7 Şubat 2019’da İŞKUR’un Toplum Yararına Çalışma Programı kapsamında işe alım için yapılan kura çekimine giden işsiz bir kadının “Açım aç, çocuklar doymuyor. Ekmek istiyorum” tepkisi Ekmek ve Gül sayfalarına günün isyanı olarak girmişti!
2019 yılında gösterilen bu isyan, artık yoksulluğun ve işsizliğin artışı, ücretlerdeki erime, gıda enflasyonundaki önlenmeyen yükselişle birlikte açlık, hatta yoksulluk sınırı altında ücretler alan milyonların (yaklaşık 60 milyon) ortak isyanına dönüştü!
“Daha cebimize girmeden eridi” sözü temcit pilavı gibi her asgari ücret zammı sonrası dilimizde! Akşam pazarına gidenlerin, domatesi biberi taneyle alanların, iki işte birden çalışanların, eve ek iş getirenlerin sayısı arttı. Kış yaklaşırken, yeni eğitim öğretim dönemi kapıdayken kırtasiye masrafı, okul kıyafeti, kayıt parası, servis ücreti ve çocuğun beslenmesine ne koyacağım düşüncesiyle kaygı ve umutsuzlukta öyle.
Ortalama yaşam süresi, sosyal destek, özgürlük, yolsuzluk algısı, kişi başına düşen GSYİH gibi faktörlerin kullanılmasıyla hesaplanan Dünya Mutluluk Endeksine göre 137 ülke arasında 106. sıradayız. Sondan otuz birinci yani…
Şoven gerici kışkırtmalar, ayrımcı ötekileştirici kutuplaştırmalara birlikte “ekonomiyi biz düzeltiriz” diye 5.Cİ KEZ tek başına iktidara gelen AKP, genel seçimlerin hemen ardından, temel tüketim maddelerine yapılan zamlar ve artırılan vergi yüküyle, en son Meclise getirilen torba yasayla servetlerine servet katan sermayeye ayrılan teşviklerle yeni soygun politikalarını devreye soktu.
Bir yanıyla tek adam iktidarını yeniden tahkim etmenin diğer yanıyla da özellikle sanayiye ucuz emek haline gelmiş milyonların ne kadar çalışırsa çalışsın geçinemediği için yükselen tepkisini dindirmek üzere yapılan sosyal yardımlar da yetmez oldu. Ekmek kuyrukları gündem olmuyor ama askıda ekmek almak için fırınların yolunu tutanların, kadın derneklerine yardım için başvuranların sayısı artıyor.
İŞ BIRAKMA EYLEMLERİ VE ÖNE ÇIKAN TALEPLER
Benzer sebeplerle ağustos ayı boyunca tekstil, petrokimya, metal, liman, plastik, savunma sanayi ve genel hizmetler başta olmak üzere ülke çapında faklı iş kollarından örgütlü-örgütsüz onlarca fabrika ve iş yerinde işçiler ek zam talepleriyle direnişe geçti.
İzmir’de HABAŞ, İstanbul’da Mutlu Akü, Ağaç AŞ, Bursa’da Renault, Manisa’da Polinas, Kocaeli’de Novares, Antep’te Sanko Tekstil, Koza Halı, Şireci Cotton ve Şireci Akrilik, MDZ İplik, Erkaplan Halı, Boyar Kimya, Artemis Halı işçileri başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında işçiler enflasyondaki artışla beraber ücretlerdeki erimeye karşı ek zam talepleriyle iş bıraktı.
İzmir’de Bornova, Bayraklı, Buca Belediyelerinde, İstanbul’da Kadıköy Belediyesi olmak üzere CHP’li belediyelerde başlayan ek zam talepli eylemler, AKP’li belediyelere de sıçradı. Hizmet İş Sendikasının eylem yapmamaya dönük tutumuna rağmen Bayrampaşa ve Esenler Belediyelerinde çalışan işçiler inisiyatif alarak ek protokol taleplerini yükseltti.
