Bir hikaye, bir sığınak
Oldukça genç bir yazar olan Eduoard Louis'in bu kitabı annesinin değişim anlatan, bunu anlatırken kendi çocukluğuna da ışık tutan, bir nevi otobiyografik bir roman.

Eduoard Louis, selfie’nin keşfedilmediği, kameralı telefonların olmadığı bir dönemde, annesinin, fotoğraf makinesini ters tutarak kendi kendine çektiği resmini anlatarak başlıyor. 20’li yaşlarında objektife gülümseyerek bakan kadını tanıyamıyor. Sanki o genç kadın annesi değil gibi. Çünkü yazar, çocukluğu boyunca annesini hep mutsuz, kötümser, ses çıkarmayan ve kendi öz değerinin farkında olmayan bir kadın olarak tanıyor. Annesinin o gencecik ve hayata umutla bakan hali için, “Mutluluğu görmek beni mutluluğun yıkımına yol açan adaletsizliği de görmeye mecbur bıraktı. Bu fotoğrafa bakarken ağladım çünkü istemeden de olsa, belki de aksine, onunla birlikte ve bazen ona rağmen, bu yıkımın aktörlerinden biri olmuştum” diyor.

YARIM ASIR FARKLA AYNI YAZGIDA KADINLAR

Louis, anlatısının bir yerinde yazar Peter Handke’nin annesinin Avusturya'da 1920'li yıllardaki günlük rutinini özetlediği cümleleri alıntılayarak "Sofrayı kur, sofrayı kaldır; 'Herkes aldı mı?' Perdeleri aç, perdeleri kapat; ışığı aç, ışığı kapat; 'Banyonun ışığını açık bırakmayın'; aç, katla; doldur, boşalt; prize tak, prizden çıkar. 'Bugün de bitti" dedikten sonra kendi annesinin de Avusturya’dan binlerce kilometre uzakta; yarım asır sonra aynı yazgıyı paylaştığını, aynı hayatı yaşadığını söylüyor. Şimdi de dünyanın herhangi bir yerinde pek çok kadın benzer bir yazgıyı paylaşmıyor mu?

Annesi ile birbirlerini gerçekten tanıma süreçlerini, “İlişkimizin tarihi ayrıldığımız gün başladı. Sanki seninle zamanı tersine çevirmiştik, sanki önce ayrılmış sonra ilişki kurmuştuk, her şeyin temelini sanki ayrılık atmıştı” diyerek anlatan yazar, kendi gerçek benliği ve duygularını da annesinden yıllarca gizlediğini itiraf ediyor. Zira yazar, yoksul bir ailede, türlü zorluklara göğüs gererek yaşadığı çocukluğunda, bir yandan da ailesinden eş cinsel olduğunu gizlemek ile uğraşmış.

Yazarın annesi iki evlilik yapan ve bu evliliklerden doğan çocuklarını yetiştirmeye çalışırken şiddetin her türlüsünü yaşayan, mutsuzluğa mahkum olan bir kadın. Bir dönem yakınlaştığı bir kadın sayesinde biraz olsun kendini görmeye, kendine önem vermeye başlayan Monique, o kadın ile yolları ayrılınca yeniden eski, mutsuz hayatına dönüyor. 45 yaşındayken şiddet gördüğü ilişkiden kurtulmak dışında bir çözümünün olmadığının farkına varan Monique, kendince devrim sayılabilecek bir kararla eşinden ayrılıyor. Bundan sonra da yavaş yavaş özgürleşen ve kendini bulan Monique ile Louis arasındaki ilişki de bambaşka bir hal alıyor.

SIĞINABİLECEĞİN O YUVA

“Senin hikayeni anlatmaya bir kadının hikayesini anlatma niyetiyle başlamıştım ama şimdi farkına varıyorum ki senin hikayen, kendi yaşamının ve babamla birlikteki yaşamının seni mecbur bıraktığı var olmayışa karşı, bir kadın olma hakkını elde edebilmek için mücadele veren bir varlığın hikayesiymiş” diyen yazar, isyan bayrağını çekip kendimiz olabilmemiz; şiddete, aşağılanmaya, istismara ve yok sayılmaya dur diyebilmemiz için hiçbir zaman çok geç olmadığını da vurguluyor.

Bir kadının dönüşümünün ve çevresini de nasıl dönüştürebildiğinin anlatıldığı bu çok kısa ama derin roman, esaretten kurtulma ve dönüşme cesareti arayan tüm kadınlara ilham olsun deyip yazarın son sözleri ile yazıyı bitirelim: “Bu hikayenin, onun hikayesinin, bir şekilde, sığınabileceği o yuva olmasını dilerim."

Fotoğraf: Canva Pro Kolaj, kitap kapağı