
Meclisteki çeşitli komisyonlara davet edilen ve çalışmalarını anlatan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, bakımevlerinin sayılarını paylaşarak Bakanlığın faaliyetlerini överek aktarıyor. Ancak Bakanın süslü anlatımlarının ardındaki perde aralandığında, bu hizmetlerin yetersizliğinin yanı sıra kamu işçilerinin yoğun sömürüsü, az sayıda personelle yürütülen ağır iş yükü ve mesai ücretlerinin çeşitli yollarla gasbedilmesi gerçeğiyle karşılaşılıyor. Bakanlık işçileri ise uzun süredir seslerini duyurmaya çalışıyor.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı işçileri dokuz aydır toplu iş sözleşmesi (TİS) imzalayamıyor, gözleri ise hâlâ kamu çerçeve protokolünde (KÇP). Protokolde işçiyle adeta dalga geçercesine önerilen yüzde 17’lik zam teklifi, mesai ücretini alamayan ve maaşından yüzde 27’si vergiye giden işçiler açısından büyük tepki ile karşılanıyor. Öte yandan işçiler, ne imzalayabildikleri TİS’ten ne de KÇP’den tam olarak faydalanabiliyor. “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” misali arafa sıkışmış kamu işçileri, haklarını alabilmek için yıllarca mahkeme kapılarını aşındırıyorlar. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığında 18 yıldır çalışan, Türkiye Sağlık ve Sosyal Hizmet İşçileri Sendikası (Sağlık-İş) Kadıköy Şube Başkanı Zerrin Ceren, Aile Bakanlığı işçilerinin sıkıştığı çıkmazı, çalışma koşullarını, taleplerini anlatıyor.
Sözde kadrolu, fiilen taşeron
2018 yılında 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işçiler kamuda resmen “kadro”ya geçmiş olsalar da çalışma koşulları ve hakları bakımından tam anlamıyla kadrolu bir işçi statüsüne kavuşamadı. İlk etapta İş Kanunu’na tabi, belirsiz süreli iş sözleşmeleri imzalandı. Ancak kısa süre sonra “Bir hata oldu” denilerek bu sözleşmeler geri çekildi ve yerine Borçlar Kanunu’na göre hazırlanan yeni sözleşmeler imzalatıldı.
Ceren’e göre bu, sadece yasal dayanakta değil; hak kayıplarında da derin etkiler yarattı: “İlerleyen süreçte kurumların isimlerine ‘çocuk evi sitesi’ gibi ibareler eklenerek, hepsine ‘Borçlar Kanunu’na göre çalışıyorsunuz’ denildi. Oysaki bizim bir TİS’imiz var. Tabii ki burada sürece çanak tutan yetkili bir sendika var. Asla hiçbir bakanlıkla, hiçbir kurum müdürüyle kötü olmak istemeyen; yaptığı sözleşmeyle bizleri taşeron dönemini aratır hale getiren bu sendika, açık uçlu, yoruma dayalı bıraktığı maddelerle, artırdığı ceza cetveliyle tüm çalışanların mağduriyetini ikiye katlamıştır.”
Aynı işi yapan ancak kadro durumundan dolayı ayrımcılık yaşayan işçilerin durumunu Ceren şöyle tarif ediyor: “Aile Bakanlığında üç farklı ücretli işçi var. 17. iş kolu olan işçiler, 4/B’li memurlar ve 10 No’lu iş kolunda çalışan işçiler. Yan yana iki kurumda veya karşılıklı aynı kapıda güvenlik olarak çalışan arkadaşlarımız arasında ciddi maaş farkı var. Biri daha az çalışıp daha fazla ücret alıyor, diğeri daha fazla çalışıp en düşük ücreti alıyor.”
Bu durumun iş barışını da bozduğunu dile getiren Ceren, “Son dönemde 4/B’li işçi alımı yapıldı. 696 sayılı KHK’liler olarak yine başka bir ayrımcılığa maruz kaldık. 4/B’liler haftada 40 saat çalışıyor, en düşüğü 40-45 bin lira maaş alıyor. Bir saat fazla mesai yaptırsalar, onun izni veriliyor. KHK’li işçiye ise fazla çalışma yaptırılıyor. Bu işçi alımı yükü azaltır diye düşündük; ama tam tersi, ayrımcılık başladı. ‘Tediye alıyorsunuz, ikramiyeniz var’ denilerek maaş kıyaslamaları başladı. Biz kamuda çalışıyoruz ama bir türlü borçlarımızı kapatamıyoruz. Karşımıza ya Borçlar Kanunu dikiliyor ya da ‘Kamunun en düşük maaşını alan’ işçi olarak, günlük 1143.86 lira ile geçinmeye çalışıyoruz. Üstelik yüzde 27 vergi ödüyoruz” diye anlatıyor.
