Geçtiğimiz günlerde Erciyes Üniversitesi kampüsünde bir kadın boşandığı erkek tarafından katledildi. Ardından üniversitede kitlesel eylem gerçekleştirilmişti. Rojin Kabaiş’in bedeninde iki erkeğe ait DNA’nın bulunmasının ardından Van Yüzüncüyıl Üniversitesinde öğrenciler, günler süren direnişler örgütlemiş; tüm sorumluların yargılanmasını istemişti. Genç kadınların yaşadığı ve hayatının bütününü etkileyen hatta yaşam hakkını elinden alan örneklerin arşa çıktığı bir dönemden geçiyoruz.
İktidar kadınların direncini kırmayı hedefliyor
Türkiye’de Erdoğan iktidarı ve saray rejimi, güç kaybının belirginleştiği bir dönemden geçiyor. Ekonomi politikaları sermayeyi korumaya odaklanırken, krizin faturası işçi ücretlerinin baskılanması, kamu harcamalarının kısılması ve vergi yükünün halka yıkılmasıyla toplumun geniş kesimlerine ödetiliyor.
Tasarruf tedbirleriyle birlikte kadın sağlığı harcamaları, kadının güçlendirilmesine ayrılan bütçe ile kadınların eğitim hayatlarına erişebilmesi için sağlanması gereken barınma ve beslenme hizmetlerinden kesinti yapılıyor. Bu politikaların yarattığı hoşnutsuzluk her alanda büyüyor. İşçi grevleri, üniversite gençliğinin mart ayındaki kitlesel eylemleri ve kadınların yükselen tepkileri, memleketin dört bir yanında biriken öfkenin görünür hale gelen örnekleri. Türkiye burjuvazisinin çıkarları ve bağımlı oldukları emperyalistlerin dayatmalarını yerine getirme yollarından biri olarak, demokrasinin tasfiyesi ve gericiliğin örgütlenmesi süreci, saray düzeninin faşizmi örgütlemesiyle birlikte hızlanıyor. Erdoğan iktidarının kadınların örgütlenme mekanizmalarına yönelik saldırıları da tam olarak buna işaret ediyor.
Böyle bir atmosfer, kadınların yaşamları içinde taleplerini dile getirme, hak gasplarına karşı örgütlenme ve yaşadıkları koşulları değiştirebileceklerine dair güvenlerini de zedeliyor. İktidarın kadınlara yönelik politikalarının odağında tam da bu var: kadınların direncini kırmak ve toplumsal alandaki güçlenme dinamiklerini kontrol altına almak.
Mücadelenin iki temel yönü
Bizim mücadelemizde iki temel yön öne çıkıyor. İlki; kadınların örgütlü mücadelesinin mevcut mekanizmalarını güçlendirmek. Erdoğan’ın kadınların örgütlenme mekanizmalarına yönelik saldırıları da aslında, yarattığı karanlığa karşı harekete geçmek, değiştirmek ve dönüştürmek isteyen kadınların örgütlenebildikleri alanları zayıflatmaya yönelik bir saldırı olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü bugünün Türkiye’sinde hayat koşullarımız bizim örgütlü gücümüze göre güçlenen bir halat gibi. Ne kadar örgütlü ve kalabalık şekilde bu halata asılırsak bizden çalıp sermaye sunduklarının önünü kesebiliyoruz. Ne kadar asılırsak bu halata, o kadar saldırıları, baskı ve korku politikalarını püskürtebiliyoruz. Erdoğan iktidarının bunu önleyebilmek için yapmak istedikleri ise, örgütlenme mekanizmalarımızı ortadan kaldırarak bize sunduğu hayatı yalnız ve örgütsüz bir şekilde kabullenmemizi, sömürü çarkının bir dişlisi haline gelmemizi sağlamak. Çünkü kadınların mücadelesi, yalnızca hayatta kalma değil; hayatı dönüştürme mücadelesi. Bu sebeple üniversitelerde kadın çalışmaları toplulukları, dernekler, öğrenci temsilcilikleri gibi mekanizmalarımızı daha kalabalık, daha dayanıklı ve sürekli yeni kadınlarla temas kurabilecek bir işlerlikle büyütmek zorundayız.
