Konfor coğrafyalarından, mekanlarından çıkıp gerçeğin çölüne gitmek
Kulaklara basmakalıp tabirler olarak gelen “üretimden gelen gücümüz” gibi ifadelerin içinde taşıdığı hakikati yeniden en genel hakikat haline getirmemiz gerekiyor.

Bugün burada, yeryüzünün her noktasında devrimcilere, özellikle de mücadeleci kadınlara feyz veren Rosa Luksemburg adına düzenlenen bu konferansta olmaktan dolayı çok heyecanlıyım.

Öncelikle kendimi tanıtayım, ben Sevda Karaca. Türkiye’nin devrimci geleneğinde önemli bir yer tutan, çok uzun yıllardır işçi sınıfının değiştirici gücüne ve mücadelesine bilimsel sosyalizmin ışığında katkı sunmaya çalışan Emek Partisinin Genel Yönetim Kurulu üyesiyim. Türkiye tarihinin en karanlık Meclisi olarak adlandırılan, çünkü Recep Tayyip Erdoğan’da ete kemiğe bürünen tek adam iktidarının ve onun en gerici ittifaklarının çoğunlukta olduğu Meclisteki sosyalist milletvekillerinden biriyim.

Bu konferansın sloganı "Dünya kimin?" ve konferans Rosa Lüksemburg'un ortaya attığı soruya odaklanıyor: "Sosyalizm mi barbarlık mı?" Yani, sermayenin açık barbarlığının alabildiğine güç kazandığı dünyada işçi sınıfının enternasyonal mücadelesi, sosyalist devrimin olanaklarını yaratmak için ne durumda? Bu soru zor bir soru çünkü gerçeğin karşısında yalanın, değiştirici bir güç olma iradesi yerine yılgınlığın, insanlığın ilerici birikimleri yerine en gerici değerlerin geçer akçe haline geldiği bu barbarlık çağında bu soruya görünenin ardındaki gerçeğe sınıf perspektifiyle bakarak yanıt verebiliriz ancak. Ve sınıf perspektifi, 90’lardan bu yana pek de muteber bir perspektif olarak görülmediği için görünmezleştirildi.

Camları silip, puslu görüntüleri temizleme vakti çoktan geldi…

Biraz geriye gidelim… 90’lardan bu yana, kendisini sosyalist olarak ifade eden pek çok örgüt çoğunlukla sınıf esaslı yaklaşımı terk edip farklı toplumsal hareketleri içermeye çalışan bir ittifaklar yapısına dönüşmüştü. Umutsuzluk had safhadaydı, işçi sınıfı yenilmişti ve hatta varlığı şüpheliydi, yerine geçen akıl almaz derecede çok kimlik ve hareket vardı, e hepsine de yetişilemiyordu, o zaman otonomculuktu, kesişimsellikti, yeni dünyacılıktı, postmarksizmdi… Bütün bunlar işçi sınıfının kapitalizmi yıkmaktaki merkezi rolünü yok saymak anlamına da geliyordu.

Yeniden hatırlayalım hep birlikte:

Biz sosyalistler, işçi sınıfını ve sınıf mücadelesini toplumsal dönüşümün ve sosyalizmin inşasının tam merkezine yerleştiriyoruz. Ve diyoruz ki işçi sınıfı, devrimci bir kuvvet haline gelebilmek için gerekli stratejik toplumsal güce sahip olan tek toplumsal sınıftır.

Bu bir “inancın” gereği değil, üretim ilişkilerine, toplumsal ilişkilere ve iktidara ilişkin kapsamlı bir çözümlemeden çıkan bilimsel bir sonuç.  İşçi sınıfının potansiyel olarak devrimci sınıf olduğu belirlemesi metafizik bir soyutlama değil, maddeci ilkelerin bir uzantısı.

İşte bu temel çıkarım, her şeyin sınıfsallığının daha bariz hale geldiği içinden geçtiğimiz şu dönemde kendisini daha çok dayatıyor.

Şimdi buradan dünyaya bakalım ve yanıtlamaya çalışalım:

SON 20 YILDIR DÜNYA NE HALE GELDİ?

