5 soruda mülteciler, kadınlar ve çözümler
Çeşitli sorunların kaynağını görünmez kılacak bu söylemlerle mülteciler, yoksulluğun, şiddetin, sosyal hizmet yetersizliğinin sorumlusu ilan ediliyorlar. Bu sorunların kaynağı mültecilerin varlığı mı?

Mülteci düşmanlığını körüklemek amacıyla pekçok söylem karşımıza çıkıyor. Çeşitli sorunların kaynağını görünmez kılacak bu söylemlerle mülteciler, yoksulluğun, şiddetin, sosyal hizmet yetersizliğinin sorumlusu ilan ediliyorlar. Bu sorunların kaynağı mültecilerin varlığı mı? 5 soruda yanıtlıyoruz.

1-EKONOMİK SORUNLARIN KAYNAĞI MÜLTECİLER Mİ?

“Mülteciler bizi yoksullaştırıyor.”

“Suriyelilere devlet maaş veriyor.”

Son günlerde bu ve benzeri cümleleri her yerde duyuyoruz; çeşitli siyasetçiler de bu söylemleri kullanarak bu yanlışları çoğaltıyor. Mesela, Suriyeli mülteciler devletten maaş almıyor. Suriyelilerin bir kısmı sadece AB’den Türkiye devletine ödenen çocuk parasını alıyorlar. Bu para sadece 3 veya üçten fazla çocuk sahibi ailelere veriliyor ve çocuklar 18 yaşlarına geldiğinde bu para kesiliyor. Suriyeli işçiler sigortalı olduğu anda ücretsiz muayene hakkını kaybediyorlar, Avrupa Birliği’nden gönderilen ve Kızılay üzerinden dağıtılan 155 liralık çocuk parası da anında kesiliyor. Kayıt dışı, düşük ücretle ve uzun saatler işçi çalıştırmak isteyen patronlar mültecilerin bu durumundan faydalanıyorlar.

Türkiye ekonomisinde 10 yılı aşkındır göçmen emeği önemli bir olgu halini aldı ve farklı ülkelerden gelen kadınlar farklı alanlarda çalışmaya başladılar. Mülteci kadınların bir kısmı savaş, politik veya iltica gerektirecek nedenler yüzünden ülkemize gelmeden önce ülkelerinde farklı yetenek ve birikimlere sahiplerdi. Ancak kadın emeğinin zaten ikincil planda olduğu ülkemizde, mülteci kadınların dil bariyeri, cinsiyetçi ve düşmanca yaklaşımlar ve çalışma izninin tamamen patronların inisiyatifinde olması nedeniyle çalışma izni alamadıklarını, denkliklerini yapamadıklarını, ucuz emek gücü görülerek kötünün kötüsü koşullarda çalıştırıldıklarını görüyoruz.

Mültecilerin çalışma izinleri bireysel başvuru ile değil yüklü SGK ve vergi ödemelerine tabi tutulduğu için işveren buna yanaşmıyor. Böylece güvencesiz işçi çalıştırmaya zemin hazırlanıyor. Hayatlarını sürdürmek zorunda olan işçiler, bu kötü koşullara mecbur bırakılıyorlar. Bu tablo, mülteci kadınların patronlar tarafından yerli işçilere karşı bir “tehdit unsuru”, ücretleri düşürmek ve sosyal hakları ortadan kaldırmak için gerekçe olarak kullanılmasının önünü açıyor. Bir yandan da mülteci kadınlar güvencesizlikleri ve çaresizlikleri nedeniyle çalışma yaşamındaki ataerkil denetim ve baskıya daha fazla maruz kalıyor.

Mülteciler, Türkiye’de emeği ucuzlatmak isteyen ve kârlarına kâr katmak isteyen patronların can simidi haline dönüşüyor.

