken bir hizmeti üreten öğretmenlerle ilgili kararlar da bu biçimde verildi. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda (ÖMK) geçen maddelerden biri öğretmen akademileri kurmak. Öğretmen akademisi ne demek? Öğretmen 4, 5 yıl eğitim fakültesinde okuyor, mezun oluyor, KPSS’ye giriyor, sınavdan ve özellikle de mülakattan zar zor geçiyor. “Nihayet öğretmen olarak atanacağım” dediği noktada şu söyleniyor: “4 dönem yani 2 yıl daha benim kurduğum eğitim akademisinde eğitim alacaksın ve her gün geleceksin. Mazeretli dahi devamsızlık hakkın kısıtlı olacak. Ben bu akademiye öyle maddeler koyacağım ki sen bunlara uymak zorunda olacaksın. 2 yıl öğretmen maaşının yarısı kadar bir maaş alacaksın.” Bu rakam temmuz ayından önce 16 bin liraya yani asgari ücretin de altında bir rakama tekabül ediyordu. ÖMK ve akademi disiplin maddelerine bakıldığında bunun bir staj eğitimi değil, şekillendirme eğitimi olduğunu apaçık görebiliyoruz. Bu eğitimle, öğretmenlere makbul bir öğretmen olmanın gerekliliği anlatılacak; siyasal iktidara göre nasıl bir öğretmen olmanın gerekliliği! 2 yılın sonunda “Sen öğretmenlik yapamazsın” da diyebilirler. O zaman belli bir süre sınava da giremiyorsun.
2023 yılının KPSS atamaları halen yapılmadı ve 2025 yılına gireceğiz. Alelacele akademiyi kurmaya çalıştıkları için öğretmen atamalarını yapmadıklarını düşünüyoruz. Öğretmen atamalarının yapılmamasının diğer bir sebebi de ücretli öğretmen çalıştırılıyor olması. Ücretli öğretmen çalıştırdığı için daha az para veriyor. Ücretli öğretmen çalıştırdığı için “Atama yapmayacağım” diyebiliyor. Meslek Kanunu’nun şöyle bir yanı da var: Ben seni atarsam 3 yıl sözleşmeli olarak çalışacaksın. Sözleşmeyi okul müdürünün de feshetme yetkisi var. 3 yıl istediğimiz gibi çalış, sıkıntı çıkarma ki seni kadroya atayalım. Kadrolu olarak da 7 yıl çalış. 7 yıldan sonra seni uzman öğretmen yapacağız. Bir 10 yıl daha çalışırsan seni baş öğretmen yapacağız. Öğretmenler arasındaki bu statü farkları da hem eğitimin niteliğini olumsuz etkiliyor hem de çalışma barışını zedeliyor. Burada amaç apaçık, öğretmenleri sindirmek. Öğretmenlerin haklarını aramamasının ana sebeplerinden biri toplumla aynı, ekonomik sıkıntılar. Toplumu açlıkla terbiye ediyorlar. Oysa bizim çok önemli bir söylemimiz de bu konu ile ilgili: Eşit işe eşit ücret ve insanca bir yaşam istiyoruz.
Kasım ayı Mecliste bütçe görüşmelerinin yapılacağı ay. Eğitime nasıl bir bütçe ayrılacak? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kırtasiyeden temizliğe, eğitimin bütün masrafları velilerin sırtına yıkılıyor. Devlet eğitime bütçe ayırmak yerine özel okullara ve vakıflara bütçe ayırıyor. Velilerin sırtındaki bu yükün başında beslenme ve hijyen geliyor. Hijyen meselesi ve şu an çocukların okullarda sağlıklı beslenememesi tamamıyla bütçeyle alakalı ama bu para olmadığından değil. MEB’in elindeki bütçeyi farklı yerlere yatırmasından kaynaklanıyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri özelleştirme. Yine çalıştığımız bölgedeki ortaokullardan biri 8 yıl önce imam hatip ortaokuluna çevrildi. Veliler bu duruma itiraz ettiler, mahkeme süreci başlattılar. Mahkemeden velilerin lehine sonuçlar çıktı, tam 4 kez lehte karar verildi “Bu okulun imam hatip ortaokulu olmasına gerek yoktur” diye. Veliler ilçe Milli Eğitim Müdürü veya şube müdürleriyle görüştüklerinde aldıkları cevap ise “Özel okula gönderin çocuklarınızı” oldu.
Sosyal devlette okullara yeterli bütçe ayrılmak zorundadır. Her çocuğa ve öğretmenlere bir öğün ücretsiz yemek ve içilebilir temiz su verilmek zorundadır. Çünkü burası sosyal bir devlet. Ama ortada bir eşitsizlik var. Oysa Anayasa diyor ki herkese eşit ücretsiz eğitim verilmek zorunda. Para var fakat eğitime para yok. 2022 yılında Türkiye’de 4 bin 413 tane okul var. Baktığımızda 2024 yılında MEB’in STK dediği vakıflara aktardığı para 5 milyar 895 milyon 926 bin lira. Bu para vakıflara ayrılırsa tabii ki okullarda temizlik personeli olmaz, çocuklara bir öğün ücretsiz yemek verilmez. Eğitimden tasarruf ettiğinizde toplum sağlığını riske atıyorsunuz. Çocuğun fiziksel, psikolojik ve zihinsel sağlığını riske atıyorsunuz. Sağlıklı besin yeme hakkını elinden alarak, bu çocuklarda fırsat eşitsizliği yaratıyorsunuz. Velilere kırtasiye masrafları için belli bir ödenek ödenmesi gerekiyor. Ama MEB bunu yapmak yerine özel okul teşvik primi ödüyor. Çocuklarını özel okullara göndersinler diye seçtiği ailelere yıllık belli bir miktar teşvik primi ödüyor.
Dolayısıyla son söz olarak şunu söylemek gerekir: Nitelikli eğitim için gerekli bütün koşulların eksik olduğu bir yerde nitelikli eğitimin varlığından söz etmek mümkün değildir.
Fotoğraf: Evrensel
İlgili haberler
ÇEDES’e MESEM’e bütçe var, çocuklarımız için gıday...
‘Çocuğu olan, olmayan fark etmeksizin kadınlar alana indi, davaya sahip çıktı. MEB kendini nasıl sav...
Bakan Tekin: 'Her çocuğa ücretsiz yemek verilmesin...
Geçtiğimiz gün CNN Türk'te bir programda konuşan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, '18 milyon öğrenci...
Okullarda bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek de temi...
Tüm velilere, eğitim emekçilerine, kadın ve çocuk örgütlerine, veli derneklerine çağrımızdır: “Okull...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.