-    Giderek ağırlaşan yaşam koşulları, çalışma yaşamının özellikle kadınların ev ve bakım yükleri gerekçe edilerek esnekleştirilmesi, güvencesizleştirilmesi, artık tek bir işte çalışmanın yetmediği, farklı farklı onlarca işte ölesiye çalışıp yine de geçinememe derdi,
-    Emperyalistler arası rekabet ve dünyayı paylaşım mücadelesinin sadece şu ya da bu bölgede değil, kutuplar gibi en ücra yerlerde dahil tüm alanlarda şiddetlenmesi ve dünyanın ötesine doğru genişleme eğilimi göstermesi,
-    Dünyanın her yerine yayılan savaş ve çatışma, artan milliyetçilik ve ırkçılık,
-    Hem savaş hem ekonomik nedenlerle artık güvenle yaşanabilecek bir ortam bulamayan halkların kitleler halinde göçü,
-    Göçmenlerin göç ettikleri yerlerdeki yaşam koşulları nedeniyle, aslında sermayeye yönelmesi gereken öfkenin hedefi haline getirilmeleri,
-    Giderek artan kadın ve LGBTİ düşmanlığının tüm bu tablo içinde “meşru ve sıradan” hale gelmesi…

Dünya bu haldeyken sermayenin yine kendi yarattığı krize çıkış yolu olarak ortaya attığı şey daha muhafazakâr, daha ırkçı, daha popülist, daha antidemokratik partilerin ve siyasi figürlerin “kurtarıcı” olarak piyasaya sunulması oldu.

“En gelişmiş, demokrasinin beşiği” olarak yansıtılan ülkelerde bile burjuva demokrasisinin işleyişini ayaklar altına alan uygulamalar yaygınlaşıyor.

-ABD’de Trump seçim sonuçlarını tanımadı ve kongre basıldı.
-İngiltere’de Başbakan Johnson seçim öncesinde parlamentoyu askıya almaya çalıştı.
-Fransa’da Macron emeklilik yasasını değiştirirken parlamentoyu devre dışı bıraktı.
-Brezilya’da halkın mücadelesinin gelişmesine bağlı olarak seçimi kaybeden Bolsonaro seçim sonuçlarını kabul etmeyerek askeri darbe çağrısında bulundu ancak kendisi ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
-Tunus’ta parlamento feshedilirken, Bolivya ve Peru’da darbelerle yeni seçilmiş başkanlar görevden alındı. Sudan, Mali, Yukarı Volta, Mynamar son olarak Nijer’deki darbelerle askeri yönetimler kuruldu.

Neredeyse tüm dünyada göçlere, teröre karşı mücadele, ülkenin savunulması ve ekonominin istikrarlı gelişmesini güvenceye alma vb. gerekçelerle demokratik hak ve özgürlükler daha da sınırlandırılıyor. “Enflasyonla mücadele” gerekçesiyle hemen her ülkede burjuvazi sıkı para politikası uygulamaya yönelerek, kamu harcamalarında kesintiye gidiyor. Irkçılık, şovenizm, yabancı düşmanlığı bütün ülkelerde körükleniyor.

Tüm bunlar tekellerin sadece bağımlı ülkelerde değil gelişmiş kapitalist ülkelerde de eskisi gibi yönetmekte daha çok zorlandıklarını gösteriyor.

Ekonomik, politik her alanda saldırıların sürmesinin, ücretlerin düşmesinin, yaşam ve çalışma koşullarının giderek kötüleşmesinin kaçınılmaz sonucu, işçiler ve emekçiler arasında hoşnutsuzluk, mücadele ve örgütlenme eğilimlerinin yükselmesi oldu. Bu hareketliliğin esas zeminini kapitalizmin yarattığı eşitsizliğin, adaletsizliğin, sömürünün, şiddetin ağır sonuçlarına artık daha fazla katlanmak istemeyen emekçilerin başka bir yaşam hayali oluşturuyor.

