Elif Tuncer’e Özlemle: 30 yıldır burnumdaki salep kokusu
Hem yoldaşlarının, hem fakirin fukaranın, halkının yanında yaz kış koşuşturan, güler yüzünü mahpustakilerden hiç esirgemeyen biriydi Elif Tuncer.

Hayatımıza dokunanlar vardır, görüntüleri gözümüzün önünden şerit gibi geçtiğinde gülümsetirler, ama aynı zamanda kalın bir bıçakla boydan boya yüreğimizi çizerler.

1988 yılında bir kış ayında Malatya’ya gidiyorum, kolumda bir çanta. Yanıma hiçbir eşya almadım bu sefer. Ertesi gün mahkeme var, bir gün önceden gitmem gerek, sabahleyin mahkemeye yetişeceğim. Otogara gidip elimde biletim otobüse biniyorum, muavine bileti gösteriyorum, muavin bana “Abla bu bilet yarının” diyor. “Olamaz nasıl olur, yarın kardeşimin mahkemesi var, orada olmam gerekir” diyorum, tartışmaya başlıyoruz. Meğer bileti yanlış kesmişler, sinirleniyorum, adam “Mümkünü yok seni götüremeyiz” diyor. Ben de artık orada tam tavrımı koyacakken ön sıralardan, zeytin gözlü, esmer, ışıl ışıl bakıp gülümseyen bir kadının sesine dönüyorum. Ayağa kalkıp “Benim yanım boş, birlikte gideriz” diyor, tanışmamız böyle oluyor. Aslında iki kişi gideceklermiş ama arkadaşı gelememiş.

Otobüsteki serüvenimiz tadına doyulmaz nitelikte. Oracıkta hemen öğreniyorum adının Elif Tuncer, kardeşimin ve yoldaşlarının hem avukatı hem de yoldaşı olduğunu.

Sıcacık oluveriyor yüreğim, sanki 40 yıldır tanıyoruz gibi birbirimizi. Sohbet öyle bir akıyor ki. Neler neler konuşuyoruz... Cezaevleri, işkenceler, mahpustaki açlık grevleri, uygulamanın dayattıkları, içeriye veremediğimiz eşyalar, soğukta ayazda bekletilmelerimiz, Diyarbakır zindanları, zulüm...

Kâh kahkaha atarak, kâh ağlayarak sürüyor yolculuğumuz. Mahkemeden sonra hemen döneceğini öğreniyorum. “Benim de hemen dönmem lazım, sabah beşte Adana’ya varıp yedide fabrikada olmam gerekiyor” diyorum. İkimiz de seviniyoruz dönüş yolunda da birlikteyiz diye. Geceyi arkadaşlarımızda geçiriyoruz.

Sabahleyin yolda trafik var, koştur koştur gidiyorum mahkemeye. Arka taraftan girip kardeşlerim mahkemeye girmeden sarılıp öpebilme izni alıyorum, dahası hepsine sarılıyorum, “Şimdi olmasa da mutlaka çıkacaksınız” diyorum.

Sonra mahkemeden bir ses dışarıya taşıyor. Bir kadının gür sesiyle haykırışını duyuyorum. “Hakim Bey, siz ne diyorsunuz, bu çocukların kimi üniversitede, kimi işinde, ne teröristi, müvekkillerime hakaret edip durmayın, bu çocukları burada keyfi tutuyorsunuz, adil değil mahkemeniz” diyerek hışımla dışarı çıkıyor, “Lanet olsun, bırakmadılar” diyor. Karşımda, gözlerinden alev çıkan, dimdik, öylesine güçlü bir kadın var ki! Yavaşça kardeşime dönüyorum “Birlikte geldik biliyor musun? Tanıdığım en güçlü kadınlardan birisi bu” diyorum. Kardeşim gülüyor, “O bizim bacımız, tersi de çok kötüdür” diyor.


Evet kardeşlerimin ve yoldaşlarının bacısıydı Elif Tuncer. Yılmadan bıkmadan il il, ilçe ilçe dolaşıp hem yoldaşlarının, hem fakirin fukaranın, halkının yanında yaz kış koşuşturan, güler yüzünü mahpustakilerden hiç esirgemeyen ama yeri geldiğinde de bir atmaca gibi çocukların savunmalarını yapıp onları içeriden çekip alan biriydi Elif Tuncer.