En yaygın his değersizlik
Bu süreçlerin tamamının işçilerde ortaya çıkardığı his ise değersizlik. Aile Bakanlığı işçilerinin taleplerinin görmezden gelindiğini belirten Ceren, “Yaptığımız işin kutsallığı ve vicdani boyutundan dem vuran herkes, hakkımız söz konusu olunca bizi görmüyor” diyor ve ekliyor: “Hükümet bize yüzde 17’lik zammı layık görüyor. Oysa biz kalbimizle, ruhumuzla, bedenimizle emek veriyoruz; hak görülmüyor bize. Hükümet tarafından 2025 aile yılı ilan edildi. Fakat Aile Bakanlığı işçisi, aile yılında bırakın değer görmeyi, kimsenin umurunda değil. Aile yılı bizi kapsamıyor. Her konuda olduğu gibi bunda da kapsam dışıyız.”
Hangi kanun işine gelirse
“Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” misali bir durum da işçilerin hangi kanuna göre çalıştığının net olmaması; her şeyin keyfi bir şekilde şekillenmesi. Bakanlık, hangi yasa o an işine geliyorsa işçiye onu uyguluyor. Bu durumu Ceren şöyle anlatıyor: “Bireysel iş sözleşmesi, Borçlar Kanunu, İş Kanunu, TİS... Konuya göre muamele yapılır. Ceza kesilecekse TİS, fazla çalışacaksan Borçlar Kanunu, her işi yaptıracaklarsa bireysel iş sözleşmesi. İş Kanunu da ara sıra ya uğrar buraya ya da hiç gelmez.”
Kadroya geçişin sadece bir isim değişikliği olduğu, çalışma koşullarından da net bir şekilde görülüyor. Ceren tek tek sıralıyor: “Ailesi hastalanıyor, TİS’te refakat izni olmasına rağmen kullanamıyor. Rapor alıyor, hakem hastaneye gönderiliyor. Fazla çalışmaktan ailesinin yüzünü göremiyor. Personel yetersizliği, yıllık izinleri eziyete dönüştürüyor. ‘Birbirini idare et’ sistemiyle izin kullandırılıyor. Kimi kurumlarda yaz aylarında izin kullandırılmıyor ya da gün sınırı konuluyor. Bir bayramı kesintisiz ailemizle geçiremeyiz çünkü ya bayram öncesinde ya da sonrasında izin kullanabilirsin. Geçim sıkıntısı yaşayan, ailesinin yanına memleketine gitmek isteyenin tayin hakkı yok. Eşini kaybetmiş, çocuğuna bakacak kimsesi yok. Becayiş* bulsa tayin olacak ama o da imkansıza yakın.”
Huzurevi, yaşlı bakım, engelli bakım rehabilitasyon merkezlerinde çalışan personel fıtık, eklem, omurga hastalıkları gibi birçok hastalık yaşıyor. Ceren’in aktardıklarına göre fazla çalışma ücretleri ödenmiyor, yeterli psikolojik destek alamıyorlar, hizmet içi eğitimlerde ise personel dinlenme günlerinde evlerinden çağrılıyorlar ve bunun için ek bir ödeme almıyorlar. Eğitimler zorunlu tutularak personelin dinlenme zamanı da ellerinden alınmış oluyor.
Personel yetersizliği hizmet niteliğini düşürüyor
Ceren personel yetersizliği sebebiyle iş tanımının neredeyse ortadan kalktığına, “Görev tanımında olmayan her işi yapıyorsun. Amirin nereye görevlendirirse itirazsız yapılacak. Yoksa amire itaatsizlik yapmış oluyorsun. CİMER’e şikayet yasak. Etsen de kurum müdürü, kimin ettiğine kadar her şeyi biliyor. Ona göre de muamele yapılıyor” ifadeleriyle dikkat çekiyor.
İş tanımı yok sayılıyor, sorumluluklar keyfi
“Amire itaatsizlik” meselesi işçileri iş tanımı dışında işler yapmak zorunda bırakıyor, mevcut görevini ihmal etmek durumunda kalmasına da sebep oluyor. Ceren çocuk evi sitesi personellerinin çalışma koşullarından örnek veriyor: “Personele, 2018’de kadroya geçerken imzalatılan bireysel iş sözleşmesine atıfta bulunularak, amirin verdiği her görevi yerine getireceği söyleniyor. Bu gerekçeyle, bakım personeline bakım harici grupların ve kuruluşun temizliği yaptırılıyor. Bu durum, çocukların ihmal edilmesine yol açıyor ve olası bir olayın vuku bulması halinde personel suçlanıyor, idari işlem başlatılıyor. Kadrosunun gerekliliği dışında verilen işler yazılı bir belgeyle verilmediğinden personel haklılığını ispat etmekte zorluk yaşıyor. İnsanlar işini kaybetmemek için kendisine verilen tüm işleri yerine getiriyor.”