Harb-İş üyesi savunma sanayi işçileri ise İstanbul, Kocaeli, Kayseri ve Ankara’da ek zam talepli eylemler örgütledi. Sadece işçiler değil, yüzde 25 zam reva görülen kamu emekçisinden, emeklisine insan onuruna yaraşır ücretler için eylemler gerçekleştirdi.
‘BİR EKMEK DAHA FAZLA ALABİLMEK İÇİN’
Tüm bu eylemler ve direnişler gösteriyor ki, ister küçük bir atölyede isterse yaşı neredeyse cumhuriyet kadar eski devasa fabrikalarda çalışsın örgütlü-örgütsüz bütün işçilerin ortak sorunu, ne kadar zam yapılırsa yapılsın yetmeyen, asgari ücret seviyesine gerilemiş ücretlerle birlikte açlığa varan yoksulluk sorunu.
Şireci işçilerinin iş bırakma eylemlerinin amacını açıklarken “bir ekmek daha fazla alabilmek” diye tariflediği geçim sorunu, yetersiz beslenmeye kadar gerilemiş durumda.
Öyle ki o çok yücelttikleri “kutsal ailede” bütün aile bireyleri çalışsa da sağlıklı beslenemez, kira ve faturalara yetişemez durumda. Bu durumun özellikle çocuklara etkisi TÜİK’in bu yıl ilk defa hazırladığı 7-19 yaş arası çocukları kapsayan çocuk yoksulluk ve yaşam verilerine de yansıdı.
Buna göre, Türkiye’de 0-17 yaş arası 9,4 milyon çocuk yani her iki çocuktan biri çok ciddi yoksulluk çekip, sosyal dışlanma riski altında yaşıyor. Ve her beş çocuktan biri okulu terk ediyor. Bu durumun okula devamlılıktan, çocuk işçiliğine, zihinsel gelişimden akademik başarıya, gelecekte doğabilecek kronik sağlık sorunlarından, istismara, iş cinayetlerine çok yönlü sonuçları var.
Bu çok yönlü sonuçların kimin işine yaradığını, bu sonuçları yaratanları da düşünerek, diyebiliriz ki bugün ekonomik taleplerimiz için yoksulluğa karşı verdiğimiz mücadeleyi, sosyal, siyasal, demokratik haklarımız için mücadeleyle birleştirmek artık dünden daha elzem!
Ancak buraya gelmeden önce mücadelenin kimler arasında olduğu, neyi hedeflemesi gerektiği üzerine daha çok konuşmalıyız.
ŞİRECİ DENEYİMİNİN GÖSTERDİKLERİ
Bu açıdan ek zam eylemleri içinde kazanımla sonuçlanan ve eylemler süresince yaşananlar bakımından Şireci işçilerinin mücadelesi tarihi bir örnek!
Kısaca hatırlayacak olursak 2 bin 500 işçinin çalıştığı 5 ayrı işletmeden oluşan Şireci Tekstil’de, işçiler 8 Ağustos’ta teklif edilen düşük zamma karşı iş bırakma eylemi başlattı. Direnişin ikinci gününde patronlar, işçileri bölmek için “Yasal süreç başlatacağız” tehditlerine başlarken, işten atmalara karşı anayasal hakkını kullanarak kent meydanına yürümek isteyen işçilerin önüne TOMA’larla polis dikildi. Başından sonuna eylemin içerisinde olan ve birliği sağlamakta önemli bir etken olan Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası Genel Başkanı Mehmet Türkmen gözdağı için gözaltına alındı. Ücret zamları konusunda kentin bütün tekstil fabrikalarının gözünü diktiği bu eylem karşı patronu savunan AKP’li Belediye Başkanı Fatma Şahin’den işçileri yatıştırmaya çalışan CHP Milletvekili Melih Meriç’e, yine eylemlerin başından sonuna kadar işçilere destek olan yayın kurulu üyemiz, Emek Partisi Antep Milletvekili Sevda Karaca’yı “provokatör” olarak hedef alan, tepki gösteren işçilere ise “sizin vekiliniz değilim” diye cevap veren İyi Parti Milletvekili Mehmet Mustafa Gürban’a bütün burjuva siyasi parti temsilcileri küçük nüanslarla işçilerin karşısında hizalandı. Bir yanda polisinden mülki amirlerine, kimi yerel basınına kadar direnişin bastırılması için elinden geleni arkasına koymayan işçileri yatıştırmaya çalışan burjuva siyaset ve bütün patronlar, patron örgütlerinin iş birliği diğer tarafta işçilerin taleplerinin karşılanması, işçilerin birliğinin, örgütlülüğünün sağlanması, inisiyatifinin geliştirilmesi için çabalayan sendika ve destek veren işçi sınıfının partisi.