Sonraları yolumuz defalarca kesişti, içeriden notlar, dilekçeler, çocukların verdiği eşyalar getirdim Elif’e. Mahkeme yollarında da öyle kesiştiğimiz olurdu. Mahkeme dönüşlerinde işe gitme zamanına kadar bürosunun yanındaki Gerçek dergisinde beklerdik bazen. Sabah 5’te, 6’da otogara inip onun bürosuna geçerken bürosunun aşağısında bulunan pastanede içtiğimiz o salebin kokusu halen burnumda.

Avukatlıktan öte mücadeleci bir kadın, bir militan, bir yoldaş, bir dost, bir mahpus bacısıydı Elif Tuncer. Onu yitirdiğimiz gün sabaha kadar o pastanenin önünde beklerken burnumdaki salep kokusunun nedeni de Elif’ti hep. O sandalyelerde yüzlerceydik o gece. Ertesi gün on binlerce seveni yolculadı Elif’i, ki Adana böyle görkemli bir uğurlama görmemiştir. Elif’i yoldaşları omuzlarda, marşlarla, türkülerle, sloganlarla, caddeleri inleterek mezarlığa getirdiler.

Sevgili Elif, senden sonra yitirdiğimiz her güzel canda seni de anıyorum, “Savunduğun yoldaşlarından biri daha geliyor yanına, iyi bak ona” diyorum. Adın Türkiye’nin devrim tarihine halkı için mücadele veren yiğit devrimci olarak yazıldı ve hep anılacaksın. Sen ve yoldaşların asla unutulmayacaksınız.

Saygı ve özlemle…


DİRENCİN ADI ELİF
Elif Tuncer, 1954’te Maraş’ın Göksün ilçesinin Göynük köyünde dünyaya geldi. 1975’te hukuk fakültesini bitirerek önce Göksun’da 1 yıl serbest avukatlık yaptı. Sonra mesleki ve siyasal faaliyetlerini Maraş’ta yürütmeye başladı. Elif ‘78 aralığında Maraş’ta yaşanan katliamdan en başta nasibini alanlar arasındaydı: Avukatlık bürosu basılarak imha edildi. Adana’ya geldikten sonra da başta Maraş Katliamı’nın sorumlusu olarak yargılanmaya çalışılan komünist ve devrimcilerinki olmak üzere bölgedeki tüm sıkıyönetim davalarına girmeye başladı. 12 Eylül darbesinden sonra, herkesin kendi kabuğuna çekildiği koşullarda, Elif, tüm baskı ve tehditlere rağmen, komünist ve devrimcileri savunmaya devam etti. Gözaltına alındı, aylarca işkencede, 8 ay cezaevinde kaldı. Tahliyesi sonrasında, yine, güç durumdaki devrimci tutsakların yardımına koştu. Karanlık eylül terörüne, tüm yıldırma ve yalnızlaştırma çabalarına rağmen o, bir yandan avukat olarak görevlerini yerine getirirken öte yandan da çevresinde devrim ve sosyalizme inancı diri tutmaya uğraştı ve komünizmin Adana’da yeniden örgütlenmesine önemli katkılarda bulundu. Yaşamını ülkemizin demokrasi, temel hak ve özgürlükler, insan hakları mücadelesine adamış olan Elif Tuncer, tehdit ve baskılara boyun eğmeksizin daima mazlumların, ezilenlerin, işkence görenlerin yanında yer aldı. Öldüğünde İHD Adana Şube Başkanıydı. 10 Temmuz 1991 günü, İHD Adana Şube yöneticileri Celal Ölçmez, İmam Turan, Hasan Üzüm ve Yusuf Üzüm’le birlikte HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın cenazesine giderken şaibeli bir trafik kazasında yaşamını yitirdi.

Fotoğraflar: Facebook “Beşler” sayfası  

İlgili haberler
Yokuşu birlikte çıkacak olan bizleriz

Dergimizde bu yokuş yukarı kürekleri çektiğimiz mücadelenin yollarını arıyor kadınlar, sesleniyor bi...

Maria Suphi: Bir Direniş Öyküsü

Sevil Aracı, Maria Suphi, Bir Direniş Öyküsü adlı romana dair yazdı.

Bizi yakan ateşi küle çevirelim!

Haklarımıza bugün de saldırıyorlar, yarın da saldıracaklar ve bizim beklemeye tahammülümüz yok! Bir...