Halk, kendi yararına değil sermaye yararına olan ekonomi politikaları sonucu her geçen gün daha da yoksullaştırılıyor. Ama bu yoksulluğun sorumlusu mülteciler değil, onları emeği ucuzlatmak, işçiler arasında birlik oluşmaması için araçsallaştıran sermayedarlar ve onlara hizmet eden siyasiler. Yoksulluğa duyulan öfke haklı ama tepkilerin yöneldiği yer yanlış. Çünkü çarkların dişlileri arasında yerli ve mülteci işçiler birlikte eziliyor, bu sömürü ilişkisinin üstünü örtmek için ezilenler birbirine düşürülüyor. Mülteci karşıtlığı yükselip mültecilerin hakları ellerinden alındıkça, hakları verilmedikçe mahkum edildikleri “çaresizlik” ile emekleri daha da ucuzluyor ama öfke işçiyi ucuza güvencesiz çalıştıran patrona yönelmiyor. Bu şekilde emeği ucuzlatan, halkı yoksullaştıranların cebi dolmaya devam ediyor, ezilenler yine birlikte eziliyor.

2- “MÜLTECİLERİ GERİ GÖNDERME” MÜMKÜN MÜ?

Toplumsal ve ekonomik sorunlara karşı biriken öfkeyi, “Mültecileri geri göndererek sorunları çözeceğini” iddia ederek yanlış yere kanalize eden bu siyasetçiler bu iddiayı seçim malzemesi haline getirmekten vazgeçmiyorlar.

2021 Avrupa Birliği Sığınma Destek Ofisi (EASO), Suriye’ye geri dönenlerin durumu menşe ülke bilgisi raporunda Suriye’ye geri dönenlerin dönüş sonrasında Suriye yetkililerince tutuklanma, alıkonma, işkenceye uğrama ile muhbir olmaya, askerliğe veya hükümet yanlısı milis olmaya zorlanma riskini ortaya koyuyor. Ayrıca, Suriye’nin belli bölgelerinde çatışmanın azalmış olması ülke genelinde çatışmaların sonlandığı anlamına gelmiyor. Üstelik savaş sonrası barınmanın, eğitim ve sağlığın, çalışma şartlarının çok kötü olduğu ülkede yaşamak da kolay değil. Aynı şekilde Afganistan, İran gibi baskıcı yönetimlerin iktidarda olduğu ülkelerden ya da savaş ve iç çatışma, siyasi istikrarsızlığın yanı sıra ekonomik zorluklar nedeniyle farklı ülkelerden göç eden insanların da göç nedenleri ortadan kalkmış değil.

Türkiye’de bir yaşam kuran, çalışan, çocukları bu ülkede doğan ve bu toplumun parçası olan 2 milyonu aşkın mültecinin bir belirsizliğe “zorla” ya da “gönüllü” bir biçimde itilmeyi kabul etmeyeceği açık. Bu, insan haklarına da aykırı. Uluslararası hukuk, günümüzde ne kadar işlevselliğini yitirse de bir dayanak. Gerek Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler gerek 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, kimsenin zulüm göreceği, savaşın devam ettiği ve güvenli olmayan bir ülkeye gönderilemeyeceğini ya da zulüm riskinin olduğu yere geri dönmek üzere sınırdan geri çevrilemeyeceğini hüküm altına alıyor.

Ülkelerin egemenlik hakkı gereği kabul edecekleri mülteci ve göçmen konusunda takdir yetkisi olmakla birlikte bu yetkinin sınırını insan hakları mevzuatı belirliyor. Türkiye’de bulunan Suriyeliler başta olmak üzere sığınma hakkından yararlanan ve menşe ülkesine dönebilme imkanı olmayan mülteci ve göçmenlerin gerekirse zorla ülkelerine gönderileceğinin söylenmesi uluslararası insan hakları ilkeleriyle bağdaşmıyor.

İstanbul Barosu Mülteci ve Göçmen Hakları Merkezi Hukuki Derlemeler Raporundan yararlanılmıştır.

3-KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ, TACİZİ MÜLTECİLER Mİ ARTIRIYOR?