‘Fazla çalışsın, nasıl olsa dava açıp alıyorlar’
Aile Bakanlığı işçileri, haklarını almak için yıllarca mahkeme kapılarını aşındırıyor. Fazla mesai ücretleri ödenmediğinde Türkiye Sağlık ve Sosyal Hizmet İşçileri Sendikası aracılığıyla geriye dönük alacaklar için dava açan işçiler kazanımlar elde ediyor; ancak bu süreç işçiler için büyük bir mücadele anlamına geliyor. Ceren’in aktardıklarına göre işçiler, “Devlete dava açılır mı?” gibi idarecilerin küçümseyici sözleriyle karşılaşabiliyor, işçilerin hak talebi kişisel algılanıyor. Ücretlerin ödenmemesi konusunda “Ben herkese hakkını verdim” diyen idarecilerle mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Bu baskılar, işçilerde korku ve yılgınlık yaratıyor; sendika değiştirmek ya da hak talebinde bulunmak ise iş kaygısıyla engelleniyor. Üstelik davalar kazanılsa bile idareciler “Ücreti ödemem”, “Karşı dava açarım” gibi tehditlerle işçilerin hak arama mücadelesini baltalamaya çalışıyor.
Açılan davalarda da bilirkişiler tarafından yapılan hesaplamalarda farklılıklar olabildiğini anlatan Ceren, “Bu hesaplamalarda kimi bilirkişi İş Kanunu’na göre, kimileri de Borçlar Kanunu’na göre hesap yaptığından işçilerin fazla çalışma ücretleri -enflasyonu da eklersek- eriyip gidiyor” diyor.
‘Emeklilik için gün sayıyorlar’
Bu koşulların birçok işçiyi emeklilik için gün saymaya ittiğini belirten Ceren, “2024 yetki tespiti sürecindeki verilere göre, Aile Bakanlığında çalışan işçi sayısı 23 bin 144 iken emeklilikte katsayı oranlarında yaşanan değişiklik nedeniyle birçok arkadaşımız emekli oldu ve birçok arkadaşımız da zorlu çalışma şartları ve düşük ücret nedeniyle işten ayrılıyor” dedi.
Bakanlık kreşi işçiye lüks
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Meclisteki Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonuna katıldığında, “Bakanlığımızın sağladığı bütün hizmetlerden, bütün personelimiz herhangi bir statü ayrımı olmaksızın eşit şekilde yararlanmaktadır. Çalışanlarımız için çocuk bakım, eğitim ve kreş hizmeti veriyoruz” demişti.
Ancak Aile Bakanlığı işçileri için bu sözler bir söylemden ibaret. Bakanlığın kendi kurumlarına ait kreş ve gündüz bakımevlerinden yararlanmak, özellikle düşük ücretle çalışan işçiler için neredeyse imkansız. Tasarruf tedbirleri açıklandığı zaman kamu işçi ve emekçilerinin haklarından kısılacağı söylenmişti; Ceren ise “Bizlerin kreş ve servis hakkı zaten yoktu, kısabilecekleri hiçbir şey yok zaten” diyerek hak kayıplarının çok daha erken başladığının altını çiziyor.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı kurumlarda görev yapan personelin çocukları için kreş aidat ücretleri 11 bin 200 lira ile 11 bin 550 lira arasında. Diğer kamu kurumlarında çalışanlar için bu rakam 14 bin 700 liraya kadar çıkıyor. Birden fazla çocuğu olan velilere yalnızca yüzde 20 kardeş indirimi uygulanıyor. Ceren ise, bu kreşlerin özel kreş değil, Bakanlığa ait kurumlar olduğunu hatırlatıyor: “İstanbul’da sadece personele özel, bir kreş bile yok. Olan sınırlı sayıdaki kreşler ise ücretli. İşçinin maaşının neredeyse yarısı kreşe gidiyor. İki çocuğunu kreşe verse işçinin cebinde hiçbir şey kalmıyor. Bu noktada da yine kapsam dışıyız.”
KÇP süreci belirsiz: ‘İşçiye ne sözleşme gösterildi ne bilgi verildi’
Ceren, KÇP ile uyumlu bir TİS’in olmadığını, işçilerin sözleşme taslağında ne yer aldığını bilmediğini ifade ediyor: “Kasım ayından bu yana, dokuz aydır sözleşme bekleniyor. Yetkili olan Öz Sağlık-İş Sendikası, KÇP’ye uyumlu bir sözleşme yapacağı sözünü verdi fakat gelinen noktada işçiden habersiz bir süreç yürütülüyor. Ne teklif taslağı paylaşıldı ne de bilgi verildi. Belirsizlik hat safhada. İşçide umut da kalmadı, geçineceği para da.”
Becayiş: Kamu kurumlarında çalışan iki personelin karşılıklı yer değişimi yapmasıdır.
Fotoğraf: Evrensel
İlgili haberler
Aile Bakanlığının sevgililer günü paylaşımına tepk...
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın 'Seviyorsan git evlen bence' paylaşımına kadınlardan tepki ya...
Aile Bakanlığı bünyesinde çalışan kadın işçiler: Ç...
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı yerlerde çalışan işçiler son imzalanan kamu çerçeve proto...
Kamu işçisi kadınların sesi toplu sözleşme masasın...
Kadın işçilerin kazanımları açısından örnek alınan her sözleşmenin ardında vazgeçilmez bir şey vardı...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.