Mülteci mahallerinde akşam sessizliği
Patronlar için ucuz emek gücü olan mülteciler, geçinme kaygısı ve işsizlik tehdidi altında yaşam sürmeye devam ediyor.

Kayseri’de başlayıp kentimize de sıçrayan mülteci avının üzerinden kısmen zaman geçmiş olsa da Suriyeliler açısından korku, kaygı ve tedirginlik ne o gün başladı ne de saldırılar bittikten sonra son buldu. Mültecilere yönelik politikalarında patronların kâr hırsı ve ucuz emek sömürüsünü ana eksenine alarak hareket eden iktidarın yanı sıra Antep özelinde, özellikle son dönemlerde muhalefet partilerin siyasi temsilcilerinin neredeyse tek gündeminin Suriyelileri hedef göstermek olduğu ve yine kentteki çeşitli patron dernekleri ve demokratik kitle örgütlerinin, hatta emek ve meslek örgütlerinin de mültecilere karşı propagandalara destek verdiğine şahit olduk.

Patronlar için ucuz işgücü, yanlış politikalarının günah keçisi, gerçek dışı çözüm önerilerinin ve “Irkçı değilim ama…” cümlesiyle başlayıp “savaş bitti, geri dönsünler”, “bu misafirlik fazla uzadı”, “onlar yüzünden şehirler yaşanmaz hale geldi” gibi ifadelerin öznesi Suriyelilerin bir kısmı Suriye’ye geri gönderildi ya da dönmek zorunda kaldı. Burada kalanlar ise bu sıkışmışlığın ortasında yaşamaya değil hayatta kalmaya çalışıyor.

MÜLTECİ KADINLARA EV HAPSİ

Türkiye’de en çok mülteci nüfusuna sahip ikinci şehir Antep’in yaklaşık yüzde 16,57’sini oluşturan Suriyelilerin yaşadıkları mahalleler artık akşamları daha sessiz. Özellikle mülteci kadınlar gün içinde bile ihtiyaçlarını karşılamak için güvenli buldukları alanın dışına tek çıkmamaya ya da hiç çıkmamaya özen gösteriyor. Sınır dışı edilme korkusu üzerine konuştuğumuz 20 yaşındaki Hani, yakın zamanda abisinin başından geçenleri şöyle anlatıyor: “Abim üç arkadaşıyla buluştuğu için polisler yanına geliyor ve hemen kimlik soruyorlar. Abim de kimliğini evde unutmuş ve çok korkmuş. Polis uzun süre kendisini beklettikten sonra bir daha olursa kesin geri gönderileceğini söyleyerek abimi bıraktı.”

Yaşadıkları bu olaydan sonra geri gönderilme korkusuyla çalıştığı tekstil atölyesinden ayrılmak zorunda kalan Hani, artık evden hiç çıkmadığını söylüyor. Oysaki o, Antep’te yaşamaya devam etmek isteyenlerden. Vatandaşlık alıp geri gönderilme korkusu olmadan yaşamak ve bir zanaat öğrenip çalışmak en büyük hayali.

PATRONLARIN VAZGEÇİLMEZİ: MÜLTECİ ÇOCUK İŞÇİLER

Patronlar için ucuz emek gücü olan mülteciler, geçinme kaygısı ve işsizlik tehdidi altında yaşam sürmeye devam ediyor. Erdoğan-Şimşek saldırı programlarının halka vaat ettiği yoksulluk ve hayat pahalılığından Suriyeliler de azade değil. 12 kişilik ailesinde sadece 15 ve 20 yaşındaki iki erkek kardeşinin çalıştığını söyleyen Hani’nin anlattıkları patronların aç gözlülüğünün hangi boyutta olduğunu gösteriyor: “Kardeşlerim tekstil atölyesinde, her biri haftalık 2-3 bin lira civarında alıyor. Şimdi buzdolabımız bomboş, sana sunacağımız bir meyve bile olmadığı için utanıyorum. Evdeki 5 çocuk çoğu zaman aç yatıyor. 13 yaşındaki kardeşim tekstil atölyesinde katlama işi bulmuştu. Günde 12 saat çalışmaya dayanamadığı için bırakmak zorunda kaldı. 10 yaşındaki yeğenim de iki hafta dayanabildi. Çocuklara daha az para veriyorlar diye işe hemen alıyorlar onları. Diğer abilerim sürekli iş arıyor ama bulamıyorlar.”

Antep’te sadece kayıt dışı tekstil ve deri atölyelerinin değil; Başpınar OSB’deki kimi fabrikaların da konfeksiyon bölümlerinde 10-11 yaşında mülteci çocukları çalıştırdığını ve son dönemde bu oranlarda ciddi artış olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda çocuk işçiliğin, önümüzdeki süreçte patronların yedek iş gücünden ziyade kurtarıcı iş gücüne dönüşeceği bir tablo olarak görebiliriz.

NEFRET EVSİZ BIRAKIYOR

2013’te ailesiyle Halep’ten Antep’e yerleşen 35 yaşındaki Rana’nın da yaşadıkları, Hani’den pek farklı değil. Rana’nın eşi bir lokantada günde 12 saat, 500 liraya çalışarak 4 çocuğuna, hasta babasına bakmak zorunda. 2 odalı ortalama 45 metre karelik yıkık dökük bir eve ayda 5 bin lira kirayı geciktirmeden ödemelerine rağmen ev sahibinin her kira günü “Artık evden çıkın, sizi istemiyorum” lafını eksik etmediğini dile getiriyor. Irkçılığın barınma konusunda bile ne denli problemler yaşattığını ve en çok bu zamanlarda Halep’i özlediğini söyleyen Rana, “Şimdiye kadar başka bir ev bulabilsem zaten taşınmıştım ama ev kiraları çok yüksek. Artık Suriyelilere ev de vermiyorlar. Ev sahibinin evden çıkartmaya çalıştığı bir sürü tanıdığım var. Evden çıkartılırsak ve polis tarafından ikametimizin orada olmadığı fark edilirse diye şimdiden korkuyoruz. Halep’te 4 odalı geniş ve bahçeli bir evimiz vardı. Ama orada ne elektrik ne su ne de çalışabilecek bir iş var” diyerek Suriye’ye gitmek isteseler bile gidebilecek koşulların orada olmadığını anlatıyor.

ÜRETİM BANTLARINDA BİRLİKTE SÖMÜRÜLÜYORUZ

Herkesin konuştuğu Suriyelileri, burada kalmak isteyen ve gitmek isteyip de gidemeyen iki mülteci kadından dinledik bu kez. Yaşamları, korkuları, kaygıları, yoksullukları da bir o kadar tanıdık. Birlikte yoksullaşıyoruz, fabrikaların-atölyelerin üretim bantlarında birlikte sömürülüyoruz. Akşamları dışarı çıkmaktan hepimiz imtina ediyoruz çünkü her birimizin sokakları, mahalleleri güvensiz. Ancak bunların sorumlusu mülteciler değil. Yoksulluğa, insanlık dışı yaşam koşullarına duyduğumuz öfkeyi, bizi bu hale getiren ve üstelik aynı yoksullukla cebelleşen bizleri birbirine düşman etmeye çalışan sermaye sınıfı ve onlara hizmet eden siyasi iktidar yerine mültecilere yöneltmek bize değil bizi ezenlere kazandırır. Tüm bu dertlerimizin karşısında insanca yaşayabilmek ise hepimizin özlemi. Mülteciler, hedef göstereceğimiz düşman değil, bu düzeni değiştirmek için birleşmemiz gereken sınıf kardeşlerimiz. 

Fotoğraf: Ekmek ve Gül