İkincisi ise; istediğimiz dünyaya, onun için mücadele ettiğimiz ölçüde yaklaştığımızı görmek. Taleplerimizi belirleyerek, her seferinde bir adım daha ileriye doğru inşa etmeyi sürdürmek. Bugün kadın mücadelesinin seyri çoğunlukla şöyle işliyor: Bir cinayet ya da taciz olduğunda yan yana gelip dayanışıyoruz ya da var olan bir hakkımıza yönelik saldırıları “korumak için” bir araya geliyoruz. Bu dönemsel patlamalar güçlü olsa da çabuk sönüyor. Üstelik tepki genellikle sadece kadınların hayatını kuşatan eşitsizliğin en çıplak ve en vahşi biçimi olan cinayetlere odaklanıyor.
Oysa Erdoğan yönetimi ekonomi politikalarıyla, baskı ve yasaklarıyla, yargı paketleriyle, kayyım atamalarıyla, vergi zamları ve tasarruf politikalarıyla, aile yılı ve cezasızlık düzeniyle yoksulluğu ve şiddeti her gün yeniden üreterek sermayeyi ve iktidarını korumaya çalışıyor. Bir kadın öğrencinin eğitimine devam edebilmesi ile özgürce yaşayabilmesi, tüm bu iç içe geçmiş politikalarla doğrudan bağlanıyor. Bu yüzden kadınlara dayatılan hayatın yalnızca en vahşi yüzü olan cinayetlere karşı mücadele etmek ya da sadece şiddet ve tacize karşı dayanışmak yeterli değil.
Şiddete zemin hazırlayan koşullara karşı mücadele
Üniversite okumak isteyen bir genç kadının barınma, ulaşım, beslenme ve eğitim giderleri bu politikaların doğrudan etkisi altında. Yetersiz yurt kapasiteleri yüzünden birçok kadın öğrencinin kalacak yer bulamaması; mevcut yurtların hijyen eksikliği, kalabalık ortamı, ısınma ve su sorunları, üstüne bir de fahiş ücret artışları barınmayı başlı başına bir mücadeleye dönüştürüyor. Eve çıkmak zorunda kalanlar ise yüksek kiralarla ya da daha uygun evlerin bulunduğu mahallelerde taciz ve güvensizlik riskiyle karşı karşıya kalıyor. Ulaşımın sık ve güvenli olmaması da bu kaygıları büyütüyor. Öğrenciler, bir yandan da eğitimlerini sürdürebilmek için çalışmak zorunda kalıyor. Bu zorunluluk hem eğitimden alınan verimi düşürüyor hem de kadınların iş yerlerinde maruz kaldığı şiddet ve taciz riskini artırarak yaşamlarını kuşatan eşitsizlikleri derinleştiriyor.
Böyle bir durumda genelde ilk refleksimiz öğrenci kadınlar olarak birbirimize iş yerlerinde tacize karşı “güvenli” iş yerleri önermek oluyor. Bu, dayanışmamız açısından önemli bir örnek olsa da bugün bir öğrencinin çalışmak zorunda kalmasına yol açan koşullara karşı da müdahale edebilmemiz gerekiyor. Kadınların eğitim hayatlarını sürdürebilmek için mücadele etmelerinin, bugün kadın mücadelesinin konusu haline gelmesi gerekiyor.
Bu sebeple mücadelemizin en önemli ihtiyaçlarından biri de gündelik yaşamımızı kuşatan tüm politik kararlara karşı kendi siyasetimizi yürütüp bizden yana bir yaşamı inşa edebilmek.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Dosya| 25 Kasım’a giderken sermayenin şiddeti
25 Kasım’a giderken bugün şiddetin temelindeki unsurları incelemek ve önümüze mücadele rotamızı güçlendirmek amacıyla bu dosyayı hazırladık.
Dünyayı saran karanlığa rağmen: Kelebeklerin mirası kadınların eyleminde, düşlerinde
Düşmanlarımızın dost olup safları sıkılaştırdığı dönemde 25 Kasım, emeğimiz, yaşamımız ve özgürlüğümüz için mücadelemizi ortaya koyacağımız günlerden biri olmalı.
BİRTEK-SEN raporunun gösterdikleri: Şiddet üretimin can simidi
BİRTEK-SEN’in, Güneydoğu Anadolu Tekstil Sektöründe Kadın Emeği ve Sendikal Algı Raporu, kadın işçilerin yaşadığı şiddet ve sömürü döngüsünü çarpıcı bir şekilde ortaya seriyor.
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN























