
“Suça sürüklenen çocuk” kavramı bazılarımızın yeni yeni aşina olduğu, bazılarımızın yakından tanık olduğu bir kavram. Mattia Ahmet Minguzzi isimli çocuğun yine başka çocuklar tarafından öldürülmesinin ardından acı içindeki annesi, oğlu için adalet mücadelesine başladı. Birçok insanın, özellikle kadınların destek verdiği bu mücadele zaman içinde farklı bir forma büründü. Anne Yasemin Akıncılar’ın suça sürüklenen çocukların ağır suçlarda yetişkin gibi yargılanması talebi ve yasanın buna göre değişmesi çağrısı... Tanınmış isimlerin de destek verdiği bu eylemlerde, bilinçli ve üzerinde düşünülmüş, tüm çocukları kapsayacak taleplerin yerine; tamamen dikkati bu dava özeline çekmeye odaklanmış çığlıklar ve drama bulanmış bir adalet çağrısı gördük. Elbette evladını korkunç şekilde kaybeden bir annenin yaşadığı acıyı ve verdiği tepkileri tartışmıyoruz, ancak onun yanında yer alıyor görünen, çocuk haklarından bihaber; çocuğun suça hangi devlet politikalarıyla itildiği, çocukların hangi temel haklardan yoksun kaldığı, çocuğa yönelik suçlarda yargılamaların nasıl adaletsizce yapıldığı, ayda kaç çocuk işçinin öldüğünden bihaber bir zihniyetle de ayrıca mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Aynı zamanda çocukların can güvenliği hakkında yorum yapmak için anne olma şartı ve annelik güzellemesi de cabası…
Suça sürüklenen çocuk, mağdur çocuk
Tam da burada Gül Özgür imzasıyla Dönüşüm Yayınları’ndan çıkan “Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluşu” adlı kitaptan referansla çocukların ve kadınların temel haklarının devlet tarafından nasıl güvence altına alınabileceği ve yasaların kimden yana olması gerektiğine dair küçük (aslında oldukça büyük) bir örnekten bahsetmek doğru olacaktır.
Devrim sonrasında, özellikle suç işleyen çocuklar için uygulanan rehabilitasyon programları, toplumsal adaleti sağlama çabalarının bir parçasıydı. Sosyalist toplumda çocukların tüm kamuya ait olduğu anlayışının yanlış yorumlanması ve “Çocuk, devletin sorumluluğundaysa ona devlet baksın” anlayışıyla sokağa terk edilen çocuk sayısı hızla arttı. Sovyetler Birliği, suçlu çocukları sadece cezalandırmak yerine, onları yeniden topluma entegre etmeyi hedefleyen bir sistem inşa etti. Bu sistemde, çocukların suç işlemelerinin temelinde yoksulluk, aile içi şiddet, toplumsal sömürü, eğitimden mahrum bırakılmaları gibi faktörler olduğu kabul ediliyordu. Sovyet yasaları, çocukların haklarını güvence altına alırken onları devletin koruması altında rehabilite etmeye yönelikti. Hızlıca yürürlüğe konulan yasalarla, çalıştırılmasının önüne geçmek için evlat edinilmesi dahi yasaklanan çocuklar devlet sorumluluğuna alınarak fiziksel ve psikolojik açıdan korundu. Suçlu yerine “mağdur” olarak kabul edilen bu çocukların eğitimi ve gelişimi için kreşler, okullar, yurtlar kuruldu. Özetle Sovyetler, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve suç işleyen çocukların haklarını, birkaç örnek vakayı çözerek değil; tüm çocukların eşitçe yararlanabileceği şekilde haklarını yasalarla güvence altına alarak bu problemi kısa süre içinde ortadan kaldırdı.
Bu bağlamda bakınca, çocukların suça itilmesinin temelinde yalnızca bireysel suçluluk değil, toplumsal koşullar ve devletin ihmali yatıyor elbette. Çocukların suça sürüklenmesi aslında, yaşamın erken dönemlerinden, hatta anne karnından itibaren başlayan bir zincirin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Yetersiz beslenme ile birçok besinden yoksun şekilde dünyaya gelen çocuk, hane içinde tanıştığı yoksulluk ile mücadele için (eğer şanslıysa) yarı aç yarı tok okula gidiyor, değilse çalışmaya başlıyor. Okula gitse bile hiçbir şekilde yetişemeyeceği akranlarının yaşam standartlarına uzaktan bakan bu çocuklar onlarla aynı sınavlara ve geleceğe hazırlanıyor. İnandırıcılığını daha en başından kaybeden bu gelecek hayalinde, en temel haklarına ulaşamayan çocuğun yaşadığı mahalleden başlayarak çoğu zaman uyuşturucu ve diğer bağımlılık yapıcı maddelerle tanışması ve bu nedenle suça sürüklenmesi sürpriz midir? Cinsel istismara maruz kalan; en ağır işlerde ve sağlıksız koşullarda üç kuruşa çalıştırılıp emeğine el konulan; evde-işte fiziksel şiddet gören; şiddetin, istismarın, yoksulluğun, ırkçılığın ve adaletsizliğin normalleştirildiği bir evrenin ortasında yaşayan çocuğun “suça sürüklenmesinin” sorumlusu kendisi mi?
