Birkaç kilometre ötede başka çocuklar, tombişgöbeklerinde can simidi, yüzlerinde eşsiz bir neşeyle tatilin keyfine varıyorken, Bodrum sahilinde sanki çok yorulmuş da pamuk yatağında öğle uykusuna yatmış gibi yumuk ellerini bedeninin yanına düşürmüş, ince boynunu göğsüne çekmiş uyur gördüğümüz Aylan bebeğin aslında ölü olduğunu öğrendiğinde, “hadi çocuğum kalk” demek istediğini unuttun mu?
Sakarya’da komşusu ve eşinin mesai arkadaşı tarafından, 10 aylık bebeğiyle birlikte tecavüz edilip vahşice öldürülen 9 aylık hamile Emani’nin acısını unuttun mu? Peki ya ona ve bebeklerine yaşatılanlardan duyduğun utancı?
Unuttun mu Nizip’teki mülteci kampında 30 çocuğa, bir parça ekmek, bir dilim peynir karşılığında bizzat onları korumakla yükümlü devlet görevlilerinin tecavüz ettiğini? Unuttun mu “bu ne rezillik” dediğini?
Tıka basa dolu göçmen botlarında başka bir hayata kürek çekmek isteyenlerin ölü bedenleri Meriç kıyısına, Ege sahillerine vurduğunda, hepimiz gibi yaşamayı hak eden, her birimiz gibi çocuğuna daha iyi bir hayat sunmayı arzu eden anne babaların yerinde ben olsaydım diye düşündüğünü… Bu meçhullükten korktuğunu unuttun mu?
Aynı tezgâhta yan yana çalışırken ellerinin kiri, akıttığın ter, gün sonunda onurla kazanılmış bir ekmeği eve götürmenin kaygısı aynıyken… Sana 3, ona 1 kuruş düşerken patronun milyonluk kazancından… Onun vatansızlığınınikinizi birden daha küçük kuruşlara mahkûm etmeye bahane edilmesine değil de… “Mühendise ortacılık yaptırıyorum”, “Öğretmene bulaşıkçılık yaptırıyorum” diye övünen patronun yüzsüzlüğüne değil de… Patronların emekçiyi emekçiye düşüren bu çıkarcılığına değil de… İkinizi birden bu tezgâha getirenlere değil de… Ona kızdığında…Aslında içinden bir sesin “doğru olan bu değil” dediğini unuttun mu?
Ortaya atılan “maaşa bağlanmışlar, her şeyden ücretsiz yararlanıyorlar, çocukları sınavsız üniversiteye gidiyor…” gibi mesnetsiz iddiaların yalan olduğunu bas bas bağıran gerçek gazeteler, gerçek yayıncılar varken illa da sosyal medyada hınçla yayılan kaynağı belirsiz aforizmaları gerçek belleyenlere laf anlatamadığınız için sustunuz belki?
Ekmeğimizin küçülmesinin, sokakların güvensizleşmesinin, kiraların yükselmesinin, kentlerin yaşanamaz hale gelmesinin, işsizliğin artmasının nedeni olarak hedef gösterildiğinde mülteciler, aslında ülkeyi yönetenlerden kaynaklandığını çok iyi biliyorsunuz belki? Ama ona hesap sormaktan korkuyor, uğraşmaya gücünüzün yetmeyeceğini düşündüğünüz için ilk elden tepki verebileceğiniz yere yöneltiyorsunuz siz de tepkinizi?
Yabanıllar gibi kapatıldıkları kamplarda yaşam cehenneme döndüğü için, taciz tecavüz bir risk değil, her gün yaşanan sıradan vakalar haline geldiği için, devlet denetimindeki o kamplara memleketlerini talana çeviren IŞİD’liler yerleştirildiği için, çocuklarına yiyecek, kendilerine başlarını sokabilecekleri bir ev ihtiyacıyla büyükşehirlerin yolunu tutan, buralarda bir hayat kuran insanlar ne olacağı meçhul bir bilinmeze sürükleniyorlar. Üstelik, giderek yükseltilen düşmanlığın daha beter yankı bulduğu küçük kentlerde işsiz, evsiz, güvencesiz kalma riski yaşıyorlar…
İçiniz rahat mı?
