‘Senlik benlik bitip de kuruldu muydu bizlik, Asgari ücret değil hür ve günlük güneşlik’
Arkadaşlarınızın işten atılması son damlaydı. Birbirinizle konuşurken iyice öne çıkmıştı zaten en acil talepleriniz ve patrona bir mektup yazdınız. Patron kabul etmeyince birden bıraktınız tezgâhları.

Sendikasızlık… 60 saate yakın çalışma... Yetersiz, sağlıksız, tehlikeli koşullarda… Tuvalete bile gidememek, mola falan hak getire… İş yerinde tacize mi uğradın, tacize uğrayan arkadaşını mı gördün? 2021’de Google, Amazon’da çalışan bir işçi değil misin? O zaman, sen 1907’de Skowhegan’daki Marston Worsted Tekstil Atölyesinde çalışmış bir kadın işçi olmalısın. Hani, şu 17 yaşındaki hafif Fransız aksanlı kızla çalışıyordun, neydi adı? Mamie Bilodeau. Kanada’nın Fransızca konuşulan bölgesinden göçüp gelenlerdendi galiba, altından hayaller ülkesine, ekmeğinin peşine. O domuz kılıklı, adı batasıca herif, ustabaşı Charles North, kızcağızı taciz ediyormuş diye duymuştun. Belki, sana da aynı pislikleri yaptı ama utandın yaşadıklarını senden bilirler diye söylemedin kimseye.

Ücret artışlarının iptal edildiği yıldı 1907. Yıl başında yüzde 10’luk bir zam istemiştiniz ama patron sadece yüzde 5’e razı gelmiş, ikinci yüzde 5’lik zammı eğer “sezon iyi kârlı olursa” Temmuz’da yapacağını söylemişti. Nasıl da sinirlenmiştiniz. Bölümlerde konuşulan hep buydu, şu karakışta çoluk çocuk perperişan. Neye çalışıyor, kimin karnını doyuruyordunuz, eğer kendi karnınız değilse doyan? Güvendiğin arkadaşlarınla aranızda konuşmuştunuz ilk belki. Ne yapmalı, nasıl yapmalı da o ücret zammını almalı? Yaptığınız o konuşmalardan birinde mi acaba güç buldu da başına gelenleri anlatıverdi Mamie? Canına tak etmiş, bir araya gelişlerinizden güç almıştı belki de. İş yerinizde “sendikalı” olmaya nasıl karar vermiştiniz, anlatsana… Bu kararı, atılan o ilk tohumları pek vermiyor tarih kitapları. Ama en çok onu merak ediyorum.

Mamie’nin “işinde tatmin veren bir performans sergilemediği” gerekçesiyle atıldığını yazmış bir gazete, bir de IWW sendikasının Mamie’yi işe geri aldırmak için grev örgütlediğine dair “dedikodular”ı. Sonra, dokuma bölümündeki 26 dokumacının ve 3 başka işçinin işten atılma gerekçesi olarak “şirketin üretimde kesintiye gideceğini” falan yazmış aynı haberde. Ama başka bir kaynakta, 17 yaşındaki Mamie’nin ve diğer işçilerin IWW’de örgütlü olduğu için atıldığını okuyoruz. Örgütlülükleri kırılsın, zam lafları edilmesin bir daha diye atılmışlardı yani bu işçiler.

Arkadaşlarınızın işten atılması son damla olmuştu. Birbirinizle konuşurken iyice öne çıkmıştı zaten en acil talepleriniz ve patrona bir mektup yazdınız: “Cinsel tacizci ustabaşının kovulması, ücret artışı, işçilere kesilen cezaların kaldırılması, şikayetlerin değerlendirilmesi ve çözülmesi için işçilerin bir komitesinin kurulması.” Ama patron kabul etmeyince 225’iniz birden bıraktınız tezgâhları.

