Korksak da korkumuza bakakalmadan…
Çıkartılan yasalara, kanun hükmünde kararnamelere rağmen inandığımız bir kolektifin parçası olmak…

Kıymetli hazirun,

İnsan geri çekip içinde tuttuğunda delirir, o yüzden içindeki aşkı pay ediyor. Çocuklarına akıtıyor, yemeğe katıyor, hayvanlara bakıyor, çizgisine, dizgisine, şarkısına akıtıyor. Merkezde yoğunlaşan tüm diğer duygular için de aynı şeyleri söyleyebilirim. İçimiz yersiz korkuyla dolu olarak ve tarihsel bir kurban psikolojisinin, kulluk alışkanlığının rehavetiyle kendimizi hareketsiz hale getirdik. Suçlu aramayı bırakıp öncelikle kendi eylemsizliğimizle ilgilenmemiz gerekiyor. Ben bir süredir bu yazdıklarım hakkında düşünürken tesadüfen karşılaştığım bir sahneye bakakaldım; anlatayım.

Geçen ay burada bahsettiğim tavsiye köşesiyle ilgili yazımı sosyal medyada paylaşınca okuyanlardan biri bunun çok iyi bir fikir olduğunu, bahsettiğime benzer tavsiye köşesi yazan bir kadınla ilgili bir dizi izlediğini yazdı. Dizinin adını daha önce duyup not almıştım ama henüz izlememiştim. Hazır merak da ettirilmişken oturup Tiny Beautiful Things adlı kısa kısa sekiz bölümlük bu filmi izledim. Yazar olmak isteyen ama erken yaşta önce annesini kaybedip, sonra evlenip çoluk çocuk sahibi olup geçim derdine düşen orta yaşlarında bir kadın, kendi gibi yazan bir kadın arkadaşıyla konaklamalı bir atölye etkinliğine katılıyor. Gitmek istedikleri yazarın sınıfı çok kalabalık olduğu için saçma sapan başka bir atölyeye katılmak zorunda kalıyorlar. Arkadaşı, bizimkine 10-15 insandan oluşan bu sınıftaki saçmalığa katlanamayacağını ve çıkmak istediğini söylüyor. Bizimki atölyeyi düzenleyen kadına ve diğer katılımcılara ayıp olmasın diye itiraz ediyor. Arkadaşı kalkıp gidiyor. Atölye bitince bizimki hışımla arkadaşının yanına gidip “Beni niye terk edip gittin?” diye hesap soruyor. Arkadaşı da “Ben seni terk etmedim, sen orada kalmaya karar verdin” diye cevap veriyor. Tokat gibi bir sahne. Tabii öncesinde kadının yazamamasına, yapamamasına neden olarak hep dış koşulları gösterdiği hikayeyi izleyince sahnedeki sembolik gönderme daha çarpıcı bir hal alıyor.

Pek çok tercihimizin kendi biricikliğimizden kaynaklı farklı nedenleri var. Sosyal, politik, ekonomik ve ailevi nedenlerle aldığımız hayati kararlar. O gün için bahanemiz (ve dahi gerçeğimiz) parasızlık, baba korkusu, sosyal baskılar olabilir. Yine de bakarsak alttan belli belirsiz kendi titrekliğimiz ve olanı kabule yatkınlığımız da çıkacak.

Annemle birlikte bir yakınımıza baş sağlığı dilemeye gitmiştik. Geleneksel kadın dayanışması gereği olsa gerek, ziyaret ettiğimiz eski komşumuz, annemin bizim üzerimizdeki hakkını hatırlatmak istedi. “Bu kadının sizin okumanızda çok emeği var” tarzı bir hatırlatmaydı bu. Elbette hem orta yaş olgunluğu hem de kendi anneliğimle dinlediğimde böyle hatırlatmaları itici bulmuyorum. Kıymetini zaten bildiğim bir şeyin söylenmesiydi sadece. Sonra ama aynı kişi babamın da bir fenalığını görmediğini söyledi ki yedi cihana zararı dokunmuş birini aklama çabası körün ölüp badem gözlü anlatılması gibi bir yersizlik kabul edilebilir ancak. Annem de belki ayıp olmasın diye belki de gerçekten içten içe inandığı için “Baban okumana izin vermeyip fabrikaya soksaydı okuyamazdın” deyiverdi benim içimdeki alevi harlandırarak. Ben üniversite sınavını kazandığımda babam beni eğer okula gidersem öldürüp cesedimi sokağa atmakla tehdit etmişti. Kendimden başka kimseye güvenmeyerek, yaşadığım şehirden deli gibi kaçmak isterken orada kalarak, ailemin de geçimini sağladığım bir işte dişlerimi sıka sıka çalışarak üniversiteyi bitirdim. Hayır, babam beni zorla fabrikada çalıştıramazdı, bundan eminim. Hayır, okumaya bu kadar inanırken kimseyle erken bir evlilik de yapmazdım bundan da eminim. Bu benim içinde bulunduğum koşullar uzayınca sonrasında saçma sapan bir evlilik yapmama mani olmadı ama yıllardır izlerini okuduğunuz gibi onun içinde de kalmadım, çıktım.

Bunu genelleyip topluma yayalım. Başımızdaki “babaya” rağmen, onun zorbalıklarına rağmen yapmak. Çıkartılan yasalara, kanun hükmünde kararnamelere rağmen inandığımız bir kollektifin parçası olmak. Her ne yapıyorsak içimizde sıkışıp kalmış aşkı pay ederek, yaşamımızın sorumluluğunun ilk ve öncelikle kendimizde olduğunu unutmadan yaşayarak. Korksak da korkumuza bakakalmadan. Sokağın ortasına atılacak bir ceset tehdidiyle nesneleşmeden, özneliğimizi hatırlatarak. Kendimize.

*[email protected]

Fotoğraf: Pexels