‘Dertlerimizle baş başa’
‘İzninizle bugün hangi samimiyette yazıp yanıtlanacağınızı göstermek adına bir örnek kaleme alıyorum.’

“Onlar için acı ve talihsizlik, memnuniyet ve keyiften çok daha geniş bir olasılıklar yelpazesi sunar: Tutkuyu ve umudu besleyen hayallerin neredeyse hiçbirinin yeşermediği muhayyileleri, belleğin yeşerttiği, korkuyu her daim besleyen bir otlak haline gelmiştir.”

George Eliot, Silas Marner

O halde bu alıntının gölgesinde neşeyi besleyelim ne dersiniz?

Yazılarımın altına mail adresimi koyduğumdan beridir pek çok mektup ulaşıyor elime. Bazısı sadece anlaşılacağını düşündüğü bir ruhla temas etmek için bazısı da masum bir merak duygusuyla yazılmış bu mektupları okurken derin bir yakınlık hissiyle doluyorum. Bir kısmı derdine derman sorar bir dille kaleme alınmış olabiliyor. Benim de aklıma şöyle bir şey geldi kız kardeşlerim. Ben zaman zaman sosyal medyada Güzin Abla’ya aslında çok da yanıt beklemediğim dertlerimi yazıp onun adına kendi ağzımın payını verdiğim cevaplar yazıyorum. Okuyanların da eğlendiğini düşünüyorum. Bunu sizin yolladığınız ve peşinen çok da ciddi olmayan bir yanıta izin verdiğinizi düşündüğüm mektuplarla burada da yapabiliriz.

‘GÜZİN ABLA’ TARİHİ

Bu köşeyi bana belli şeylerin tarihini yazmam için tahsis etmiş olan yayın ekibini tatmin etmek adına öncelikle bu geleneğin de tarihini yazmak isterim. 1911 yılının Mart ayında 20 yaşında bir genç kız Rock Island Argus'ta yazan Elizabeth Thompson’a bir mektup yazıp aşık olduğu ve 2 yıldır görüştüğü adamla evlenmek için çok mu genç olduğunu sorarak tavsiye istiyor. Bayan Thompson’ın kısacık “Hayır” yanıtıyla köşesi bir tavsiye köşesine dönüşüyor ve yaklaşık 4 yıl boyunca bu işi sürdürüyor. Bu bizim bildiğimiz “Güzin Abla” konseptinin tarihi. Ama yayıncılıkta “tavsiye köşesi” diyebileceğimiz ilk örnek, 1690’da Athenian Mercury'de görülüyor. Bu az sayfalı yayındaki tavsiye köşesi, 17. yüzyılda okurlardan gelen tıp, felsefe, siyaset gibi konularda pek çok soruya tavsiye niteliğinde yanıtlar oluşturmuş. Mektuplar çoğalınca farklı disiplinlerde yanıt veren 4 yazar bu köşeyi birlikte yürütmeye çalışmışlar. Kadınlardan gelen sorular üzerine de onlara yönelik Woman Mercury yayınlanmaya başlanmış.

İlişki tavsiyesi konsepti ise New York Evening Post yazarı Beatrice Fairfax ile başlıyor. Beatrice, kendisi 26 yaşında genç bir kadın olarak kadınlara hangi tecrübeyle ilişki tavsiyesi vermiş bilmiyorum ama dilinin tatlılığı olmasa sürdürülebilir bir köşe olmazdı. Üstelik yazanların pek çoğu yanıt almaktan ziyade duyulmak ve görülmek için yazıyor diye düşünüyorum. Bu çok hassas da bir iş olduğundan yazarımız, Beatrice Fairfax takma adını kullanmış, hemşiremizin asıl adı Marie Manning.

Güzin Abla’ya dönecek olursak, 1921 doğumlu Güzin Sayar, aslında tercüme yazılar yazarak başlamış köşeciliğe. 60’lı yıllarda “Sorun Söyleyelim” diye başladığı tavsiye köşesini “Güzin Abla Dertlerinizle Baş başa” adıyla farklı mecralarda devam ettirmiş. Ben genç kızken bizzat kendisinin verdiği yanıtları tebessümle okuduğumu hatırlıyorum. Ne yazık ki 1996 yılında rahatsızlanınca köşesini kızı Feyza Algan devam ettirdi diye biliyorum. Kendisi bu dünyadan 2006 yılında ayrılmış olsa da ben kendi dertlerimle onu darlamaya devam ediyorum. Şimdiye kadar kendisine ipe sapa gelmez 4 mektup yazıp onun adına cevapladım.

İzninizle bugün hangi samimiyette yazıp yanıtlanacağınızı göstermek adına bir örnek kaleme alıyorum:

Ş’AKITMA Ş’AKITMA

Binnaz

Kıymetli Filiz Abla’cım,

Size de oluyor mu bilmem ama bazı günler kendi varlığıma tahammül edemiyorum. Öyle hafakanlar basıyor ama bir yandan yemek yapıp, bulaşık yıkayıp sağa sola koşuyorum. Öbür yandan hafakanlar basması da basit bir şey değil, anlayın beni lütfen. Osmanlı tıp literatüründe bir hastalık adıdır. Kalp sıkışır, nefes darlanır, elmalı ve süt ekşili reçeteleri vardır.

En son böyle olduğunda kalktım ben de akıtma döktüm. Koca ninem olsa belki kurşun dökerdi. Ama illa bir şey dökmeli yani öyle basmış basanlar. Sadece keşke döktükten sonra başında 80 saat dikileceğimi de hatırlasaydım; ş'akıt ş'akıt bitmedi. Bir de üstüne oturup kaç kepçe hamur yedim diye alkali alkali düşününce hafakanlar are mortal kombat. Şimdi müzik girsin buraya, ben çıkıyorum mutfaktan.

Siz neler şakıtıyorsunuz böylesi durumlarda? Instagram hikayelerden sordum ama derdime derman bir reçete bulamadım. Belki sizin aklınızla ortak bir çare bulunur.

Sevgiyle…

Arzuhalci’nin yanıtı:
Canım Binnaz,
Görüyorum ki yok saymaya çalıştığın sıkıntılarını, “hafakanlar basıyor” kod adıyla karbonhidrata gömerek, kadim reçetelerle geçiştirmeye çalışıyorsun. Lokma da akıtma da kurşun da döksen nafile Binnaz’ım. O yüzden sen bu tip durumlarda hiç bulaşıkla yalaşıkla oyalanmadan dışarı çık. En yakın ganyan bayisine git, adını beğendiğin atlara kupon doldur. Çim pist mi kum pist mi bakmadan çayını söyle, yarışı bekle. Bağır çağır. Kupon tutarsa dondurma alırsın, yatarsa eve yayan dönersin.
Biraz ademoğlunun başa çıkma mekanizmalarını denemeni tavsiye ederim bal yanaklım. Onların yöntemleri, dertleri bırak dünyayı yok saymaya yatkın olduğundan mütevellit sonuçları itibariyle yalnızca senin hafakanlarına çare olmakla kalmayıp ev ahalisinin hafakanlarını bile yola getirecektir. Öyle nokta atışı. Öyle bir can derdine düşüren cinsten. Hafakan kimmiş?
Yine de akıtma dökücem dersen bari yanına peynir çıkar. Reçel filan hiç çıkarma. Aman diyeyim.
Sarıldım say güzel kızım.

*[email protected]

Görsel: Canva Pro Kolaj