Mayıs ayını bitirirken kültür sanat etkinliklerine birer birer yasaklar geliyordu. Haziran ayında da çok farklı bir tabloyla karşılaşmadık ne yazık ki. Aynur Doğan, Melek Mosso, Niyazi Koyuncu, Apolas Lermi gibi birçok sanatçının konseri iptal edildi. Yetmedi Eskişehir’de AnadoluFest ve Kocaeli’de FullFest iptal edildi. Yasaklar sadece müziğe, festivallere değildi. Amed Şehir Tiyatrosunun Kürtçeye uyarladığı Don Kixot adlı oyunun sahnelenmesi de Çayırova Belediyesi tarafından engellendi. Batman Belediyesinde kayyım yönetim, Kürt şair ve yazar Cegerxwîn’in bir parktaki büstünü kaldırdı. Her bir yasaklamanın türlü türlü gerekçeleri vardı. Sanatçının uygun bulunmaması, sanatçının kurum değerlerini paylaşmaması, kamu güvenliği gibi gibi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu Günışığı Kitaplığından çıkan ‘Çıtır Çıtır Felsefe’ serisinde yer alan ve Aşk ve Dostluk, Beden ve Akıl, Cesaret ve Korku, Diktatörlük ve Demokrasi, İyi ve Kötü, Küçükler ve Büyükler, Oğlanlar ve Kızlar temalı 7 çocuk kitabını ‘muzır neşriyat’ ilan etti, kitaplar 18 yaşından büyüklere ancak poşet içinde satılabilecek.
Bunların peşi sıra gelen başka pek çok yasaklamanın üstünden çok geçmeden İstanbul Üniversitesi Eşitlik Topluluğunun Onur Haftası nedeniyle Beyazıt Kampüsünde yapmak istediği piknik çeşitli tarikat-cemaat grupları tarafından hedef gösterildi, topluluk pikniği iptal etmek zorunda kaldı, üniversite çevresinde gerici gruplar saatlerce gösteri yaptılar, 26 öğrenci kendi üniversitesinde gözaltına alındı. Kısa bir süre sonra, yine çeşitli cemaat tarikat çevrelerince hedef gösterilen, linç ve katliam yapmakla tehdit edilen Onur Haftası etkinlikleri Beyoğlu ve Kadıköy Kaymakamlıkları tarafından yasaklandı. Yasağın gerekçesi “huzur, ahlak, güvenlik ve esenliğin korunması” olarak belirtilmişti. Yürüyüşün sabahında, linç çağrısı yapanlar “Valimizle ve Emniyet müdürümüzle görüştük, bunları sokağa çıkarmayacaklarının garantisini aldık” diye açıklama yapmışlardı. Onur Yürüyüşü için Beyoğlu’nun çeşitli sokaklarında bir araya gelenlerden 373 kişi gözaltına alındı, gözaltında kötü muameleye maruz bırakıldı. Tüm basını ve sosyal medyayı zapturapt altına alacak, gerçeği sansürleyecek, gerçeği söyleyeni cezalarla susturmaya çalışacak olan ‘Sansür Yasası’ Mecliste bekliyor. Ağzını açan, konu ve bağlam ne olursa olsun “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlamasıyla karşı karşıya getiriliyor.