Türkiye’de uzun yıllardır kadınlara yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve kadın cinayetleri gündemin baş sıralarında. Türkiye’de kadınlar uzun yıllardır en temel hakları için yani yaşamak için adeta bir savaş veriyor. Tacizi, tecavüzü, cinayetleri önlemek için gerekli yaptırımlar olmadığı gibi var olan yasalar uygulanmıyor, hatta tırpanlanıyor. Caydırıcı önlemlerin yokluğu, cezasızlık, kadın düşmanlığının iktidar eliyle yükseltilmesi, kadınların bağımsız ve eşit bir hayat kurmasının olanaklarının gün geçtikçe kısıtlanması, evlerin, sokakların, işyerlerinin, okulların, yani yaşamın her alanının kadınlar için güvensiz bir hale gelişinin “sıradanlaşması” kadınların güvenlik ve gelecek kaygılarını arttırıyor. Ama aynı zamanda kadın mücadelesi de büyüyor, kadınların mücadelesiyle hayatın her alanında şiddete karşı ses yükseltmek artık daha meşru.

Türkiye’nin bölgede AB tarafından göçmen deposuna dönüştürülmesi, AKP iktidarının göçmenleri maddi bir kaynak ve ucuz iş gücü deposu olarak kullanması, çeşitli çeteler ve cihatçı örgütleri de kullanarak bölgede süren çatışma ve savaşlardan nemalanmak istemesi ile birlikte bu kesimlerin kontrolsüz bir biçimde ülkeye girmesine göz yumulduğu açık. Buna bir son verilmesini istemek, Türkiye halklarının güvenliğini ve esenliğini savaş politikalarına kurban etmeme talebi haklı bir talep. Bu bizim en önemli taleplerimizden biri. Ancak, ülkede özellikle kadınların yaşadığı güvenlik sorununu sadece mülteci ve göçmen erkeklere havale etmek de bir o kadar yanlış.

Bir kere; kadına yönelik şiddet yalnızca bir ırkın, bir sınıfın, bir kesimin gerçekleştirdiği bir suç değil. Şiddeti, tacizi, tecavüzü sadece belirli kesimler üzerinden açıklamak, bu sorunların gerçek nedenlerinin üstünün örtülmesi anlamına geliyor. Kadına yönelik şiddetin tırmanışı, kadınların her geçen gün daha fazla eşitsizliğe mahkum edilmesinden, iktidar politikalarından, toplumda ataerkil değerlerin yüceltilmesinden, kadınların haklarının tırpanlanması ve erkek egemenliğinin derinleştirilmesinden kaynaklanıyor.

Örneğin, kadın cinayetleri korkunç boyutlara varmış, kadınlar en çok ev içlerine, en yakınları tarafından öldürülüyorken şiddeti önlemek için devlete önemli sorumluluklar veren İstanbul Sözleşmesi’nin bir gecede iptal edilmesinden güç alıyor. Örneğin; kadına yönelik şiddet en çok boşanma/ayrılma süreçlerinde görülürken, kadınları korumak ve bağımsız bir hayat kurmalarına olanak yaratmak yerine, boşanmaların zorlaştırılması, kadınların nafaka hakkının gasp edilmesi için yasa taslakları hazırlanıyor. Kadınlar iş yerlerinde, sokaklarda, toplu taşımada tacize uğrarken, suçların failleri yerine kadınlar sorgulanıyor, faillere adeta teşvik gibi düşük cezalar veriliyor.

Yani şiddetin artışı bütüncül bir mesele, politik bir sorun. Bu bütüncül bakıştan uzaklaşılarak sorunu sadece göçmen ve mültecilerden kaynaklı bir sorun olarak tarif etmek şiddetin tırmanışının gerçek sorumlularını “Sorumluluktan kurtarmak” demektir. Suçun kaynağının ve nedenlerinin gizlenmesi, yanlış hedefler gösterilmesi ise şiddetin kaynağı olan ataerkinin güçlenmesi demektir. Bugün yanlış bir biçimde göçmenleri sorunun kaynağına yerleştirenler, yarın işçileri, yoksulları, kendilerine muhalif bildikleri herkesi hedef gösterirler. Nitekim bu, yaşanıyor.