Bir Şireci işçisinin de tariflediği gibi, “işçiler karşılarında ve yanlarında olan güçleri” de görerek kendi aralarında seçtikleri temsilciler aracılığıyla karar alma süreçlerine bütün işçilerin dahil olmasıyla birliğini korudu, tüm bu saldırıları püskürterek, taleplerini kabul ettirdi. Şimdi işçilerin gündeminde insanca bir yaşam ve çalışma koşulları, anayasal haklarını kullanmaların dahi önüne geçen baskılara karşı hak ve özgürlüklerin korunması için içerde kalıcı bir birliğin sağlanması ve sendikal örgütlenme var. Üstelik alınan zammın çocuğunun eğitim masraflarını dahi karşılamaya yetmeyeceğinin birkaç ay sonra eriyeceğinin de herkes farkında!
Şireci örneğinde olduğu gibi ek zam talepleriyle öne çıkan bu mücadelelerin tamamı bize gösteriyor ki yoksulluğa karşı mücadele, yalnızca çalıştığımız fabrikanın mülkiyetini elinde tutan patronla ya da liyakatsiz müdürlerle bizim aramızdaki bir mücadele değil; rasyonel politikalar adı altında halka kemer sıkma çağrısı yapıp, “ekonomideki durumun farkındayız” diye sabır çekenler “nas”ı unutup faiz artırımına giderken, kendi yaşamlarından en ufak bir taviz vermeden bütün yükü vergi, harç, temel tüketim mallarına gelen zamlarla yoksulluktan beli kırılan halka yıkan, sermaye temsilcileri ile işçi sınıfı arasında bir mücadele!
Düşük ücretler ve çalışma koşullarına karşı direnişe geçen işçilerin, emekçilerin önüne patronla birlik olup polis diken, uzlaşma adına hep işçiden taviz isteyen, mücadeleyi bastırmak için her tülü yolu mubah sayanlara karşı da mücadele!
Esenler ve Bayrampaşa Belediyelerinde olduğu gibi ya da Gama Halı’daki, sanki tek görevleri toplu sözleşme imzalamak gibi davranan, bütün bir işçi sınıfına karşı sorumluklarını geçtim, kendi üyesinin taleplerine bile kulak tıkayan, işçilerin fiili mücadele örgütleri olan sendikaları ele geçirmiş, bürokratik sendikal anlayışa ve sendika ağalarına karşı da mücadele!
Artan yoksulluk, dünyada neoliberal dönüşümlerin bir sonucu olarak bağımlı kapitalist ülkelerde, tekelci gericilik anlamına gelen ve hızla gelişen yağma ve rant ekonomisine geçiş, siyasi özgürlüklerin kısıtlanması, bu geçişe karşı koyacak örgütlenmelerin zayıflığı, ucuz işçiliğin artışı, özelleştirmeler yoluyla kamusal hizmetlerin tasfiyesi ve bugün eğitim, sağlık, sosyal güvenlik başta olmak üzere tüm kamusal hizmetlerin maliyetinin emekçilere yıkılmış olmasıyla da ilintili. En nihayetinde AKP iktidarının 20 yıldır uyguladığı sermaye yanlısı ekonomik, siyasi, sosyal politikaların ürünü. Ve önümüzdeki dönemde de vaatlerin tersine ekonomik anlamda emekçiler lehine bir gelişme görülmüyor.