‘KÜLTÜREL İKTİDAR’ MESELESİ
Hemen her gününde bir yasak haberi aldığımız son bir aydan biraz daha geriye gidelim. Yıl 2017, Cumhurbaşkanı Erdoğan Ensar Vakfı’nın 38. Genel Kurulunda bir konuşma yapıyor. Bu konuşmasında “Biliyoruz siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz siyasi iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” cümlelerini kullandı. Bu konuşmadan sonra okullarda din dersi saatlerinin sayısı artırıldı, Milli Eğitim Bakanlığı adı istismar vakalarında geçen Ensar Vakfı ile çeşitli eğitimler, etkinlikler ve seminerler düzenlemesi için protokol imzaladı. Yıl 2018, Erdoğan bu sefer Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreninde kültürel iktidar olma meselesine değinerek “Ülkemizin en büyük sorunu kendi toplumunu, ülkesini küçümseyen bir grubun uzunca bir süre kültür sanat dünyamızı adeta esir almasıdır. Hamdolsun bu esaret yavaş yavaş ortadan kalkıyor” dedi. 2020 yılında “Kadim medeniyetimizin yapıtaşları ve değerleriyle beslenen evrensel bir kültür sanat anlayışından güç alarak, eğitim ve üretim odaklı yaklaşımı ile Türkiye’nin kültürel sanat ekonomisine katkı sağlamak ve vakıf senedinde yazılı diğer amaçları gerçekleştirmek” amacıyla Yeni Sanat Vakfı kuruldu. 2021 yılında bir açılış programında yine kültürel iktidar olma meselesini gündem ederek “İktidarlarımız döneminde en çok hayıflandığım hususlardan birinin kültür alanında arzu ettiğimiz gelişmeyi gösterememek olduğunu söylüyorum. Kültür ve sanat ülkelerin işgalinde, toplumların ele geçirilmesinde görülmeyen ordular olarak kullanılmıştır” sözlerini söyledi. Bu konuşmaları pandemi dönemi fırsat bilinerek alınan müzik kısıtlamaları takip etti. Önce 22.00’ye çekilen müzik yasağı sonrasında gece 23.59’a çekildi, en son da 01.00’de karar kılınarak pandeminin tüm kısıtlamaları kalkmasına rağmen müzik kısıtlaması kaldırılmadı.
AKP iktidarı hem söylemleriyle hem de politikalarıyla kendi ‘kültürel iktidar’ını tesis etme yönünde sürekli adımlar atıyor. Son bir aydaki yasaklara bir de buradan bakınca aslında nasıl bir kültürel iktidar hayali kurdukları daha net anlaşılıyor. İktidar kendi ideolojisine uygun tek tip insan yaratmak için uyguladığı politikalar yetmediğinde yasaklara, baskılara yöneliyor.
TARİKAT ŞEYHLERİ BAŞ TACI YAPILIRKEN...
Geçtiğimiz hafta “Kadından memur olmaz, kadınlar mektebe gitmez, kadınları aldılar işe erkekler kaldı işsiz” gibi gerici sözleriyle kadınları ikinci sınıf vatandaş sayan İsmailağa Cemaati lideri vefat etti. Cenazede yoklama varmışçasına AKP hükümetinin bakanlarından belediye başkanlarından neredeyse tüm kadroları vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan cenazede “Bugün ilim irfan ve hikmet sahibi bir önderimizi ebediyete yolcu ediyoruz” dedi. Bu sözler, Erdoğan’ın kültürel iktidarını inşa ederken hangi anlayıştan, nasıl feyz aldığının da göstergesi gibi. “Toplumun huzuru, güvenliği ve esenliğini” öne sürerek kültürel etkinlikleri, eylem ve gösterileri yasaklayanlar, kadınların huzur, güvenlik ve esenliğinin esamisinin okunmadığı bir anlayışı göklere çıkaran bu sözlerle tarafını açıkça gösteriyor. Kadınla erkeğin dünyalarının birbirinden kesin çizgilerle ayrılmaya çalışıldığı toplumsal düzende kadınların güçlenmesinden, bağımsızlaşmasından duyulan korku, gündelik hayatta kadın düşmanlığının en vahşi biçimlerde karşımıza çıkmasına neden oluyor. Yaşamın tüm alanları kadınların kıyafetleri, duruşları, bakışları, konuşmaları, oturuşları yüzünden saldırıya açık hale geldiği ve bizzat devlet eliyle saldırganlara müdahale hakkı tanındığı, faillerin ise sırtının sıvazlandığı bir cehenneme dönüyor.
Görsel: Pixabay
HEDEF HEPİMİZİN ÖZGÜRCE YAŞAM HAKKININ YOK EDİLMESİ
İktidar temsilcilerinin sistematik olarak söylemlerinde kendine yer bulan ve çok çeşitli uygulamalarla hayata geçirilen “kültürel iktidar” olma meselesi, tüm yurttaşların yaşam hakkı meselesi. Bu meselenin ilk hedefinde de kadınlar var. Esasında iktidar kültürel iktidarını inşa ederken hedefine yurttaşların özgürce yaşama hakkını koyuyor, bu yaşam hakkına yönelik saldırılar ise öncelikli olarak kadınların haklarının tırpanlanmasının önünü açıyor, hamlelerini öncelikli olarak kadınların yaşamsal haklarına yönelik değişiklikler yönünde yapıyor. Kültürel, toplumsal alana yapılan bu gerici müdahalelerle, kadınların en yaşamsal haklarına yönelik müdahaleler birbirinden ayrılamayacak denli iç içe, birlikte ilerliyor.