İnsanız biz. İnsana yaraşanı yaşamak istiyoruz.
İnsan onlar. İnsana yaraşanı yaşamayı hak ediyorlar.
Ve birlikte yaşamayı başarabiliriz. Çünkü; insanlığın tarihi türlü savaşların, göçlerin, afetlerin, tehlikelerin oradan oraya sürüklediği insanların birlikte yeni medeniyetler, yeni kültürler yarattığı iç içe geçmiş bir hikayeler bütünü... Hayat bu… Memleketler böyle böyle kuruluyor, yenileniyor, halklar böyle böyle bütünleşiyor, değişiyor, tarihi değiştiriyor…
Şimdi; egemenlerin savaşlarla kendi çıkarları için yeniden yeniden çizmeye çalıştığı sınırlarda, egemenlerin payına düşen çoğalsın diye birbirimizden ve insanlığımızdan vazgeçmeme zamanı!
Dergimizde Tuba hocanın altını çizdiği gibi; bu bir sınav. Hepimiz için, herkes için daha iyi bir memleket kazanmak için aramıza ekilen düşmanlık tohumlarını insanlık toprağımızın kusup atacağı, birlikte bir yaşamı kurmak için halkların kardeşliği tohumu ekmemizin zorunlu olduğu bir sınav.
Biliyoruz ki dergimizin sayfalarında yer alan nafaka hikayelerindeki acılar konusunda yaşadığımız ortaklıklar, iş kazaları ve iş cinayetlerinin küle çevirdiği hayatlarımızdaki benzerlikler, küçük yaşta evlendirilmenin, hayat arkadaşını bir faili meçhulde kaybetmenin zorluğunu aşmaktaki direncimiz, uğradığımız haksızlıkların, tacizlerin karşısında “susmuyorum” deme gücü veren dayanışmamız nasıl hepimizin ortak keseniyse, mültecilere yaşatılan zulüm de aynı kaynaklardan besleniyor. Biz; nafaka zulmünü yaşayanlar tüm zorluklar içinde yeni bir hayat kurma mücadelesi veren bir kadını en iyi anlayanlarız. Yoksulluk, ‘gelenek’ gerekçesiyle küçük yaşta evlendirilmenin, 3 kuruş paraya ömür törpüsü işlerde çalışmanın, derme çatma evlerde bir yaşam kurmanın bir kadının ‘tercihi’ olmadığını bilenleriz.
Bu yüzden bizim tarafımız net. Biz; ezilmenin ne demek olduğunu en iyi bilenler, buna karşı her şeyimizle mücadele eden kadınlar olarak diyoruz ki; mülteciler kardeşimizdir!
Gülten Akın diyor;
“Her mültecinin içinde bir gül ağacı boylanır
Sıcağa susuzluğa dayanıklı
Ülkesizlik tüm ülkeler sayısınca genişliktir
Sınırsızlığa sonsuzluğa dayanıklı…”
Biz, mültecilerin içinde boylanan ve bu topraklara bizimle birlikte kök salmaya yaraşan o gül ağaçlarını kurutmaya değil, dostluğumuz, kardeşliğimiz, daha iyi bir hayat için ortak mücadelemizle yeşertmeye gönüllü olanlardanız…
Dergimizin bu sayısında çağrımız; bu büyük sınavdan el birliğiyle geçmek için el vermenizdir…
Görsel: Serpil Odabaşı
İlgili haberler
Hayatımı vermişim, nafaka benim hakkım
Sincanlı kadınlar, nafakanın hakkını savunuyor. ‘Okumamışım, çalışmamışım ben ne yapacağım? Üç çocuk...
Nafakaya göz diken devletliler şu hesaba bir baksı...
Yıllarca kahrını çekip, eziyet görüp bir de o kocalara çocuk veriyoruz. Boyun eğip eziyet çekmeye de...
Bu saldırı furyasının arkasında ne var?
Esas hedefi kadınların özgür bir biçimde yaşama, var olma talebi ve mücadelesi olan bu zihniyet, yıl...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.