Didem sevgilisiydi öldürdü; ya karısı, ya tüm kadınlar...
Rezidansta Didem’in öldürülmesi, sevgiliye, eşe, çocuklara ve tüm kadınlara uzanan sistematik erkek şiddetinin açık gösterisi olduğu kadar, devletin de önlem almamasından doğan karanlık yüzüdür.

İstanbul Maltepe, deniz kıyısında, iyisiyle ve kötüsüyle gizemli bir ilçedir. Orada, bir rezidansta kadın cinayeti işlendi. Didem Mengü öldü. Kendisine katil değil de, medyanın müteahhit dediği Abdülselam Günay tarafından öldürüldü.

Teslim olurken kendisinin değil, alkolün etkisiyle Didem’i öldürdüğünü söyledi. Alkolün sonrasında iki gün düşündü, tasarladı, yeniden iş başına geçti, cesedi böldü parçaladı ve bir valize koydu. Valiz içindeki Mengü’nün durumu anlatılamaz. Rezidansta bir başka valiz de cinayetin kanıtlarını taşıyordu, kanlı kaldırım taşı, kanlı çarşaflar.

Rezidans olayın mekânıydı. Üç ay öncesinden kiralanmıştı. On yıldır görüşüyorlardı, Didem artık sona yaklaşmıştı, umutları harcanmıştı. Katil iki kadını bir arada yönetemiyordu. Her zamanki gibi kendisinden, çocuklarını görememekten, karısının ondan ayrılma kararından söz etmeye başlamıştı. Didem biliyordu, bu işin sonu yoktu, korktu, artık bitmeliydi, ama nasıl? Bir kaldırım taşı sefaletinin gözcüsüydü. Katil o taşla onun başını ezdi. Katil, erkeklik ve şiddet ayrımcılığını kullandı. “İkinci kadını” ortadan kaldırdı.

Didem kişilik hakkını kullanıyordu, “ya ben ya o” diyordu. Zoru kolay eylemek için Didem’in ölmesi gerekiyordu. On yıl az bir zaman değildi, katil zorluk istemiyordu, işi bildiğince halletti. Çok soğukkanlıydı. Kimse de anlamayacaktı. Bir çırpıda valizi dışarı çıkaracak, çöpe atacaktı.

Ahh, odanın onu görüntüleyen kamerası vardı. Olmadı. Ama toplum kendisinden yanaydı. Artık pişmanlık oynayacaktı. Teslim oldu, hikâyesini istediği gibi anlattı. Evli olduğunu sevgilisi anlamıştı, buna karşın, karısını kıskanmakla onu tahrik etmişti. Mahkemeden “haksız tahrik” indirimi alabilirdi. Bütün iş düzgün bir takımla kravat takmaya, başka erkeklere benzer bir tavır sergilemeye kalmıştı. Bir süre hapiste dinlenir, yeni maceralar için kendini toplardı.

“İkinci kadına” kimse acımazdı. Namus dediğin, erkeğin elinin kiri, kadının ölüm bedeliydi, işte böyle bir nedenle öldürmüştü. Ataerkillik hep erkekliği haklı çıkarıyordu. Kamuoyu ve kanun koyucu onun yanındaydı. Akıllılık etmişti, belki karısı, sonrasında kadın hareketi peşine düşecekti. Önemli değildi, nasıl olsa her iki kadını mağdur etmesine karşın, kadınların şiddet olgusundan doğrudan zarar gördüğü bile kabul edilmiyordu. Şimdi adaletin pençesindeydi. İşin doğrusunu ters çevirir, karısını, evliliğini, çocuklarını savunuyor olabilirdi. Sevgilisi için de üzülmüştü ve pişmandı.

Ne diyordu Adalet Bakanı:

“Türkiye’de bu meseleler herkesi incitir, üzer, herkesin paylaştığı duygular, bizim de yaşadığımız duygular. Hadise sanki kendi kardeşiniz, kendi eşinize olmuş gibi hissediyorsunuz… Şimdi bir genelge yayınladık. Şimdi şiddet bitecek demek doğru değil. Bunun uygulanması önemli. Sürekli mücadele edeceksiniz.”

Can alıcı noktayı da vurguluyordu: “Önemli olan cinayet, şiddet olayının yaşanmaması. Nasıl önlenebilir?”

“Uygulamak önemli dersen” sormazlar mı, neden İstanbul Sözleşmesinden söz etmiyorsun? Neden o sözleşmedeki devletin almak zorunda olan önlemleri saymıyorsun?

Önlemleri biz yazalım mı?

- Kadın cinayetlerine haksız tahrik uygulanmasını yasalardan kaldırmak,
- Kadın cinayetlerinden herkesin, özellikle kadınlar doğrudan zarar gördüğü için, kadınların doğrudan davalara katılma hakkını yasayla tanımak,
- Kadına şiddet erkeğe tanınan bir ayrımcılıksa, nedeni toplumsal cinsiyetse, anaokullarından başlayarak, toplumu yeniden kurmak,
- Uygulamada, yasada, yargıda kadına erkeğe belirli roller, davranış kalıpları dayatmadan kadın erkek arasında tam eşitliği sağlamak olmalı.

Çıkarılan “Şiddet Genelgesi” yetersizdir. Şiddet toplumsal bir olgudur. Önlenmesine de sivil toplum içinden başlamalıdır. Kadın erkek eşitliği konusunda hukuk eğitimi tüm okullarda yer almalıdır. Dersleri kadın avukatlar vermelidir. Devletin resmi organlarından önce, şiddetin önlenmesi avukatlarla topluma yaygınlaştırılmalıdır. Bütüncül toplum eğitimine her aşamada şiddete karşı önlem almaya sivil toplumdan başlamalıdır.

“Şiddet Genelgesinde” açıklanan biçimde şiddet olgusu saklanarak, gizlenerek çözülmez. Şiddetin önlenmesi açıkça şiddetin varlığını kabul etmek ve nedenlerini ortadan kaldıracak önlemleri almakla mümkündür. Yargı Reformu Strateji Belgesinde öngörülen uluslararası standart bu bakımdan önemlidir. Önce her kadının bir avukat bulabilmesi ve ödeme gücü olmayana devlet ücretsiz bir avukat aracılığı ile danışma hakkı sağlaması gerekir. (bk. T. Koyuncuoğlu, Hukuksal Koruma Sigortası Ve Yargı Reformu Strateji Belgesi Kitabı) Rezidansta Didem’in öldürülmesi, sevgiliye, eşe, çocuklara ve tüm kadınlara uzanan sistematik erkek şiddetinin açık gösterisi olduğu kadar, devletin de önlem almamasından doğan karanlık yüzüdür.

İlgili haberler
Nedir çektiğimiz 'iyi hal' ve 'haksız tahrik' indi...

Mahkeme, bir kadının giydiği taytı yine 'tahrik' kabul etti. Gelin, kadın cinayetlerini adeta teşvik...

Boşanmak istediği için öldürülen kadınların adalet...

Eşlerinden boşanmak isteyen kadınların haberleriyle uyandık bu sabah da. Öldürme eylemi tasarlanmış,...

Bakanlık Genelgeleri: Suçun ikrarı mı, politika ıs...

Bugünün güncel dayanışma ağlarından biri olan sosyal medyayı baltalamaya niyet eden bu genelgeleri “...