DÜNYADA İŞÇİ VE EMEKÇİLER ARASINDA HOŞNUTSUZLUK VE MÜCADELE EĞİLİMİ

-    İngiltere’de 30 yıllık aranın ardından, 2022’de demiryollarında başlayan grevler; ücretlerin yükseltilmesi, iş yoğunluğunun azaltılması talepleri temelinde çok sayıda iş koluna doğru yayıldı.
-    2022 Eylül’de Fransa’da, enerji, eğitim ve demiryolu işçilerinin grevlerini gördük. Ocak 2023’te gündeme getirilen “emeklilik reformu”na emekçiler yanıtı gösteriler ve yürüyüşlerle verdi, ülke 1995’ten bu yana en büyük grev ve gösterilerle sarsıldı, politik bir özellik de kazandı. 
-    Almanya’da grevler yaygınlaştı. Uzun bir aradan sonra grev yasakları gündeme geldi.
-    ABD’de, Çalışma Bakanlığı’nın verilerine göre; 2022’de ABD’deki grevci işçi sayısı, önceki yıla göre yüzde 50 artışla 120 bini aştı.
-    Hindistan’da bütün ülkeye ve tüm sektörlere yayılan ve milyonlarca işçinin ve emekçinin katıldığı genel grevlerde; özelleştirmelerin durdurulması, yoksul ailelere gelir desteği, zenginlerden alınan vergilerin artırılması vb. siyasi talepler de ileri sürüldü.
-    2022’nin başında, Kazakistan’da petrol işçilerinin grevleriyle başlayan protestolar kısa sürede genişledi, ülkeyi 32 yıl yöneten Nur Sultan Nazarbayev destekli yönetimi hedef alarak tüm ülkeye yayıldı. Ayaklanmaya doğru gelişen kitlesel gösteriler ancak; olağanüstü hal ilanı, Rusya’nın müdahalesi ve onlarca insanın ölümüne yol açan devlet terörü ile kontrol altına alınabildi.
-    Sri Lanka’da, temel ihtiyaç maddelerinin aşırı pahalanması üzerine, “Diktatör Gota” sloganlarıyla başkanlık sarayı etrafında toplanan halk hükümeti istifa ettirdi ve devlet başkanı ülkeden kaçtı.
-    Brezilya’da 2022 sonbaharında yapılan seçimlerin ikinci turunda, işçi sınıfı ve emekçi halkın yükselen hareketiyle yenilgiye uğratılan ve ülkede faşist bir diktatörlük kurma peşindeki Bolsonaro ABD’ye kaçtı.
-    Bolivya’da faşizmi inşa girişimi kitlesel direnişler üzerinde yükselen seçim zaferiyle püskürtüldü.
-    Peru’da, parlamentonun feshedilerek olağanüstü hal ilan edilmesi; günler süren ve onlarca insanın ölümü ve yaralanmasıyla sonuçlanan kitlesel gösterilere yol açtı.
-    Artan akaryakıt ve gıda maddeleri fiyatları Ekvador’da; yaygın gösterilerle yerlilerin başkente inmesine neden olunca, OHAL ilan edildi.
-    İran’da 2022 Eylül’de Amini’nin gözaltında öldürülmesi üzerine kadınların kitlesel mücadelesiyle başlayan halk hareketi; sokak eylemlerini, üniversite ve liselerde öğrenci ve öğretmenlerin boykotlarını, fabrikalarında konseyler kuran işçilerin grevlerini kapsadı.
-    Sudan halkının ayaklanması sürerken, Afrika’nın en gelişmiş ülkesi olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nde işçi mücadeleleri son yıllarda gelişmeye devam etti.
-    Bangladeş, Güney Afrika Cumhuriyeti, Yunanistan, Pakistan, Meksika örneklerinde de görüleceği gibi, işçilerin sendikalarda örgütlenme girişimleri artarken işçi hareketi yer yer diğer emekçi sınıfların desteğini de alarak yaygınlaştı ve gelişti.
-    Türkiye’de de işçi sınıfı ve emekçiler son 3 yıldır önemli eylemler gerçekleştirdiler. 2021 yılında birçok sendikasız işyerinde, işçiler ücret yükseltmek, hak gasplarına dur demek, örgütlenme engellerine karşı çıkmak için grevler, iş bırakmalar ve direnişler yaptılar. Ve bunu Erdoğan yönetimi altında, tek adam rejiminin korkunç baskıları altında gerçekleştirdiler. Sendika yasalarındaki değişiklikle işyerlerinde sendikal yetki alma sürecine ağır koşullar getirilmesine rağmen bu dönem işçi sınıfı için örgütlü mücadelenin öneminin arttığı bir dönem oldu.

DÜNYADAKİ İŞÇİ HAREKETLERİNİN NİTELİĞİNE BAKTIĞIMIZDA GÖRDÜKLERİMİZ

İşçi hareketi kimi zaman sınırlı politik talepler ileri sürse de genel olarak kendiliğinden hareketin dar alanında gelişiyor. Bunun zayıflıklarını taşıyor. Ekonomik mücadelesi bile henüz kalıcı ve ileri kazanımlar elde eden, tekellerin ve egemenlik aygıtlarının saldırılarını püskürten bir mücadele olarak ilerleyemiyor.