Ah o grev günü! 21 Ocak 1907. Kim ister ki kış günü greve çıkmayı? Ama, patronu alt edecek en büyük gücünüz bu değil mi? Buz gibi bir kış! Ama tek bir gün bile aksatmadınız grevi, ta 13 Nisan’a kadar (bazı yerlerde 23 Nisan denmiş) grev alanından ayrılmadınız hiçbiriniz. Gazeteler Skowhegan’da yapılan grevlerin en uzunu diye yazdı. O gün, şirket yönetimi dayanamamış anlaşmaya yanaşmıştı bir güzel. Tabi yanaşacak, sizsiz onlar “patron” olamaz ki! Bu sistemin kanunu da bu, onlarla böyle bir göbek bağımız var.

Sizin daha oy hakkınız bile yoktu kadınlar olarak, 1920’ye kadar mücadele etmeniz gerekecekti. Ama daha o yıl, 1907’de iş yerinizde oy vermenin güzelliğine de eriştiniz. Patronla konuştuklarınızı kadın erkek oyladınız, hepinizin kararı alındı. AFL gibi sizi dışlamadan sendikaya kabul eden IWW’nün kazandığı ilk örgütlenme olarak sınıf tarihimize geçtiğinizi yazıyor kaynaklar. Demokratik katılımcı bir örgütlenme sizinkisi, sendika dediğin de bu değil mi zaten? Varsın adı ne olursa olsun. Anlaşmaya vardığınız maddeler şunlardı: işten atılanların geri alınması, ceza sisteminin kaldırılması, sorunlarınızı çözmek için bir işyeri komitesi yani sendika oluşturma hakkınız, Temmuz ayındaki yüzde 5’lik artış ile parça başı değil saatlik ücret alma hakkı. İşte bu sonuncusu bizim bugün bile önemsediğimiz bir kazanım, biliyor musun?

MARX’IN DEĞER’İ

Bilmem duydun mu adını Karl Marx’ın. Senden az önce yaşadı bu yeryüzünde. Bugün aklımıza gelebilecek tüm metalar gibi, insanın emek gücünün de kapitalist sistemde alınıp satılan bir “meta” olduğunu söyledi. Fakat, emek gücümüz “ekstra” değer üreten bir meta ve her meta gibi bizim emek gücümüzün de bir “değeri” var bu sistemde. Arabanın, evin ya da çocuk bezinin olduğu gibi emek gücümüzün değerini de belirleyen şeyin, bunların üretimi için “toplumsal olarak gerekli emek zamanı” olduğunu öğrendik. Senin benim tek tek üretirken harcadığımız değil de üretilen her şeyde harcanan emek zamanının ortalaması.
Marx’ın dediği başka bir şey daha var. Kapitalizmin uzun vadedeki eğilimi, her şeyin “fiyatını” (işçinin emek gücünün fiyatı – yani ücret de dahil), o metaların üretimi için gerekli olan toplumsal emek zamanına eşitlemekte. Kısa vadedeyse, ücretler, işçinin örgütlü gücü, arz-talep, kapitalistler arasındaki rekabet, her türlü yaşam masrafları, ödenen vergiler vs. ile belirlenir. Oradan bakarsan, ekonomik mücadelede takılıp kaldıkça bizim bu iki durum arasında zikzaklar çizdiğimizi görürsün.

