Yaşamı adeta çitlerle çevirerek, o çitlerin içinde “dertsiz, tasasız” küçük dünyamızda yaşayarak mutluluğu ve özgürlüğü elde edeceğimiz sanrısı nicedir pek popüler. Hele hele vasatın kural, birlikte yaşamanın asgari nezaketinin kayıp olduğu günümüzde; gündelik hayattaki her şey ağır bir yük haline gelmişken giderek içe doğru dönen bir ruh hali içindeyiz. Kıyıda bir köyde küçük bir ev, insanlardan uzak kendi halinde kapalı bir hayat, dağın başında bir küçük arazide ot biçerek yaşamak adeta mutluluk formülü oldu. Biz bize benzerlerin bile bir arada olamadığı, oldurulamadığı ağır zamanların huzur formülü “azıcık aşım, kaygısız başım, kendi halimde yaşamım” oldu. Olan bitene bakıp “Ama olması gereken bu değil! İstediğimiz bu değil!” nidaları atıyor, içimize içimize patlayıp, umut ettiklerimizi sayıklıyoruz... Oysa...
Olması gerekenle olan arasında hep bir mesafe vardır. Beklenenle yaşanan arasında... Umulanla başa gelen arasında...
İstenen odur ki mesafe kısa olsun. Olması gerekenle olan benzeş, beklenenle yaşanan özdeş, umulanla başa gelen türdeş olsun.
Mutluluk da huzur da hep bu mesafe darlıklarında aranır. Her istediğimizin olduğu bir hayat, ah ne rahat!
Oysa ne mutluluk ne de huzur aradaki mesafenin ne kadar dar olduğunda değildir ki...
Nerededir peki?
Söyleyelim;
Darlıklarda yanınızda biri olup olmadığında, olanla baş etmek için elinizde bir araç olup olmadığındadır...
Olması gerekene kurmuşken siz saatinizi, bozuluverdiğinde akreple yelkovanın dengesi, olan olduğunda yani... Yani hayat size hiç bitmeyen bir dersin sınavını yapıyorken yine... “Dur bakalım, telaş yapma, olana göğüs gereriz elbet birlikte” diyenleriniz, göğüs germek için sizi güçlendirecek birlikteliğinizdir mutlu yapacak olan da, huzurlu yapacak olan da.
Ve hatta, özgür yapacak olan da...
Durun; kuşlar gibi, kelebekler gibi özgür olmak değil bahsettiğimiz. “Olan”ın zoruyla karşı karşıya kalınca buralardan uçup gitmek, başka bir yere konmak, buralara benzemeyen bir yerlere kanat çırpmak değil...Buralara, buralarda olup bitene etkilenmeden, ırgalanmadan, takılmadan taa uzaklardan bakmak değil.
Ne peki?
İnsan iki ayağının üzerine dikildiğinden beri neyse o...
İnsanın toplumsal tarihi, zorunlulukları kendisi için olanak haline getirişinin tarihidir. Özgürlük, zorunluluğun bilincine vararak, onu kendi iradi eylemini engelleyecek durumdan çıkarmak, onu engel olmaktan çıkarıp değiştirmenin olanağı haline dönüştürmektir.
Nasıl yapılabilir peki bu?
Araçlarla... İnsanın insanla birlikteliğiyle...
İnsanlar arasındaki ilişkiyi sağlayan her türden birlikler, örgütler, bir araya gelişler, planlar, programlar, toplumsal ve siyasal eylemin aletleri olarak anlam kazanır.
Ve olanı olması gerekene yaklaştırmak için, farklı alanların hareketini istenilen yönde etkileyebilmek için, örgütlü güç, bireysel güçten her zaman daha sonuç alıcıdır.
Her birlikte, her örgütlenmede farklı hayatları, farklı kişisel özlemleri ve özellikleri olan pek çok insan ortak bir amaç için birleşir. Kendi iradeleriyle, kendi seçtikleri biçimde toplumsal hayat üzerinde etkide bulunmak, değiştirmek ya da yönlendirmek istedikleri için başka insanlarla birleşmişlerdir. Böylesine devasa bir yolda birlikte yürünen herkes, bir diğerinin iradesiyle kendisininkini birleştirmiş, ortak hedeflere varmak için uygun bir ortak irade oluşturmuştur. İşte bu hal içinde, büyük değişimi gerçekleştirme eylemi, birey için, yalnızca iradi olarak seçtiği ve sonuçlarının sorumluluğunu üstlendiği için bile, bir özgürleşme eylemidir.
Ekmek ve Gül, farklı hayatları, özlemleri, özellikleri olan çok sayıda kadının, olmasını istediği hayat için olana etkide bulunduğu, olanı değiştirmek ve yönlendirmek için başka insanlarla iradelerini ortaklaştırdığı bir “araç”. Biz bu aracı “özgürleşmek”, mutlu ve huzurlu olmak için yarattık, bu bir zorunluluktu bizim için. İnsan, iki ayağının üzerinde dikildiğinden beri ne yapıyorsa, onun devamı olarak...
Bu araç (her araç gibi) maharetli eller elinde amaca tam uygun, yeni kullanmaya başlayanlar için sonsuz imkan yaratacak bir araç. Her kullananın deneyimi ile gelişen, geliştiren, değişen, değiştiren bir araç...
Dergimizin bu sayısı; bugün ayakta durmaya çalışırken en çok ihtiyaç duyduklarımızın bir listesini yapıyor adeta. Bu listede adalet var, insan gibi yaşamak, insan gibi çalışmak, ölmeden ve öldürmeden, gülerek yaşamak var... Bunlar için ne yapmak gerektiği, elbirliğimizin terini nereye akıtmak gerektiği var. Birbirini anlamanın, dinlemenin feyzi var.
Alıp başınızı gitmek istediğiniz yerler kıyılar, köşeler olmasın... Gelin; birlikteliğe gelin. Zorluklar var elbet, zorunluluk dediğimiz özgürlüğün ön adımı dedik zaten... Gelin... Çektiğimiz cefa, kıyısında kaldığımız ve asla yalnız mutlu olamayacağımız yaşam için olmasın, birlikte yorulduğumuz, sırf birlikte durmayı başardığımız için bile özgürlüğü tadabileceğimiz birlikteliklerimiz için olsun...
Bekliyoruz...
İlgili haberler
Kendi emeğiyle güçlenen HASİBE
Yıllarca yaşadığı bütün zorluklara ve şiddete rağmen mücadele etmekten vazgeçmeyen, kızlarıyla birli...
Umutsuzluk çıkmazından inatla sıyrılan Leyla
Çocuk yaşta tecavüze uğrayan ve kendisine tecavüz eden kişiyle evlendirilen Leyla’nın hapsedildiği ş...
Çalınan hayatlar, uzak savaşlar, ‘dokunmayan’ yıla...
Bize ‘dokunmayanı’ bize uzak sanıyoruz. Boko Haram gerçeği ve onun özelinde cihatçı örgütlerin kadın...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.