Bu bedeli biz ödemeyeceğiz!
Ve fakat iktidarın baskısıyla yarattığı her sessizlikten, kendi çürümesinin sesi yükselir oldu... Krizin bedelini krizi kim çıkardıysa o ödesin. Biz ödemiyoruz!

Ejder meyvesi, tahta kurusu, alınamayan okul pantolonu...

Yıllar sonra bu üç ifade art arda okunduğunda, bugünkü halimizi bilmeyene bir şey anlatmayacak belki.

Ama biz bileceğiz; bunlar, hakiki bir yozlaşmanın, ezici bir halk düşmanlığının ve haysiyet cellatlığının ne demek olduğunun göstergeleridir. Bunlar, resmi tarih ne yazarsa yazsın yarıklardan sızacak ve bugünümüzü anlatacak olanlardır...

Akşam pazarından aldıkları çarık çürüklerle kıt kanaat geçinenlerin oğulları, tahta kurusu sarmış yataklarda uyumaya çalışıp, kurtlu yemekleri öğün olarak tüketip, ölesiye çalıştırıldıkları inşaatlarda sakat kalıp iş bulamaz olunca çocuklarına bir okul pantolonu bile alamadığı için canlarına kıyma nokta getirildiler... O sırada ejder meyveli bilmemnelerin ikram edildiği şaşaalı törenlerini, milyon milyar liralık saray harcamalarını ülkenin büyüklüğünün ilamı olarak göstermeye çalışanların dilinden krizin “psikolojik” olduğunu duyduk. Sahte bir sükûnet yaratmak uğruna işçi, öğrenci, akademisyen, sosyal medya kullanıcısı, gazeteci demeden hapse tıktıklarını gördük.

Ve fakat iktidarın baskıyla yarattığı her sessizlikten, kendi çürümesinin sesi yükselir oldu. Bu yüzden bu kadar çok konuşuyorlar. Çürümenin sesini bastırmak için... Dişleri çoktan bozulmuş bir saati alelacele onarmaya çalışmanın beyhude gayretini taşıyan söylemleriyle aslında mekanizmanın tamamen bozuk olduğunu gizlemeye çalışıyorlar. Ve belli ki “dişliler değil, mekanizma bozuk” diyenlerden korkuyla en insani bir hak talebini demir yumruklarla karşılıyorlar.

Bu çürüme, bu halk düşmanlığı, bu haysiyet cellatlığının karşısında örgütlü bir dayanak noktası olmadığında yoksulluk ve derinleşen eşitsizlik kişisel bir talihsizliğe indirgeniyor. Örgütlü bir mücadelenin parçası olmadan hissettiğimiz öfke, umutsuzluk, korku, kaygı bir öz-yıkım olarak vuku buluyor. Yaşamak uğraşısı bir “kendinle savaş”a dönüşüyor...

Bakın hele şu rakamlara;

Hanehalkının kredi borcu 2002’de 2,3 milyar TL iken, Temmuz 2018 itibariyle 183 kat artarak 421 milyar TL’ye yükseldi...

Halkın toplam kredi borcu 2002’de 6,6 milyar TL iken, Temmuz 2018 itibariyle 78 kat artarak 519 milyar TL’ye yükseldi...

Onların paraları, malları mülkleri arttı, bizim borçlarımız!

Krizler karşısında egemenlerin uyguladığı politikalar, kapitalizmin yeniden üretimini mümkün ve süreğen kılmanın bir aracı olarak sömürü ve ezme-ezilme ilişkilerini güçlendirir, dolayısıyla da toplumsal eşitsizliği derinleştirir. Kadınların eşitsizliği ise özellikle böylesi dönemlerde katmerlenir. Ancak, sorunları, talepleri ve yaşadıkları daha az gündem olur, “büyük” meselelerin yanında “küçük dertler” olarak imlenir ve varlıkları kadınların yaşamlarını ağır bir biçimde etkilerken yok sayılırlar. Toplumsal hayatın özelleşmesinin, bireycilik ve soyutlanmanın, geleneksel değerlere dönüşün emekçi kadınlar ve çocuklar üzerinde yıkıcı ve hayati etkileri olur.

