Sınıfta herkes susarken herkesin sormaya can attığı soruları sorup gelen azarı göğsüyle karşılayan uyumsuz arkadaşı hatırladınız mı? Şimdi ne yapıyor acaba?

“Onlar alışkanlıkların perdesini aralar, devinimlerin ve sözlerin yüreği uyuşturan rahat örgüsünü ağır ağır açar ve kaygının solgun yüzüyle karşılaşırlar. Mutlu olamazlar çünkü kendi kendileriyle karşı karşıya kalmışlardır. Ama böylesine bir yolculukla aydınlanırlar aynı zamanda. Kendileriyle nesneler arasında büyük bir uyumsuzluk doğar, direnci azalmış yüreklerine dünyanın müziği daha kolayca girer.”
Albert Camus

Kızımın adı Ayşe. Bana defalarca isyan etti ve henüz on üç yaşında. Gözümde devleştiği isyanların ilkinde yemekten sonra yiyebileceklerini söylediğim abur cuburları almak için bir sandalye çekmiş, uzandığı dolaptan bir tane kendine bir tane de ağlamak dışında bana bir kere bile başkaldırmamış yedi yaşındaki ağabeyine çikolata almıştı. Henüz üç yaşındaydı. Onu sandalyenin üstünde yakaladığımda gözlerini benden ayırmadan yavaşça inip çikolatasını açıp bir ısırık almıştı. Oğlumun aydınlanma çağına girişi yedi yaşında oldu böylece. İktidara isyan edilebileceğini, dayatılan standartları sorgulayabileceğini kendinden dört yaş küçük kız kardeşinden öğrendi.
İkinci seferinde sabaha karşı üç civarı onu turuncu bir parasetamol gölcüğünün ortasında boş bir şişeyle dikilirken gördüğüm an ise ancak Tarkovski filmlerine yaraşır bir şiirsellikteydi. Ateşli olduğu ve onu soyduğum için o turuncu gölün ortasında titreyen beyaz bir hayalete benziyordu. Ateş düşürücü ilaçları içmemek için benimle bir mücadeleye girmek yerine çareyi komple şişeyi yere boşaltmakta bulmuştu. Bunlara beni defalarca evi terk etmekle tehdit etmesini, durmadan çulunu çaputunu büyük poşetlere toplayıp kapıyı çarpıp oturduğumuz sitenin dışına çıktığı küçük seyahatleri de eklersek ne kadar kısa sürede harekât sahasını genişlettiğini, iktidara paralel başka bir iktidarın yapı taşlarını döşediğini tahmin edersiniz.

Benim gibi otuzlu yaşlarının sonuna kadar kuralların kölesi olmuş, içinde koca bir çığlık büyüse de otoriteye boyun eğmiş, içinde büyüttüğü fanteziler ve dünyevi olana duyduğu kocaman muhalefet yüzünden kendini isyankâr zanneden bir kadın için küçücük bir öğretmen o. Sezgisel bir şekilde onu sıkıştırıp bana benzetmek yerine onunla ortak bir frekansa gelecek şekilde kıvırdım. Evet, kıvırdım az bile kalır. Başlık, isyanın anatomisi ya da uyumsuz yerine “dansöz” olsa meramımı çok da güzel anlatır.

İSYAN

Bu hafta okulda “isyanlar” konusunu işliyoruz. Her ne kadar isyanların nedenlerini anlatsak da devletin bakışıyla ve devlete olan etkileriyle, nasıl bastırıldıklarıyla ilgilenen bir tarih aktarımı bu. Bu yüzden öğrencilerime önce isyanın kendilerindeki karşılığını buldurmalıyım. İsyan, başkaldırı ne demek? Hayatınız boyunca hiç isyan ettiniz mi? İsyanın ahlakı diye bir kavram olabilir mi?
Bir sürü yanıt. Yanıttan daha fazla kafalarda oluşan pek çok soru. Asıl istediğim bu.

Bunları okurken düşünmeye başladınız. Siz hiç gerçek bir isyan davranışında bulundunuz mu? Pratik hale gelmemiş hiçbir düşünce, şikâyet, söylenme başkaldırı sayılmaz. Çayınızı yudumlarken haberleri izleyip küfretmek sayılmıyor. Sizinle aynı fikirde olan insanların yanında eleştirilmeyeceğinizden emin olduğunuz yerlerde söyledikleriniz sayılmıyor. İktidarın gözünün içine bakarak “Hayır” dediniz mi? Demediyseniz “hayır” diyebilen birinin yanında durabildiniz mi? Duramadıysanız “hayır” diyebilen birini başka alanlarda yalnız bıraktınız mı?

