Her günümüzü mücadeleyle örme vakti
'Kendimizi okulumuzun, çalıştığımız yerin, içerisinde bulunduğumuz alanların örgütlü olabileceğimiz bir kolunda, kulübünde, topluluğunda bulduğumuzda bir ışık yakıyoruz kendimize ve birbirimize.'

Kadınların yaşadığı korkular ve öfke bardaktan taşıyor. 25 Kasım’da bir kez daha gördük ki hepimizin birbirini kucaklamaya, yan yana durmaktan aldığımız güçle hareket etmeye oldukça ihtiyacı var. Bir yandan da biliyoruz ki, birlikte olmaya ne kadar ihtiyacımız varsa bunun önüne geçmek için de o kadar baskı, yasak var.

Hepimizi her geçen gün daha çok dehşete düşürecek onlarca olay gördük, görmeye devam ediyoruz. Ülkede insan haklarına yönelik saldırıların dozu arttıkça kadın haklarına yönelik saldırılar da daha fazla artıyor, şekil değiştiriyor, vahşileşiyor. Bu durumun kendisi umutsuzluğu, çözümsüzlüğe inancı, “buradan sonrası değişmez”i beraberinde getirebiliyor kimi zaman. Böylece hayatlarımızı asgari düzeyde yaşayabileceğimiz sınırda, yalpalayarak idame ettirmeye çalışıyoruz. Böyle zorluklarla yaşamanın bizlere verdiği bu ağır yükü her gün yeniden yeniden yaşamamıza rağmen.

Bu ülkede sorunların düzelmesinin, şiddetin azalmasının zor olduğunu düşünen bir genç kadın şöyle açıklıyor düşüncesini: “Bu kadar açlığın, yoksulluğun olduğu bir ülkede şiddetin azalmasını sağlamak çok zor.” Şiddet her yerde artarak örgütlenirken artık tek başımıza günü kurtarmamız da imkansız. Bir noktaya kadar üstesinden geldiğimizi düşünebiliriz ama sorunlarımızın çemberi öyle daraldı ki adım atabilmemiz zorlaştı.

DEĞİŞTİRİCİ GÜCÜMÜZÜ UNUTMAMAMIZ GEREKİYOR

Günlük hayatlarımızda yaşadığımız sorunların, alıştığımız kadın düşmanı hukukun “normalimiz” haline gelmesi, kimi zaman yaşadıklarımızın peşine düşmememize sebep oluyor. “Polise gitsek dikkate alınmayacağız, kimse bir şey yapmıyor.” 6284 Sayılı Kanun’da kolluk kuvvetlerinin “çocuk ve kadının insan hakları ile kadın erkek eşitliği konusunda eğitim almış” kişiler olarak şiddete karşı duracağı söylense de kanunun diğer pek çok maddesi gibi bu da yalnızca kağıt üstünde kalıyor. Tutanağı dahi tutulmayan birçok olay varken davası görülmeye başlayan kadınların yine içi rahatlayamıyor. Kadınlar ne hakimin vereceği karara güvenebiliyor ne de hayatını güvende idame ettirebiliyor. Üstelik kendini ispatlamak için avukat tutması gerekecek olan bir kadın elbette davasının peşine bu yoksulluk, politik kuşatma içerisinde çok zor düşebiliyor.

Kanunda yazan her bir maddenin uygulanmasının ve hukuken kadının güvenliğinin tamamen sağlanmasının tek güvencesi biz olabiliriz. Bizim takip ettiğimiz davaların seyrinin değişiyor olmasının, ısrarlı bir şekilde peşine düştüğümüz ve örgütlediğimiz taleplerimizin gündeme taşınıyor hatta gerçekleşebiliyor olmasının sebebi bizim değiştirici bir gücümüzün olmasından kaynaklanıyor. Bizi çözümsüzlüğe inandıracak pek çok güce karşılık bizim birbirimize verdiğimiz güç çok daha büyük. Ancak büyük gördüğümüz güçlerin arkamızda durmasını beklemek, hayatımızda hiçbir şeyi değiştirmeyeceği gibi bizi asıl gücün kimde olduğuna dair yanılgıya da sürükleyebiliyor.

