
Din, toplumun maddi temeli, yani üretim ilişkileri üzerine inşa edilen ideolojik üst yapının bir parçasıdır diyebiliriz. Kapitalizm döneminde devletler, mevcut düzeni pekiştirmek ve sınıf çatışmalarını kontrol altına almak için dini defalarca kullandılar. Kapitalizmin Avrupa’daki ilk ortaya çıkışında, işçi sınıfını belirli kalıplara mahkum etmeye ihtiyaç vardı. Örneğin o dönem çalışmayı erdem sayan Protestan ahlakı, işçilerin ve toprağından koparılmış köylülerin ücretli emeğin zorlu koşullarını “manevi” ve “ahlaki” görmelerini sağlamak için ideolojik bir araç haline geldi.
19.yüzyılda, işçi mücadelelerinin yükselmesi ve sosyalist hareketlerin oluşmasıyla, Avrupa ve Amerika’daki kapitalist devletler, düzeni meşrulaştırmak için dini kullandılar. Kilise kurumları, dini okullar ve bunlara bağlı geleneksel aile merkezleri, yoksulluğa karşı “sabrı” genel bir değer haline getirmek için devreye sokuldu. Aynı dönemde, Avrupalı sömürgeciler Asya ve Afrika’da ekonomik egemenliği ve kaynak talanını meşrulaştırmak için “Hristiyanlaştırma misyonunu” kullandılar.
Kapitalizmin ilerlemesiyle birlikte, işgücünün yeniden üretimi ihtiyacı daha büyük önem kazandı. Sermaye bu noktada dini bu ihtiyacı gidermek üzere kullandı. Devletler ve kiliseler, kadınları “ülkenin anneleri” olarak tanımladılar. Fransa ve Almanya’da, kadınları evlilik ve annelikle sınırlayan yasalar çıkardılar. Kürtaj ve doğum kontrolü yasaklandı, çünkü kapitalist sistem işçi nüfusunun artmasına ihtiyaç duyuyordu. Katolik ve Protestan ahlakı, kadın bedenini kontrol altına almak için yasal bir araç haline getirildi.
Örneğin Viktorya dönemi İngiltere’sinde, “coverture” yasası evli kadınları bağımsız mülkiyetten mahrum bırakıyordu. Bu durum dini ve ahlaki gerekçelerle sürdürülüyordu. Amerika’da da 19. yüzyıla kadar kadınlar birçok eyalette mülkiyet veya oy hakkına sahip değillerdi ve kiliseler bu durumu “ilahi düzen” olarak tanıtıyordu.
Emek gücünün yeniden üretiminin yükünü sırtlanacak birine ihtiyaç vardı ve o sermaye için kadındı. Dinler, devletler tarafından bu ihtiyaca uygun bir biçimde yasalara da entegre edildi. Örneğin 20. yüzyılda İsrail devleti, Ortodoks Yahudiliği kullanıyordu. Aile hukuku Ortodoks dini mahkemelerinin kontrolü altındaydı; yani bir kadın, “get” (dini boşanma belgesi) olmadan kocasından ayrılamazdı. Bu durum binlerce kadını hukuki belirsizlik içinde bırakıyordu. Aynı zamanda, nüfus politikaları açısından da din önemli bir etkendi. Yahudi kadınların Filistinlilerle “nüfus rekabeti” için daha fazla çocuk sahibi olmaya teşvik edilmesi, dinin siyasi ve kapitalist amaçlar için kullanımına açık bir örnek.
Soğuk Savaş’tan neoliberalizme
20. yüzyılda, dinin komünizme karşı mücadeledeki rolü ön plana çıktı. Soğuk Savaş döneminde ABD kendini “Tanrı’nın milleti” olarak tanıttı ve bunu toplumu komünizme karşı seferber etmek için kullandı. Emperyalist güçler, sosyalist hareketleri kontrol altına almak için radikal güçleri desteklemeye çalıştılar. Önemli bir örnek, 1980’ler Afganistan’ıdır; radikal İslamcılar, ABD ve müttefiklerinin desteğiyle o dönemin hükumeti ve Sovyetler Birliği’ne karşı seferber edildi.
Tarih ilerledikçe dünyanın birçok yerinde kapitalizmin inişli çıkışları dönemlerine bağlı olarak dinler kullanılmaya devam edildi. Neoliberal dönemde ise din yeniden kritik bir rol üstlendi. Kemer sıkma politikaları ve özelleştirmeler, sınıf çelişkilerini derinleştirdi. Bu duruma karşılık devletler sıklıkla hayır kurumlarına ve dini ahlakçılığa dayandılar.
