Salon tek kişilik koltukta oturmak, sokak kol kola, yan yana yürümektir
Salon dediğin, ev gibi, işyeri gibi dört duvar… Oysa sokak öyle mi? Sokak candır, canlıdır. Kol kola, yan yana yürümektir. Sokak dayanışmadır, çoğalmaktır…

Dolar fırladı, lira eridi, maaş daha ele geçmeden bitti... Okul kaydına verilecek bir top kâğıt eve giren kaç lokmayı eksiltti? Kilo hesapları tane hesaplarına indi de akşam pazarlarında domatesin çürüğüne utana sıkıla bakan gözler kaç kez yere eğildi? Kaç petek yanıyor evde çocuğun odası hariç? Kaçıncı kıştır erteleniyor ayazı tenden uzak tutacak o montun alınışı? Bu yılki bahanesi ne oldu; oğlanın forması, kızın botu, evin kirası... Kaç küfre yüz eğildi ustabaşı takar da ücretsiz izne çıkarır korkusuyla? Sabahın alacasında ya da gecenin zifirinde başa bir şey gelmesin dualarıyla kaç adım ediyor evden servis durağına, duraktan eve giden o yol?

İşte bunlar yaşanırken “Kriz yok!” dediler, “Kriz dış güçlerin oyunu!” dediler. Var diyen “darbeci” oldu, “terörist” oldu. Sonra ne oldu?

Sahi kim bu dış güçler? Nasıl dış güç olunur mesela? Bir halkın topraklarını ilhak ederek mi? alttan alttan darbe örgütleyerek, o ülkenin seçilmişlerini yok sayarak mı ya da başka bir ülkenin topraklarında operasyon üstüne operasyon yaparak mı?..

Kim yenecek bu dış güçleri? Yerli ve milli irade! Peki, nasıl bir şey bu yerli ve milli irade? Çocuğuna artık kursa gidemeyeceğini söylediğinde utanır mı mesela? Kreş parası veremeyeceği için annesini köyden getirtip çocuk baktırmanın mahcubiyetini yaşar mı? Örneğin 50 yaşından sonra hayatında ilk defa çalışmak zorunda kalan irade yerli midir milli mi? İşyerinde tuvalete gittiğinde performans notu eksilir mi bu iradenin? Ustabaşı sıkıştırığında dişlerini dudaklarına geçirir mi, dayıbaşı tenhaya çağırdığında yumruğunu sıkar da tırnaklarını avuçlarına batırır mı? Büroda amir azarladığında, misal, o da gizli gizli siler mi gözyaşlarını? Malatya’da kayısı fabrikasındaki zor çalışma koşullarını kastederek “Katlanmak zorunda olduğumu söylüyorum kendi kendime ve paydosa kadar sabrediyorum” diyen Satı ile karşılaşmış mıdır hiç? Her şey canına tak ettiğinde “Acaba işsizlik maaşıyla biraz idare edebilir miyim?” diye geçirir mi aklından çaresizlik içinde?

Sahi bu ülkenin kadınları için “işsizlik” ne demek? Kendine ev hanımıyım diyen, parça başı iş alıp yapıyor, işsiz bir kadın iş ararken ev temizliğine gidiyor, işten çıkan merdiven temizliğine... “İşsiz” mi diyeceğiz şimdi onlara?

Bu sorunun yanıtını bizzat kadınlar veriyor dergimizin sayfalarında. Mamak’tan Nurşen, “Dünyada çalışmayan kadın yok” diyor. OSTİM’den başka bir kadın tamamlıyor onu: “Hemen hemen her işte çalıştım.” Bursa Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’ndeki dokuma işçisi “Emekli olunca da aynı fabrikada tekrardan çalışmaya devam ettim” diyor.

Ne tatil, ne dinlenme, ne sinema, ne de başka bir şey... Çalışıyoruz, durmadan çalışıyoruz!

Ama bu yetmiyor kriz fırsatçısı patronlara. Dersim’de bir tekstil firması, su faturasından tasarruf için çalıştırdığı kadınların kullandığı tuvaletlerin sifonları söküyor. Kocaeli’deki bir gıda fabrikası içme suyu yerine pislik içindeki çeşmeden arıtma suya mahkum bırakıyor. Bursa’da Demirtaş’ta kriz var denerek su sebilleri kaldırılıyor. İnsanca yaşanacak bir ücrete çok diyenler, hacet görmede bile insanlık bırakmıyor! Kendinden kısıp çocuğuna ayıran, yetmedi çocuğunun ihtiyacından da kısan kadınların insanlığından da kısması bekleniyor.

Bu kadar uzak mı bize insanca yaşamak; 8 saat deliksiz bir uyku çekmek, en fazla 8 saat çalışmak, 8 saat canımız ne isterse onu yapmak?

Yanıt yine kadınlarda. Denizli’den Aysel: “Bana öğretilen hayatın dışına çıktığımda asıl yaşamanın bu olduğunu öğrendim, bu dünyaya öylece durmak için gelmediğimizi fark ettim.” Aydın’da kurulu SİBAŞ’ta sendikalaşmak için direnen Meral: “Şunu anladım ki hayat SİBAŞ’tan ibaret değil.” Maya Angelo’nun sözlerini hatırlatıyor Balıkesir’den genç bir kadın: “Ne zaman bir kadın kendisi için ayağa kalksa aslında tüm kadınlar için ayağa kalkar.”

8 Mart’ta verdiği reklamlarla “eşitlik” konusunda mangalda kül bırakmayan Arçelik’teki göstermelik iş güvenliği eğitimine kafa tutuyor bir kadın işçi; demir ve banttan bir kafeste çalıştırılırken her hareketinde moraran bedeniyle! Her 8 Mart’ta elimize kırmızı karanfil tutuşturup lütfedip hediyeler dağıtan, bizi salonlara tıkayarak krize mahkum edenleri alkışlatanlara kafa tutmaya çağırıyor Adile.

Bir kere salon dediğin, ev gibi, işyeri gibi dört duvar. Oysa sokak öyle mi? Sokak candır, canlıdır. Salon tek kişilik koltukta oturmaksa sokak kol kola yan yana yürümektir. Sokak dayanışmadır, çoğalmaktır. Salonda ses çıkarsan en fazla yan binadan duyulur. Sokakta çıkardığın ses, eve hapsolmuş bir kadına perdeyi aralatır, pencereyi açtırır, balkona çıkartır... Ve gün gelir, sokakta senin beklediğini bilerek kapının kilidini döndürüverir, kapı önünden sana bakar. Sonra bir gün yanına gelir, bir bakmışsın kol kola yürüyor, birlikte haykırıyorsunuz...

İlgili haberler
8 Mart hediye beğenme günü değil

Sendikalı fabrikalarda hediyeler dağıtarak yapılan kutlamalar kadınları beklentiye sokuyor. Kadınlar...

8 MART’A KADAR HER YERDE KADIN İŞÇİ BULUŞMALARI: G...

Onlar çözülemeyen sorunları ailenin sırtına, yani ‘ailenin lokomotifi’ diye adlandırdıkları kadınlar...

Umudu ve direnci büyütelim ki bahar gelsin

8 Martımızı gücümüzü, birliğimizi güçlendirmiş, umudumuzu direncimizi büyütmüş olarak seninle birlik...