Ekmek ve Gül’ün bu sayısı, bu yıkıcı ve hayati etkileri bizzat yaşayanların deneyimleri ile dolu. Yazı ve mektupların her biri, dişlileri ne kadar tamir etmeye çalışırlarsa çalışsınlar, bozuk mekanizmanın bize faturasının ne olduğunu gözler önüne seriyor. İşsizliğin acısı, eve girmeyen aşın kaygısı, ödenemeyen faturaların sancısı, çocuklara sürekli “hayır” demenin yarası ve bütün bu büyük sorunların silikleştirdiği ama her biri başka bir hayati noktaya temas eden kadınca sorunlarımız “damdan düşenlerin” dilinden, kaleminden dökülüyor.

Görünen o ki 2008 krizinde yaşananlar halen hatırımızda. Çoğumuz krizin etkilerinin halen devam ettiği kötü yaşam koşullarının daha da ağırlaşacağı bilgisine sahibiz. Ne olacağını biliyoruz. Mesele, bildiğimizle ne yapacağımız...

Madem rakamlardan konuşmayı çok seviyorlar, konuşalım;

Türkiye’de 2002 yılında sadece 4 dolar milyarderi varken, aradan geçen 16 yılda Türk Lirasında yaşanan aşırı değer kaybına rağmen, dolar milyarderi sayısı Mart 2018 itibariyle 40’a çıktı...

Ekonomide yaşanan krizin bedelini, yaşananlarda hiçbir sorumluluğu olmayan emekçiler değil, ülke ekonomisini bu noktaya getiren iktidar ve sermaye güçleri ödesin... 40 milyarder ve irili ufaklı milyonerlerin paracıklarına halel gelmesin diye yağmalanan İşsizlik Fonundaki kaynaklar sadece işsizler için kullanılsın... Patronların değil, ağır borç yükü altındaki ücretli emekçilerin borç faizleri silinsin... Temel tüketim mallarından hiç vergi alınmasın, dolaylı vergiler azaltılsın, zenginlerden ‘servet vergisi’ alınsın... Krizin bedelini krizi kim çıkardıysa o ödesin. Biz ödemeyececeğiz!

***
Bu cüretli sözleri söyleyebilmemizin, günden güne zorlaşırken hayat doğru bildiğini yapmakta ısrar edişimizin nedenleri var elbet. Onlardan biri Sennur Sezer’in bize vasiyeti...

Ekmek ve Gül’ün yayımlanmaya başladığı ilk dönemlerde, aheste bir nazeninlikle taşıdığı koca bedeniyle çalışma masamıza yaklaşıp, yüzünde alımlı bir gülümsemeyle bizi cesaretlendirecek mis gibi sözler söylemiş sonra da “İşiniz hep çok zor olacak. Ama hiç çaresiz kalmayacaksınız...” demişti.

Sennur Sezer’in hayatta ilerlemek için seçtiği yol, yanında, safında yer aldığı taraftı bunu ona rahatlıkla söyleten. Ne de olsa emeğin yolunda yürüyenler, yol her tıkandığında yenisini açmayı bilen, gücünü hayatı her gün yeniden yaratanlarla birlikte olmaktan alanlardı. Biz de o yolda yürümeyi, o safta yer almayı seçenlerdeniz. Çaresizliğe kapalı kapılarımız...

Bu inadı bize veren kadınlardan Sennur Sezer’e çok şey borçluyuz. Bu inat var oldukça, kadınların kapıları çaresizliğe kapalı oldukça da aramızda olmaya ve bizi cesaretlendirmeye devam edecek.

O’nu ebediyete göç edişinin üçüncü yılında sevgiyle anıyoruz...

Çizim: Sema Yayla

İlgili haberler
Mevzu bozuk psikoloji değil, bozuk çark

Kaybedecek sarayımız da yok, ejder suyumuz da. İster dış güç desinler, ister başka bir şey; Yoksullu...

Aynı sınıftan olmayan aynı gemide olamaz!

Ben açık bir kadınım, yan masamda çarşaflı bir kadın arkadaşım çalışıyor. Birlikte yiyor, birlikte i...

10 EKİM KATLİAMININ ÖĞRETTİĞİ KADİM BİLGİ: Kurtulu...

Kaybettiklerimizin hesabını sormak, biz geride kalanların boynunun borcudur artık. Ve o borcu ödemed...