Ortadoğu’da süreç nasıl ilerledi?
1970’lerde ise İslam, Ortadoğu’da emperyalizm ve sermaye için kullanılmaya başlandı. Bu dönem önemli bir dönüm noktasıdır çünkü aynı anda birkaç süreç yaşandı: Petrol krizleri, kapitalizmin küresel mali krizleri ve siyasi İslam’ın bunlara bağlı olarak yükselişi.
Bu dönemde din toplumsal düzeni yeniden düzenlemek için bir araç haline geldi. Örneğin, Afganistan’da Batı’nın mücahitleri desteklemesiyle cihatçılar hakimiyet kurdu ve kadınlar yeniden eğitim ve iş hayatından çıkarıldı. Taliban, tam örtünmeyi zorunlu kıldı ve kadınlar kamusal yaşamdan dışlandı. Tıpkı bugün gibi.
Irak ve Suriye’de kriz ve savaş dönemlerinde, Baasçı devletler yasaları İslamileştirmeye yöneldi; kadınların aile içindeki hakları kısıtlandı. Suudi Arabistan ve Körfez’de 1970’lerde ABD ile ittifak ve petrol zenginliği, Vahhabilik’i güçlendirdi.
Kadınlar yakın zamana kadar araba kullanamıyor; çalışma veya seyahat için vasiler gerekiyordu. Bugün yine bu tablonun değiştiğini görüyoruz. Jennifer Lopez konserleri, içki serbestliği, giyinme özgürlüğü gibi birçok kanun değişikliği Arabistan’da karşımıza çıkıyor. “Modernleşme” diye bahsedilen bu şeyin kendisi bugün Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde Arabistan’ın batı emperyalizmi ile kurduğu bağa göre değişti. Dinin “gerekli” veya “gerekli” olamadığı zaman devletler tarafından nasıl kullanıldığına dair önemli bir örnek Arabistan.
Başka bir örneğe bakalım. İran’da 1979 devrimi ardından aile hukukunda şeriat yasaları hakim oldu. Zorunlu başörtüsü, evlilik yaşının düşürülmesi, boşanma ve velayet üzerinde kısıtlamalar getirildi. Kadınlar birçok kamusal alandan çıkarıldı ve aynı zamanda ucuz işgücü olarak kullanıldı.
Ortadoğu’da dinin kullanımının en önemli alanlarından biri, miras meselesi oldu. İran’da kız çocuk mirastan oğlanın yarısı kadar pay almaya; eş, kocanın mal varlığından çok az pay almaya başladı ve kadın neredeyse taşınmaz mülkten mahrum bırakıldı.
Bu yasalar şunlara yol açtı:
▪️Kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığının artması.
▪️Kadın yoksulluğunun yaygınlaşması.
▪️Kırsalda kadınların toprak mülkiyetinden mahrum bırakılması ve kadınların ücretsiz bir biçimde erkek aile üyelerine çalışması.
▪️Boşanmış kadınların mali ve sosyal güvenliklerini kaybetmesi.
Yıllar içinde kadınlar birçok medeni hak için İran’da büyük mücadeleler vermeye ve bedel ödemeye mecbur kaldılar. İran’da “Eşitlik İçin Değişim” (2006), grubu miras konusunu yasal eşitsizliğin bir simgesi olarak sundu ve kadınların yaşadığı derinlikli hak kayıplarını ortaya serdi. 2006’dan bu yana kadınlar eşit miras hakları için mücadele ediyor.
Tarihsel incelememiz, Avrupa ve Amerika’dan Ortadoğu’ya kadar dinin kapitalizm tarafından nasıl bir araç olarak kullanıldığını gösteriyor. Buna karşılık, kadınların hukuki ve siyasi yollarla sürdürdüğü direniş, bu düzenin sürekli olarak sorgulandığını ve eşitlik mücadelesinin sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olduğunu da her defasında gösteriyor.
Fotoğraf: Freepik
İlgili haberler
Diyanet neden kadınların miras hakkına saldırıyor?...
Parçalı görünen bütün taleplerimiz aynı yerde birleşiyor: Kadınların eşit ve özgür bir yaşam mücadel...
Temel bir hak olarak “miras”
Laiklik bugün bu ülkede kadınların hakları ve hatta yaşamları için olmazsa olmaz bir noktada görüyor...
Dosya| Medeni hakların temel taşlarından: Kadınlar...
Dergimizin Eylül sayısında hazırladığımız dosyada kadınların miras hakkına yapılan saldırıları incel...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.