Elbette tüm halkın, özellikle de olumsuz etkilere en açık kesimler olan kadın ve çocukların güvenliğinin sağlanması için düzenli bir göç politikası elzem. Savaş suçlularının, cihatçı terörist yapıların ülkede rahatça dolaşmasının önüne geçmek hükümetin sorumluluğu. Ayrıca insani nedenlerle göç edenlerin yaşam koşullarının iyileştirilmesine paralel olarak, karşılıklı uyum için insan haklarının gözetildiği göç politikaları, tüm halkı içine alan entegrasyon süreci gerekiyor.

Eğer yaşanan demografik ve toplumsal değişimin özellikle kadınlar üzerindeki ataerkil denetimi arttırdığı, bu denetimin siyasi iktidarın muhafazakar gerici politikalarıyla derinleştirildiği düşünülüyorsa, mültecileri hedef göstererek ataerkiyi güçlendiren, mülteci düşmanlığını semirterek gerçek sorunların üstünü örtenlere yedeklenmemeliyiz. Yerli ya da mülteci, tüm kadınları güçlendirecek, toplumsal değişimi eşitlikçi bir ortak yaşam temelinde örgütleyecek taleplerle mücadele etmeliyiz. Örneğin; yalnızca mülteci ve göçmenlere yönelik değil, tüm toplum için okul öncesinden başlayarak eğitimin her kademesinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin, insan haklarının zorunlu ders olarak verilmesi, karşılıklı etkileşimi artıracak uyum politikalarının kültürel, sanatsal, sosyal olanaklarla hayata geçirilmesi gerekiyor.

4-MÜLTECİ KADINLARIN YAŞADIKLARI BİZİM YAŞADIKLARIMIZDAN FARKLI MI?

Şiddet, baskı, mobbing, kayıt dışı, esnek ucuza çalışma, evdeki çocuğun, hastanın yaşlının tüm bakım yükünün sorumluluğunu alma, ev işlerinin tüm yükünün sırtına yüklenmiş olması, geçim kaygısı, işsizlik… Ülkelerini çeşitli sebeplerle terk edip azıcık eşyasını sırtına katıp, tehlikeli bir göç yolculuğuna çıkmış olan mülteci kadınların yaşamlarından tüm bunlar. Tanıdık geldi mi?Mülteci kadınlar, göç etme kararını aldıkları andan itibaren tüm tehlikelere, şiddete karşı daha savunmasız hale geliyorlar. Temel insani haklardan yoksun olmaları, göçmenlerin devletler arasında bir araç olarak “Aldım, verdim” zihniyetiyle kullanılmaları, özellikle de kadınların yaşamlarını her anlamda güvencesizleştiriyor. Mülteci karşıtlığının kışkırtılması, mültecilerin “Geri gönderilmesi” üzerinden siyasilerin verdiği demeçler sebebiyle kadınlar yaşadığı cinsel saldırı, şiddet olaylarında polise başvuramıyorlar, başvurmaya korkuyorlar.“Çaresizlikleri” sebebiyle en ucuz işlerde kayıt dışı çalıştırılıyorlar ve eşit yaptıkları işe eşit ücret alamıyorlar.  Yok pahasına çalıştırılan mülteci kadınların maaşına patron el koyduğunda haklarından yoksun olmanın yarattığı güvensizlikle hakkını almak için mücadele etmekte zorlanıyorlar.  

Kadına şiddetin cezalandırılmaması, önlem mekanizmalarının işletilmemesi, kadınları korumak için devlete sorumluluk yükleyen uluslararası sözleşmeden çekilme kararı gibi iktidarın kadın düşmanı hamleleri kadınlar için ülke genelinde işyerinden sokağa güvensiz bir atmosfer yaratıyor.