Gelmek istediğim yer burasıydı. En azından burası. Çevremizde “uyumsuz” olarak yaftalanan, genele uymayan, kuralları olduğu haliyle kabul etmeyen, sorgulayan, inisiyatif alarak fayda sağlamak için o kuralları eğip büken insanlar, bazen bu yüzden yaptırımlarla karşılaşıyor. Halihazırda zaten yaptırımla karşılaşabileceklerini bile bile inisiyatif alarak bir iş olduran, sonuçları itibarıyla da kimse zarar görmeden o işi nihayetlendiren bu insanlar, ne yazık ki sonrasında “Aman o da kurallara uysaydı” kolaycılığı ve aslında iktidardan korkan üçüncü kişilerin ikiyüzlülüğüyle yalnızlaştırılıp, uyumsuz etiketini alıyorlar. Uyumsuz, işte böylece gerçekle ilk defa karşılaşıyor. Gerçeğin onu yapayalnız bıraktığını ilk kez görüyor.
Sınıfta herkes susarken herkesin sormaya can attığı soruları sorup gelen azarı göğsüyle karşılayan uyumsuz arkadaşı hatırladınız mı? Şimdi ne yapıyor acaba? Niyeti kahraman olmak değildir, sorulması gereken onu rahatsız ediyordur, yapmadan duramaz. Benim çalışmamın karşılığı bu olamaz der işverenine. Ekmek bu fiyata satılamaz der hükümete. Yemeğe daha çok var, ben çikolatayı şimdi yemek istiyorum der annesine. Boş beleş kahramanlık gösterileri değildir bunlar. Çalışmasının karşılığını hakikaten alamıyordur, ekmek hakikaten çok pahalıdır, yemeğe daha çok vardır.

SAVAŞ SUÇU, SUÇ, SUÇLU

Ekmeğin pahalı olduğu bir zamandan bir örnek… 1828 yılında İzmir çevresinde ekmek çok zamlandı diye ayaklanan kadınlar, üç gün boyunca sokaklarda gösteri yaptıkları için dönemin valisi Hasan Paşa, bu zammı geri almış. İsyan eden tek bir kadın olsaydı, o kadın uyumsuz olurdu.

Son zamanlarda benim içimde büyüyen isyan çığlığı “savaş suçu” ifadesine. Bu ifadeyi kabul etmiyorum. Savaş, suçtur. 21. yüzyılda devletler hukukunda “savaşa neden olacak durumlar” ifadelerinin geçmesi suçtur. Tek bir insan yapsa asla göz yumulmayacak cinayetlerin devletler eliyle işlenmesi suçtur. Beden parçaları etrafa savrulan insanları ekranlardan izleyip susmak suçtur. Ama, diye başlayıp kendi hamasi ifadeleriyle durumu kabullenilir hale getirmeye çalışan canileri dinlemek, kafa sallamak suçtur. Bundan bir isyan çıkamaması, her şeye “politik” yaftası vurularak baskılama suçtur. Benim iki üç cümle kurmuş olmam bu suçun ortaklığından beni beraat ettirmez.  

Camus’tan bir alıntıyla bitireyim:
 “Yaşama karşı bir günah varsa belki de bu günah, ondan umut kesmekten çok, başka bir yaşam umut etmek, bir de onun acımasız büyüklüğünden kaçmaktır...”

*[email protected]

Görsel: Freepik

İlgili haberler
Filmler ve belgesellerle Filistin

Filistin sineması İsrail tarafından işgal edilmiş toprakalarıda süren direnişe kapı açıyor...

GÜNÜN ŞARKISI: L’Hymne des Femmes

Bugüne daha güçlü başlamak, yarını daha dirençle örmek için. Çıkalım evlerden, meydan da bizim, soka...

Göçmen kadın olmak: Düşün ki hep ‘diken üstündesin...

Dünyada ve Türkiye’de savaşalar, yoksullaşma ve şiddet sarmalının hedefi haline gelen göçmen kadınla...