Kadınların toplumsal yaşamın eşit bir parçası değil, “tarikat” kurallarına tabi “cariyeler” haline getirilmesinde bizzat devlet aygıtları devreye sokulurken, “ahlak, aile, gelenek, görenek” lafları kullanılıyor. Hatırlayalım; AKP iktidarı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılma tartışmalarını başlattığında ‘ailenin çürümesi’, ‘ahlak yoksunluğunun çoğalması’, ‘manevi değerlerimize uyuşmaması’ gibi gerekçeleri öne sürmüştü. Kız çocuklarının istismarının evlilikle aklanması, erken yaşta zorla evlilikler “gelenek görenekle” açıklanırken, konserlerin, tiyatroların yasaklanmasına da ‘halkın inanç ve gelenekleriyle uyuşmamak’ gerekçeleri sunuluyor. İktidarın tüm toplumu karanlığa sürükleyen “kültürel iktidar olma” hamleleri, hepimizi, ama en çok kadınları ve kız çocuklarını etkiliyor.
Dolayısıyla mesele sadece “yaşam tarzına müdahale” meselesi değil, bizzat yaşam hakkının kendisine müdahale. Farklı inançlardan, farklı yaşam tarzlarından, farklı kesimlerden kadınların ve kız çocuklarının yaşam haklarını hedef alan bir müdahale.
SALDIRILAR YOĞUNLAŞACAK
Tam da bu nedenle bugün sokaklarda ses çıkaran, haklarımızdan da hayatlarımızdan da vazgeçmiyoruz diyen, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine ilişkin Danıştay’daki duruşma için yollarda, öldürülen her bir kız kardeşimiz için adliyelerde, cinsel tacizi önleme birimlerini güçlendirmek için kampüslerde, Onur Yürüyüşü için sokaklarda yan yana gelenler sadece "yaşam tarzını" değil, bizzat yaşam hakkını savunuyorlar. Bu mücadele “sosyal ve kültürel olarak iktidar olamadık” diye hayıflanan iktidarın karşısında duran bir mücadele. Bu yüzden de önümüzdeki seçim döneminde, halk nezdinde desteği iyice zayıflayan tek adam iktidarının varlığını devam ettirebilmesi açısından kendisine en büyük tehdit olarak gördüğü mücadele alanlarından biri. Önümüzdeki günler, tam da bu yüzden, bu mücadelenin öznelerine daha büyük saldırıların da yaşanma ihtimalinin olduğu günler. Bir yaşam hakkı mücadelesi olan kadın mücadelesini kriminalize etmek, bastırmak için ellerinden geleni yapacaklarını görmek zor değil. Kadın derneklerine “ahlaksızlık” gerekçesiyle açılan kapatma davaları, 25 Kasım ve İstanbul Sözleşmesi eylemlerine katılan kadınlara açılan davalar, yapılan her etkinliğin ve eylemin büyük bir polis baskısı altında zapturapt altına alınması çabası, kadın hareketini itibarsızlaştırmaya dönük söylem ve hamleler de bunların göstergesi.
Buna karşı yapılacak olan en önemli şey; kadın mücadelesinin temel dinamiğinin bu ülkede yaşam hakları ellerinden alınan geniş kadın kesimleri olduğu vurgusunu defaatle yaparak, mücadelenin eksenini genişletmek, tek tek yapılan tüm saldırılara karşı topyekun karşı durmak, yapılan saldırıların tek tek kurumlara, örgütlere, kişilere değil, tüm harekete yapıldığını görerek yan yana durmak, birlikte hareket etmek.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Zamanı geldi!
Yoksulluk, işsizlik, gelecek kaygısı, gericilik, baskı, şiddet dört bir yanımızda ve birbirlerine çe...
Son dönemde artan direnişlerin gösterdikleri: Aslo...
Sendikadan beklemeden seçilecek komiteler ve yapılacak düzenli toplantılarla içerde yaşanan baskılar...
Gençleri Kutu Park’a mahkum eden hayat: Evlerin iç...
Hayatı gençler için Kutu Park’tan ibaret kılmaya çalışanlara karşı, bütün hayatı, tüm güzellikleriyl...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.