Çıkarı gözetilmeyen tek özne: çocuklar
Çocukların “yetişkinler gibi yargılanmasını öngören” yasanın geçtiği bir durumda, çıkarı gözetilmeyecek tek özne çocuk olacaktır. Çocuk yaşta evlendirilen ya da tecavüze uğrayan bir çocuğa yetişkin muamelesi yapılacaktır ki, şu anda bile bunun örnekleri mevcuttur. Herhangi bir hak arama mücadelesi veren bir çocuk belki de en ağır cezalarla karşılaşacaktır; henüz bir çocuk olan Erdal Eren’in yaşını büyüterek idam eden zihniyeti biliyoruz. Çocukların çalışma yaşı düşürülmeye çalışılırken sahip oldukları hak kırıntıları bile “yetişkin” sıfatıyla yasa önünde ellerinden alınacak, fiiliyatta ise “çocuk maaşı” almaya devam edeceklerdir.
Yamanın altından ne çıkıyor?
Mattia Ahmet Minguzzi vakasının ardından bu çarpık yapıya çözüm olarak çocukların yargılanmasıyla ilgili yasanın değiştirilmesi hususunda yargıya talimat veren Erdoğan -yargının bağımsızlığı konusunu bir kenara bırakırsak- kendi yarattığı hukuksuzluk perdesindeki yırtıkları yamalıyor. Çocuk hakları, annelerin gözyaşları, kamu vicdanı gibi konuları istediğinde aparat olarak kullanan AKP iktidarının yamalarından bir iplik çeksek kırk yama daha dökülüyor. Dökülen yamaların altında cinayetinin üzerinden bir yıl geçen Narin Güran görünüyor, Rabia Naz Vatan’ın herkesin malumu olan cinayetinin hâlâ mücadelesini veren ve bu sebepten tutuklanan baba Şaban Vatan görünüyor, Berkin Elvan’ın meydanlarda bizzat Erdoğan tarafından yuhlatılan annesi Gülsüm Elvan görünüyor, yenidoğan ünitelerinde 8 bin lira için öldürülen bebekler ve anne babaları görünüyor.
Tepeden tırnağa yozlaşan, çürüyen devlet yapısı ve adalet sistemi içinde, işine gelen vakayı alıp bunu da “toplumsal talep” maskesine büründürerek bir gecede yasa değiştiren iktidar, çocukları ve kadınları daha fazla kurban etmekten, korku ve güvensizlikle sindirmeye çalışmaktan başka hiçbir şey hedeflemiyor. İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırıp çocuk işçi yaşını aşağıya çeken, Diyanetin ağzından her gün başka bir sapıkça açıklamaya göz yuman AKP iktidarında, 2025 yılının ilk 5 ayında 365 çocuk önlenebilir nedenlerle hayatını kaybetti. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2025 yılının ilk 6 ay raporuna göre ise 136 kadın cinayeti yaşanırken 145 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Kadınların ve çocukların yaşam hakkı iktidarın keyfiyle değil, yıllardır mücadelesini verdiğimiz gerçek bir adalet sistemiyle güvence altına alınmalı. Net bir şekilde çizdiğimiz bu çizginin diğer tarafında kalan hiçbir yasayı tanımıyoruz.
Fotoğraf: Büşra Bedel / Pexels
İlgili haberler
‘Suça sürüklenen çocuklar’ tartışmalarında neredey...
‘Devletin, çocuk refahı ve korunmasına yönelik hizmetleri doğru ve eksiksiz olarak yerine getirmesi,...
Yaş sınırı olmayan ABD’de suça sürüklenen çocuk sa...
Dünyada 2010 yılından itibaren suça itilmiş çocukların sayısında artış var. Cezada yaş sınırı olmaya...
‘Suça sürüklenen çocuk’ tartışmalarında 10 soru 10...
Çocukların yetişkin gibi yargılanması yasa değişikliği tartışması sürüyor. Bu yazıda, suça sürüklene...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.