Düdüklü Tencerenin Tarihi
‘Sevgili Denis, köy pazarından çok güzel horoz fasulye buldum, pişirirken ruhuna göndericem. Şu balkon saksısına ucuzken diktiğim soğanlar bi baş versin de...’

Merhaba kız kardeşlerim. Gün geçmiyor ki varlığımızı armağan edebileceğimiz nice olgular, eşyalar ve kimselerle tanışmayalım. Aha da ben yine tanıştım misal ve varlığımızı armağan etmesek bile bir Tebareke zinciri kuralım aramızda derim. Yılın pek çok günü işten apar topar gelip, kırk dakika içinde, önceden ıslamayı unutsak bile kuru fasulye pişirebiliyorsak, bunu Denis Papin adlı suratsız bir Fransız mucide borçlu olduğumuzu öğrendim. Nerede? Sanayi Devrimi’ni anlattığım bir derste. Kendisi buhar gücünü bulup düdüklü tencereyi icat eden insan evladı. Sonrasında James Watt adlı bir İskoç da bu buhar gücüne ateşli pompayı ekleyerek bildiğin endüstri devrimini başlatıyor. Sonra gelsin işçi sınıfı, gelsin sömürü...

Canımın içi Denis, fasulyeye her soğan doğradığımda ruhuna bi Fatiha okuyorum, ama muhtemelen Katolik bile değildin Londra’da yoksulluk ve yalnızlık içinde öldüğünde. Kafayı bir işe takan üretken insanların genelinin yoksulluk içinde ölmesi için kararname filan mı var acaba?

Yaklaşık 300 yıl önce 1679 yılında Denis Papin, ağır bir demir tencere kullanarak bir deney yapmış, ne kaynattığını bilmiyorum, bence uzun pişme isteyen bir et ya da baklagildir. Tencerenin üzerine bir kapak koyup yüksek ısıda kaynatmış. Kapağını sıkı sıkıya kapatmış, buharın basıncıyla kapağın fırlamasını önlemek için de üstüne bir ağırlık oturtmuş. Lakin kapağın üstüne konulan ağırlık, tencere patlama noktasına geldiğinde fırlayıp buharı havaya bırakacak kadarmış. Sonuç olarak yemekler normal tencerelere göre çok daha hızlı pişmiş. İşte bu tencere “Papin’in tenceresi” olarak adlandırılmış. Sonrasında buharın yoğunluğu konusunda bizi uyaran emniyet subabı eklenmiş. Önceleri dökme demirden yapılan düdüklü tencereleri, sonraları toprak, bakır, alüminyum, emaye ve camdan olanları izlemiş. Paramız nispetinde alıyoruz. Bazı tencereler beşibiryerde hükmünde.

Fasulyeye soğan doğramak demişken, ah Denis, son zamanlarda soğan doğramak bir çeşit ibadet sayılıyor buralarda. Düdüklü tenceremiz olsa da soğan alamayacak zamanlardan geçiyoruz bebeğim. Bir zamanlar Anadolu’da Hititler, kutsal bir sebze saymışlar soğanı. Sanırım bir baş soğan kavurup ekmek banmalı ayinler yapmamız yakındır.

Çocukken okuduğum Ökkeş serilerinde Ökkeş, ekmeğinin arasına haşlanmış yumurta ve soğanı kıstırır yerdi fakirlikten. Zenginlik göstergelerimizle oynuyorlar Denis. Sizin oradan bir Asur uzmanı var, Jean Batturo, sen tanımazsın, soğansız yemek tarifi yok diyor Assur ülkesinde. Milattan önce öyle bir soğan aşkı. Atalarımın genlerindeki bu soğan aşkı yüzünden yoksunluk krizleri yaşamaktan korkuyorum inan. Geçen gün benim oğlan fasulyenin yanında yemek için istedi de gözyaşlarımı gizleyerek bir baş soğanı kesmek zorunda kaldım. Kalan yarısını sarıp buzdolabına kaldırdım. Hindistan’da da benim gibi soğansever fakirler olmalı, çünkü geçen gün okudum da pazarda soğanın az biraz pahalanması isyan nedeni oluyormuş. Valla bak. Millet sokaklara dökülüyormuş. Ben de komşularım Fatma Teyze’ye ve Mevla’ya haber verip birer pankart filan mı bastırsam diye düşünmeye başladım. Yaa, çocuklar aç kalmasa iş yavaşlatma hatta durdurma kararı alınabilir mutfaklarda. Ama biz burada aç bilaç otururken sarayda soğan yahnisi pişer diye vazgeçiyorum. Ah Denis, siz fğansızlağ ne değsiniiiz, soğansız yemek, aşksız evlilik gibidir. Ay, demez misiniz? O zaman ben uydurdum. Uydururum ne var ayol. Birileri yemeğin salçalısı, kadının kalçalısı diyor, herkes kullanıyor. Soğan yemeyen kızlar aforizma üretiyormuş, kullansınlar bi zahmet. Son olarak sevgili Denis, köy pazarından çok güzel horoz fasulye buldum, pişirirken ruhuna göndericem. Şu balkon saksısına ucuzken diktiğim soğanlar bi baş versin de...

İlgili haberler
Güçlü olmadığında, yaslan bana…

ABD'de yükselen bir şarkının anlattıkları: Güçlü olmadığında/ Yaslan bana/ Arkadaşın olayım/ Devam e...

İktidarın ‘biz’ diye saydıkları arasında kimler va...

Açık söyleyelim; pandemi döneminde kendini yalnız hissetmeyen bir tek kesim varsa o da sermayeydi. O...

Ne eski ne yeni, tek normal: İki sınıf karşı karşı...

Hükümetleri ve sivil toplum kuruluşlarıyla örgütlü burjuva sınıfı bir yanda, sendikal örgütlüğü zayı...