Dolayısıyla yoksulluğu yaratan üretim ilişkilerini hedef almayan, bu üretim ilişkilerinin sürmesinin garantörü olan siyasi parti ve programlara karşı bütünlüklü bir mücadeleyi ortaya koymayan bir mücadele yoksulluğumuza çare olamaz.
Sadece emeğimizi değil, ellerimizi ve hayatlarımızı da koparan bu sömürü düzenine karşı demokratik hak ve özgürlükler için de mücadele perspektifiyle hareket etmeden yaşam ve çalışma koşullarımızda kalıcı bir değişikliği yaratma şansımız yok!
PEKİ ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?
Bu perspektiften yola çıkarak; enflasyon, temel gıda maddelerine gelen artış, kira, ulaşım ve faturalardaki önlenemeyen yükseliş, buna karşı ücretlerin hızla erimesi gibi direnişlere neden olan temel sorunların hemen hepsiyle çalışsak da çalışmasak da günlük hayatta erkeklerden daha fazla karşı karşıya kalan biz kadınlarız. Aynı zamanda evde ne yemek pişeceğinden, çocuklarımızın ne yiyip ne giyeceğine bütün ihtiyaçları giderilmesinin ilk muhatabıyız. Yoksulluk sınırı 40 bin liraya dayanmış durumda. Bekar bir işçinin aylık yaşam maliyeti 15 bin lira olan ülkemizde geçtiğimiz ay ek zam almış olsak da biliyoruz ki kısa süre sonra uçup gidecek. Bu nedenle sosyal haklarla da bu kazanımı devam ettirmek gerekli.
Yoksulluğun doğrudan sonucu olarak çocuklarda beslenme yetersizliğine karşı, “Sağlıklı beslenme her çocuğun eşit yararlanması gereken temel bir insan hakkıdır” diyerek geçen yıl başlattığımız ve okul öncesi için kazanımla sonuçlanan her okula bir öğün ücretsiz, sağlıklı yemek kampanyasını bu çerçevede ele almak önemli!
Artan yoksulluğumuza, yoksunluğumuza, baskılara karşı, insanca bir yaşam için ücretlerin yükseltilmesi, zamların durdurulması, vergimizle oluşturulan genel bütçenin okullarda bir öğün ücretsiz beslenme başta olmak üzere kamusal hizmetlere ayrılması, zenginlere servet vergisi getirilmesi için de yükseltmek zorundayız. Ve elbette sendikal hak ve özgürlüklerden, şiddete, ayrımcılığa, ötekileştirmeye, medeni haklarımıza yönelik saldırılara karşı eşitlik mücadelemize kadar bütünlüklü bir perspektifle ele almak zorundayız.
Sadece öznesi olduğumuz çalıştığımız fabrikada, yaşadığımız mahallede, gittiğimiz okulda taleplerimizi yükseltmek değil bahsettiğimiz. Aynı zamanda öznesi biz olmadığımızda da yani çocuğumuzun okulunda, eşimizin fabrikasında, arkadaşımızın iş yerinde yükselen taleplere güç vererek mücadelenin öznesi haline dönüşmek. Ancak bu şekilde bütün bir yaşamı örgütler, birliğimizi güçlendirir, isyanımızı/mücadelemizi kazanımla sonuçlandırabiliriz.
Fotoğraflar: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
‘Al telefonu, ara komşunu’
Geçen sene yüz binlerce kadına ulaşan kampanya bir kazanım elde etmiş, Milli Eğitim Bakanlığı okul ö...
İktidarın ‘keyfine göre’ eğitim
Yasa ve yönetmeliklerin uygulanmayışı hayatın her yerinde olduğu gibi eğitim ve çocuk bakım hizmetle...
Ücretsiz, nitelikli eğitim hakkından vazgeçmiyoruz
Bütçe laik, bilimsel, nitelikli ve parasız eğitime ayrılsın demek önümüzdeki dönem bütçe görüşmeleri...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.