Antalya’da alıkoyduğu 29 yaşındaki Ç.Y.’ye cinsel saldırıda bulunan, zorla uyuşturucu veren Murat K. ve G.K., mahkeme tutuksuz yargılanmalarına karar verdiği için ellerini kollarını sallayarak sokakta dolaşıyor. Olay sonrası intihara teşebbüs eden Ç.Y. bugün yüzde 99.9 engelli ve yatağa mahkum.
Konya’da Rukiye Ay ve 1 buçuk yaşındaki kızı, Ali Ay tarafından kaynar suyla yakıldı. “5 yıl alır, 3 yıl yatar çıkarım” demiş Ali Ay işkence ederken. Kısa bir gözaltının ardından serbest bırakıldı, Rukiye yaşadıklarını sosyal medyada anlatıp, büyük bir tepki oluşunca tutuklandı. Günler sonra hastaneden taburcu olunca evine giden Rukiye, su, elektrik ve doğal gazın Ali Ay tarafından kapatıldığını gördü. Ev sahibi de “Eşyaları bir an önce topla, evi boşalt” dedi bu durumdaki kadına.
İstanbul Ataşehir’de Alev Ş.’yi ayaklarını, ağzını ve kollarını koli bandı ile bağladıktan sonra evi yakarak öldürmeye teşebbüs eden Emre Y., adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Afyon Çavdarlı köyünde, Mukadder Nogay’ı sopayla döverek öldüren Ramazan Demir’e verilen ömür boyu hapis cezası üst mahkeme tarafından bozuldu. Ramazan Demir ‘neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama’ suçundan sadece 16 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Aleyna Çakır’ın şüpheli ölümünden sorumlu tutulan Ümitcan Uygun hakkında doğru düzgün bir soruşturma bile yürütülmedi, Aleyna’nın üzerinden çıkan DNA örnekleriyle Ümitcan Uygun’un DNA örnekleri karşılaştırılmadı bile. Uygun, cinayet şüphesiyle değil, uyuşturucu kullanmak ve kullanılmasını özendirmekten tutuklandı.
Adana’da öz çocuklarını istismar suçundan 35 yıl ceza alan sanığın cezası istinaf mahkemesindeki incelemenin 35. gününde, çocukların ve annenin açık beyanları ve tüm delillere rağmen ‘olayın tanığı olmadığı, dolayısı ile ispatlanamadığı’ gerekçesiyle bozuldu. Sanık tahliye edildi.
Kızıltepe’de yeğenine sistematik olarak cinsel istismarda bulunan Osman Ç., bütün delillere rağmen ilk duruşmada serbest bırakıldı, ailesi davul zurnayla karşıladı bu istismarcıyı. Kararın ardından, istismara maruz bırakılan çocuk intihar girişiminde bulunmuş.
Bugün devlet; katili, istismarcıyı, işkenceciyi, tecavüzcüyü aklamakla kalmıyor, suçu olağan, meşru göstererek doğrudan teşvik ediyor, açıkça ‘aferin’ diyor, bunu da gözümüze sokuyor.
Bütün bu vahşi şiddet olayları ve devlet eliyle yaratılan meşruiyet, kadınlara kamusal, toplumsal alanlardan çekilmeleri, bir tek hak kırıntısı bile talep etmemeleri gerektiğini “doğrudan” söylemenin bir yolu. Çizilen sınırlara riayet etmeyenin başına neler gelebileceğinin her boyutuyla tasviri, açık bir “had bildirme” adeta. Henüz şiddetin bu biçimleriyle karşılaşmamış kadınlara da bir göz dağı. Bir ayar çekme. Kadınlara içsel bir korku, içsel bir itaat zorunluluğu salma…
Şiddetin; hem iktidarların hem de erkeklerin elinde yalnızca bireylere yönelik “sapkın bir davranış” olmaması, esasen tüm kadınlara yönelik sistematik bir baskı ve politika aracı olarak işlev görmesi de bundan işte. Kadına yönelik sistematik şiddet ve cezasızlık, belli bir toplumsallık yaratmak, belli bir toplum biçimini yerleştirmek ve bunu sürekli kılmak için en önemli aparatlardan biri. Açık bir yandaşlık hukuku, zengin kollayıcılığı, muhafazakârlık ve yozlaşma, erkek egemen keyfiyetçi, baskıcı, otoriter yönetme anlayışının hakim olduğu, sorgulanamadığı düzenin en temel göstergesi.