KADINLARI HEDEF GÖSTERME ŞİDDETİ GÜÇLENDİRİYOR

Şiddetin her yerden örgütlendiğinin bir örneğine genç kadınlarla sohbetimizde denk gelmiş bulunduk. Genç kadınlardan birisi şöyle bir örnek veriyor: “İncel diye bir şey var biliyor musun? Kadına nefreti aşılayan, kadın bedenini aşağılayan bir grup. İstemsiz bekarlar olarak geçiyorlar ve kendi sitelerinde birçok kadının bilgilerini ifşa ediyorlar. Bu grup içerisinde olan erkekler isim arattıklarında bu kadınların bilgilerini görebiliyorlar.” Kadın bedenini aşağılayan ve yer yer ırkçı paylaşımlar yapan bu grubun biliniyor, sosyal medyada eşitliği reddediyor olması bu içeriklere maruz kalan kadınlar tarafından iğrenç olarak görülse de bunun ötesinde çok daha büyük tehlikeler yaratma potansiyeli taşıyor. Şiddet ağının güçlenmesi kadınları şiddete açık bir duruma getirmekten ve hedef göstermekten doğuyor. Şiddete açık hale getirildiğimiz her bir alanı yok etmek ise örgütlü olduğumuz alanları kuvvetlendirmekle mümkün. Örgütlü olduğumuz alanlarda daha güvende hissedebildiğimizi, yaşananlara müdahale etme gücümüzün olduğunu biliyoruz ama bu alanları nasıl oluşturacağız?

Kendimizi okulumuzun, çalıştığımız yerin, içerisinde bulunduğumuz alanların örgütlü olabileceğimiz bir kolunda, kulübünde, topluluğunda bulduğumuzda bir ışık yakıyoruz kendimize ve birbirimize. Kendi alanımızı daha derinden gözlemleme, takip etme fırsatı bulduğumuz gibi, bulunduğumuz alanı değiştirebileceğimizi de görebiliyoruz. Böylece bize çizilen sınırları günü kurtarmak için çözmeye çalışmaktansa yaşadığımız her türlü koşulu değiştirmeye dair bir adım atıyoruz. Karanlık sokaklarda yollarımızı değiştirmek, telefonla konuşarak yürümek zorunda kalmamak için sokak lambalarının yollarımızı aydınlatmasını talep ediyoruz. Okuduğumuz, çalıştığımız yerde herhangi bir taciz olduğunda bunu yalnızca arkadaşımıza destek olmaya çalışarak çözmek yerine bu süreci hukuki, psikolojik açıdan takip edebilecek oluşumlar için bulunduğumuz yerlerde tacizi önleme birimleri kurmak için mücadele ediyoruz. Kadınlara yönelik sağlık hizmetlerinde var olan ihmalleri gördüğümüzde aşılar, ilaçlar için kampanyalar düzenleyebiliyoruz. Birlikte olduğumuzda birçok eylem ve etkinliği yapabildiğimizi, mücadele alanı açabildiğimizi görüyoruz. Ancak bugün ihtiyacımız olan kısa ve anlık mücadeleler değil, bunlardan çıkardığımız derslerle hep birlikte dirsek çürüterek daha büyük mücadeleleri örmek. Daha büyük ve ses getiren eylemleri yapabilmek, bulunduğumuz alanlarda daha fazla kişiye ulaşabilmek, mücadeleyle hiç tanışmamış kadınları da mücadeleyle ayağa kaldırmak. Yarından başlayarak yapacağımız şeyler kısa sürede, hızlı sonuçlar almamızı hemen sağlayamasa da uzun erimli sonuçlara erişebilmek örgütlülüğümüzle olacak.

BULUNDUĞUMUZ ALANLARI DENETLEMEMİZ GEREKİYOR

Taleplerimiz için bir araya gelerek yapabileceklerimizi ve bulunduğumuz alanları bizim denetleyebileceğimiz oluşumlarda yer almamız gerektiğini tartıştığımızda kafalar karışabiliyor kimi zaman. Bunun zor olduğu düşünülüyor. Böyle birimlerin oluşabilmesi için toplumsal bir değişimin zorunluluğu öngörülüyor. Ancak toplumsal değişimin gerçekleşmesinin bir yolu da bulunduğumuz alanları denetlemek için oluşturacağımız her türlü resmi ya da fiili birliğimizi kapsıyor. Yani bizim için kurulacak bir düzen olacaksa bunu bizim kurmamız gerekecek. Düşündüğümüz zorlukları yaşayacağımız bir gerçek ancak bu baskılar bizim birlikteliğimizin yaratacağı değişimden duyulan endişeden kaynaklanıyor. 

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Türkiye’nin dört bir yerinden üniversiteliler tart...

Öğrenciler bugünlerinden ve yarınlarından dolayı oldukça stresli, gelecekten bir beklentileri olmadı...

Üniversitemizden, ülkenin dört bir yanına bizim de...

Üniversiteler açılırken, kadın topluluklarından, Ekmek ve Gül gruplarından genç kadınlara, LGBTİ’ler...

Üniversiteyi kazandık, hevesimiz kursağımızda kald...

Yeni eğitim öğretim yılının başlamasıyla üniversiteyi kazanan genç kadınları saran kaygıların haddi...