İşçi sınıfının ancak küçük bir azınlığı sendikalarda örgütlü ve bu sendikalar da burjuvaziyle, tekellerle işbirliği yapan sendika bürokrasisinin denetiminde. İşçi sınıfının kendi partisinin etrafında bağımsız bir toplumsal güç olarak örgütlenmemiş olması onun gelişen hareketinin bünyesinde taşıdığı zayıflıkların temelini oluşturuyor. Bu zayıflığın giderilmesi, işçi hareketinin bağımsız politik bir hatta ilerlemesi için kararlı bir çalışma sürdürmek devrimci sınıf partilerinin bulunduğu her yerde temel bir sorumluluk. Bu aynı zamanda ezilen halkların hareketinin gelişmesi ve tam bir kurtuluşa doğru ilerlemesi için de şart.

İŞÇİ HAREKETİNİN BAĞIMSIZ POLİTİK BİR HATTA İLERLEMESİ…

Yani işçi sınıfının siyaset yapması meselesi en temel meselelerimizden biri. Ve “Siyaset yapmak nedir?” sorusuna da köklerimizi hatırlayarak bir cevap vermeye ihtiyacımız var. Lenin 1920’de Rus Komünist Partisi’nin 9. Genel Kurulu’nda siyaseti “ekonominin en yoğun, genelleştirilmiş ve keskinleşmiş ifadesi” olarak tanımlıyordu. Siyaset, sınıf çelişkilerinin kendini gösterdiği her zeminde, bu düzeni değiştirmeye yönelik her türlü taktik, stratejik ve ideolojik faaliyeti işaret ediyor.

Bu anlamda siyasete etki etme kapasitesi olan her türlü güç de maddi sınıf güç ilişkileri alanında ortaya çıkıyor. İşçi sınıfının etki gücü, siyasetin akışını değiştirecek, hayatın bildik seyrini durduracak zor kapasitesine sahip olması.

Tam bu noktada Filistin konusuna değinmek istiyorum: İsrail’in Gazze’ye dönük katliamı her geçen gün dozunu daha da artırıyor. Dünya devletleri değil ama dünya halkları Gazze’deki katliama giderek daha fazla ses çıkarıyor. Üstelik bunu, “demokrasinin beşiği ülkelerde” Filistin’in adının bile anılmasının, Filistin bayrağının taşınmasının yasaklandığı koşullarda gerçekleştiriyor halklar. Filistin konusunda ikiyüzlü bir tutumla, din kardeşliği ekseninde yaşananları siyaseten protesto eden Türkiye gibi ülkelerde ise İsrail’le ticari ilişkiler alabildiğine devam ederken, Gazze halkının üzerine yağdırılan bombaların çeliği, kimyasal malzemelerinin Türkiye limanlarından, bizzat Erdoğan ve yandaşlarının şirketleriyle sevk edilmeye devam ettiğini görüyoruz. İşte tam bu noktada, işçi sınıfının etki gücünün, zor kapasitesinin ne kadar hayati olduğunu görüyoruz.

İşte örnekler:

Belçika’daki taşımacılık sendikaları, İsrailli Elbit şirketine tedarik sağlayan işletmelerde greve çıktı, fabrikanın giriş çıkışını kapattı, mal tedarikini durdurdu. İşçiler, İsrailli firmayla anlaşmanın iptal edilmesini, aksi halde İsrail için üretim yapmayacaklarını bildirdi. Belçika’da Elbit şirketiyle anlaşması olan fabrikalar grev nedeniyle çalışmadı.

İspanya’nın Barselona kentinde liman işçileri, savaş malzemesi taşıyan gemilerin faaliyetlerini engelleyeceklerini ilan ettiler. İtalya’da liman işçileri de İsrail’e gidecek silahları yüklemediler.  Amerika’da Savunma sanayinde çalışan binlerce işçiyi temsil eden işçi liderleri ateşkes çağrısında bulundu. Batı Yakası liman işçileri sendikası, İsrail kargolarına dokunmama sözü verdi.

İşte bu, işçi sınıfının kapasitesi. Metaların üretim ve dolaşımını sekteye uğratmak… Sermaye düzeninin devlet aracılığıyla örgütlediği “meşru” şiddete karşı direnme ve üretimden gelen gücüyle karşı koymak. Ve evet, artık ne yazık ki kulaklarımıza basmakalıp tabirler olarak gelen “üretimden gelen gücümüz” gibi ifadelerin içinde taşıdığı hakikati yeniden en genel hakikat haline getirmemiz gerekiyor.