Kamuoyunda infial yaratan şiddet olaylarında dahi “önlemin”, yine başka bir şiddet denemesi ile tartıştırılması; idam ve hadımın dillere dolanması da bundan. Şiddeti yaratan politik, toplumsal, kültürel, ekonomik boyutlar bir bir ortaya serilmesin diye, yükselen toplumsal öfke, başka bir şiddetin kalkanı haline getiriliyor.
Şiddet artarken, şiddete karşı öfke, tepki ve isyan da büyüyor; her şeye rağmen.
Bütün bu yaşananlar içinde, toplumda, özellikle kadınlar arasında büyüyen ve genişleyen öfkenin değil, davul zurnayla tecavüzcü karşılayan ailenin, şiddet gören kadını evden atan ev sahibinin genelleştirilmesi, toplumun göstereni haline getirilmesi kolay olan. Elbette mesele; içi boş, cıvık bir hümanizmle “onları da anlayalım” meselesi değil; gerçek olanı, tutunulacak olanı, geliştirilecek olanı nerede görmek gerektiği ile ilgili politik bir tartışma bu.
Ortalamanın toplumsal bilinci, dünya görüşü, özellikle de kadına bakışı cinsiyetçi, erkek egemen, mukaddesatçı, kaderci, güç sevici. Bu ortalama bilinç ‘doğası gereği’ böyle değil. Sürekli olarak “bugün olmazsa yarın” savaş ihtimaline toplumu hazırlayan, kutuplaştırıcı bir zihniyet iş başında. Faşizan-militarist yöneliş, sahte, şişirilmiş bir öz güven ve şişirilmiş bir erillik aşılanıyor topluma, toplumu olabildiğince erilleştirmeyi ve monolitikleştirmeyi gerektiren bir düzen tahayyülü var. Toplumu kontrol altına almak, örneğin olası patlamaların önünü almak, rıza üretmek için hak arayan, itiraz eden herkese yönelik erilliği kışkırtılmış faşizan güruhun tehdidi savruluyor sürekli, umutsuzluk toplumun kılcal damarlarını sarsın isteniyor. Uzunca bir süredir antientelektüelizm yaygınlaştırılıyor, insancıl değerler, insanı insan yapan değerler ayak altına alınırken, bu değerler “elitlik” olarak lanse ediliyor, en gerici, eril değerlerin yüceltildiği kültürel bir ortam yaratılıyor. Bu şiddet ve vahşet ortamında, bütün baskılara, operatif toplum mühendisliklerine ve herkesin bir şiddet dişlisi haline getirilmesi hamlelerine rağmen, tüm bunlara rağmen filizlenen ve büyüyen tepkiselliğin, öfkenin ve mücadele olanaklarının değil, en geride olanın bilincinin ve karaktersizliğinin toplumun ana karakteri imiş gibi gösterilmesine de karşı durmalıyız.
Türkiye özelinde kadınları hedef tahtasına koyan politikalara karşı örgütlü örgütsüz kadın direnişinin, sistemin derin çelişkilerini açığa vurduğunu, ciddi bir toplumsal potansiyel taşıdığını çeşitli defalar somut örnekleriyle gördük. Toplumsal bir patlamanın objektif koşullarının olgunlaştığı bir evreden geçerken, bu olgunlaşmanın en önemli ayaklarından biri de kendini çeşitli dalgalarla ortaya seren, kadına yönelik şiddete karşı biriken, yükselen, toplumsallaşma kapasitesi artan isyan.
Toplumun en geri değerlerini sembolize eden örnekleri geneli yansıtan bir kıstas haline getirip umutsuzlukta boğularak değil, kadınları bireysel olarak da toplumsal olarak da ezilme ilişkisinin her türlüsüne karşı güçlü kılacak somut mücadeleleri toplumsallaştırdığımız ölçüde başarıya ulaşabiliriz.
Fotoğraf: Özge Özgüner / csgorselarsiv.org
İlgili haberler
Vahşileşen şiddetin arkasında ne var, önüne nasıl...
Ülkede kadınlar için ölümün “olağan” biçimi neredeyse lüks. Giderek vahşileşirken bir yandan da sıra...
Maktül mü-katil mi? Kırk katır mı-kırk satır mı?
‘Kadınlar olarak elbette ki ölmek de öldürülmek de istemiyoruz. Kadın cinayetlerinin artık çetelesi...
Avukat Selin Nakıpoğlu: Yasaların uygulanmamasını...
Dünya Ekonomik Forumunun 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporunda Türkiye’nin notunun ‘en kötü’. Av. Selin N...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.