Türkiyeli kadınların mahkum edildikleri karanlığa mülteci kadınlar da mahkum ediliyor, çeşitli asgari haklarından mahrum oldukları için o karanlığa ses çıkarmalarının da önüne geçiliyor. Aynı karanlığa mahkum edilen Türkiyeli ve göçmen kadınlar bundan birlikte çıkabilirler: Ucuz emek olarak çalıştırıldıkları işyerlerinde patrona eşit işe eşit ücret talebiyle, kadınları şiddetle yalnız bırakan iktidara karşı şiddeti önleyecek mekanizmaların kurulmasını sağlayacak baskıyı kurarak…

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ GÖÇMEN KADINLARI DA KORUYORDU
Göçmen ve mülteci kadınları şiddetten, tacizden koruyacak tek somut şey İstanbul Sözleşmesi’ydi.
“Göç ve İltica” başlığıyla İstanbul Sözleşmesi'nde yer alan 59 , 60 ve 61. maddeler mülteci kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete dair önlemler sağlıyordu. Sözleşmede örneğin “Zulüm görme” olarak değerlendirilerek şiddete uğrayan bireye tamamlayıcı/ikincil koruma hakkı tanınması isteniyor. Toplumsal cinsiyete dayalı herhangi bir zulüm görme tehlikesi söz konusuysa, kadına mülteci statüsü verilmesi gerektiği belirtiliyor. Aynı zamanda üçüncü bir ülkeye ilticasına dair kabul usulleri ve destek hizmeti sağlanması isteniyor.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle birlikte mülteci ve göçmen kadınların da tek güvencesi ellerinden alınmış oldu.
 5-PEKİ YA ÇÖZÜM NEREDE?

◼Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu çekinceyi kaldırıp savaştan ve zulümden kaçan herkese mültecilik statüsü tanısın.

◼AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması kaldırılsın. Avrupa devletleri, Türkiye’yi sınır bekçisi olarak tutma politikasına son versin ve kapılarını göçmenler için açsın.

◼Göçmenlere uygun sığınma koşulları sağlansın. Planlı ve kapsamlı bir göç politikası oluşturulsun.

◼Göçmenlerin pazarlık aracı olarak kullanılmasına son verilsin; hükümet, göçmenleri güvensiz geçiş yollarına yönlendirmekten ve keyfi olarak sınır dışı etmekten vazgeçsin.

◼İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı geri alınsın, hayatın her alanında tüm kadın ve LGBTİ’lerin şiddetten korunması için sözleşme etkili bir biçimde uygulansın. Şiddete karşı göçmenleri de içeren kapsayıcı, koruyucu, önleyici bütünlüklü bir politika oluştursun.

◼Devlet; insan ve kadın ticaretine karşı mücadele etmeyi, göçmen ve mülteci örgütleri, kadın ve LGBTİ örgütleri ile ortak çalışma yürütmeyi, nefret söylemine karşı etkin bir mücadeleyi garanti altına alsın.

◼Göçmen kadınların, çocukların şiddeti, istismarı ana dillerinde şikayet edebilecekleri mekanizmalar sağlansın, failler cezalandırılsın. Karakol, adliye, adli yardım büroları gibi yerlerde tercüman desteği 7/24 sağlansın.

◼Şiddete maruz kalmış göçmen ve mülteci kadınlara bağımsız ikamet statüsü tanınsın.

◼Göçmen kadınların daha güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırılması son bulsun.  Zaten güvencesiz olan ev işçiliği, turizm, eğlence sektörü gibi iş kollarında göçmen oldukları için iki kat sömürüyle karşı karşıya kalmaları somut uygulamalar ve denetimlerle önlensin.

◼Göçmen ve mülteci kadınların kamusal yaşama ve iş yaşamına katılımının önündeki engeller kaldırılsın, dil bariyeri, çocuk hasta, yaşlı bakımı, geçici koruma ve uluslararası koruma kimliği olanlara çalışma izni sağlanmaması gibi somut sorunlar için acil önlemler alınsın.

Manşet fotoğraf: İnanç Yıldız/Evrensel