İşçi sınıfı burjuva düzendeki tüm temsil alanlarından bütünüyle dışlanmış durumda. Örgütlenme araçları elinden alınıp atomize edildi işçi sınıfının üyeleri. Bir sınıf olarak inşa ettiği tarihsel toplumsal ağlar parçalandı. Siyasete etki kapasitesi son derece azaldı. Uluslararası niteliği daha da artarken uluslararası örgütlenmesi zayıflatıldı. İşte böylesi bir dönemde işçi sınıfının değiştirici gücünün durağan bir potansiyel olmaktan etkin bir güç olmaya geçirilmesi için sabırla inançla ve çok büyük bir emekle çalışmak gerekiyor.

Direnmek, kavga etmek, örgütlenmek gerekiyor. Proletaryanın üretim araçlarına, dağıtım kanallarına, hayatın doğal görünen akışına müdahale potansiyelinden gelen gücünü sermaye karşısında harekete geçirmek gerekiyor.

Barbarlığın yıkılması için esas olana dönmek zorundayız, proleter emekçi yığınların gerçekliğiyle temas etme, hemhal olma derdi taşıyanlar öne çıkmak zorunda. Ve bu yüz yüzelik, iç içelik gerektiriyor, konfor coğrafyalarından, mekanlarından çıkıp gerçeğin çölüne gitmeyi gerektiriyor.

Ve hatırlatmak istiyorum ki bu, sosyal medyada görünürlükle olmuyor, bizzat alandaki emekle oluyor.

Sosyal medya çağında, bu yeni iletişim teknolojilerinin yarattığı toplumsal etkiyi küçümsemiyorum ama sanal kamuoyuna seslenen çağrıların kendi başına örgütleyici bir gücü olduğu düşünmek de büyük bir yanılgı. Dijital yaratıcılık işleri kolaylaştırabilir ama örgütlenmek için gereken iğneyle kuyu kazma çabasını, insanlarla saatlerce yüz yüze gelmeyi, ortaklaşmayı, birbirine güvenmeyi ikame edemez.

Son 10 yılda, bazen yenilgiyle bazen zaferle seyreden irili ufaklı direnişlerden doğan direngen hava var. Önümüzdeki dönem daha somut bir çatışmaya dönüşecek sınıfsal çelişkilerin keskinleştiğini göreceğiz. Şimdi işçi sınıfının politik örgütleri olan sınıf partileri, ekonomik örgütleri olan sınıf sendikalarının belirleyici misyonlar üstleneceği bir momentteyiz. Bu barbarlık döneminde, sosyalistler, devrimciler olarak görevimiz işçi hareketinin politik-örgütsel ihtiyaçlarını karşılamak. Yani her bir işçi direnişini, örgütlenmesini, hak arayışını, ezilenlerin en kısık çığlığını bile ortak, birleşik bir güzergâha taşımak...

Bizim görevimiz, örgütleri iğdiş edilen, haysiyetleri kırılmak istenen, her türden gericilikle çevrilen ezilenleri ve emekçileri, zincirlerini kırmaya sevk etmek için mücadele araçlarını geliştirmek.

Bugün sosyalizmin gerçekliğini yeniden güncel kılmalı, proletarya devrimciliğini halk arasında gerçek bir hareket olarak örgütlemeliyiz.

İşte uluslararası barbarlığı yenecek olan şey bu. Dünyanın bütün işçilerinin ve ezilen halklarının birleşmesi!

Barbarlık yenilecek, işçi sınıfı kazanacak, halklar kazanacak!

*Emek Partisi Milletvekili Sevda Karaca'nın 13 Ocak 2023'te Rosa Luxemburg konferansında yaptığı konuşmanın metni.

Fotoğraf: Eren Gültekin

İlgili haberler
Sosyalist bir tekstil işçisi: Helene Fleischer

Sosyalist bir tekstil işçisi olan Helene Fleischer faşizme karşı mücadele ederken Nazi Almanyası’nın...

Fabrika mutfakları Sovyet kadınlarını yorucu yemek...

‘Fabrika mutfakları’ projesi aslında kadınların hem evde yemek yapma zorunluluğunu ortadan kaldırmak...

Devrimin kızıl gülü Rosa Luxemburg

Rosa, bir kadının sınırlarının irade gücüyle ne kadar zorlanabileceğini, insanın prangası haline gel...