Kapitalistler, ellerindeki finansal, teknolojik, siyasal, ideolojik, yasal güçlerini kullanarak sürekli bizim örgütlülüğümüzü kırmaya devam ediyor, senin zamanından beri hiç değişmeyen işte bu. Böylece ücretlerimizi “asgari ücret” (toplumsal gerekli emek zamanının belirlediği ücret de diyebiliriz) denilen düzeye düşürüyorlar. Bizse örgütlü olduğumuz oranda pastadan biraz daha fazla pay alıyoruz, ta ki onlar yeni bir saldırı yapana kadar.  
Mesela, özellikle 80’lerden sonra, birçok ülkenin iş yasalarının, işçilere bazı bireysel haklar verdiğine tanık olurken neoliberal hükümetlerin toplu mücadeleye saldırıp özellikle sektörel/ulusal toplu sözleşmelerin ortadan kaldırdıklarını gördük. Thatcher’ın Birleşik Krallık’ta “koçbaşlığını” yaptığı bu süreçten sonra, Troika (Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF) Yunanistan, Portekiz, İrlanda gibi ülkelerde sektörel/işkolu toplu sözleşmelerini ortadan kaldırdı. Hatta İrlanda’da patronlar, işçileri yüzde 100 sendika üyesi bile olsa, bırakın sektörel/ulusal olmasını şirket düzeyinde dahi toplu iş sözleşme masasına oturmak zorunda değil yasal olarak. Yani, sizin ta 1907’de patrona diz çöktürüp sözleşme imzalattığınız gibi İrlandalı işçiler de ancak grevle oturtabiliyor patronları masaya. Yasal hiçbir hakları yok. Şu günlerde de işçi haklarının son kalesi görülen kuzey ülkelerdeki sınıf kardeşlerimizin sektörel toplu sözleşmelerine saldırıyor sağcı hükümetler ve patronlar. Finlandiya’daki ormancılık ve orman ürünleri ve bilişim sektörlerindeki şirketler sektörel toplu iş sözleşmelerinden çekiliyorlar.
Türkiye’yi de merak ediyor musun? Biraz biraz şirketlerimizde örgütlüysek de yetmiyor sözümüzü duyurmamıza. Türkiye’de mesleğimiz ne olursa olsun yüzde 50’mizin asgari ücreti aldığını söylesem inanır mısın? Sürekli düşen bir ücrette eşitleniyoruz, ne acı. Ama ürettiklerimizin değerini bir bilsen, dudağın uçuklar. Bilişim, petrol, otomotiv, enerji sektörlerinde çalışanımız mı dersin, öğretmen, hemşire, akademisyen mi? Yıllarca ne vasıflar kazanmış nicelerimiz milyar dolarlık kârlar üretirken ücretlerimiz bütün sektörlerin ancak ortalaması olan asgari bir ücrete itiliyor sürekli. Asgari ücretin biraz üstünde alıyorsak hala, devleti, patronu asgari ücreti bir sopa misali kafamıza vuruyor, “Şükret, daha ne istiyorsun?”

O DAĞI TAŞIYLA BİRLİKTE YERLE BİR ETMEK

Sizin 1907’de verdiğiniz toplu iş sözleşmesi mücadeleniz, sizden öncekilerin deneyimlerinden size kalan. Biz de işyeri/işkolu sektörel/ulusal her seviyede bir sınıf olarak bunca yıldır kazandığımız kaybettiğimiz her mücadeleden tek bir şey öğrendiysek o da şu: Sadece ekonomik koşullarımızı değil, toplumsal ve siyasal koşullarımızı da değiştirmeden bize gün yüzü yok bu sistemde.

Derdimizi Can Yücel’in şu dizelerden başkası anlatamaz:
“Senlik benlik bitip de kuruldu muydu bizlik
Asgari ücret değil, hür ve günlük güneşlik
Bir Türkiye olacak aldığın son gündelik
Halk kalacak geride gidince bu zalim sel
Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel”

Yani anlayacağın, senin zamanından bu yana Sisifos misali örgütlendikçe itiyoruz o “ücret” taşını kapitalizm dağının tepesine. Sanki sonsuza dek sürecekmiş gibi umsak da biraz rehavet çökse üzerimize, taş itiliyor aşağı gerisin geri. Oysa çözüm, o dağı taşıyla birlikte ortadan kaldırmak. Sizin 1907’deki grevinizden 10 yıl sonra, dağın da taşın da yerle bir edildiği ilk işçi devleti kurulmuştu Rusya topraklarında. Acaba o zamanları da gördün mü, nasıl hissettin merak ediyorum?

Kaynak:
Industrial Workers of the World by Philip S. Foner. “The I.W.W., 1907-1909 Sf. 86-88.
https://en.wikipedia.org/wiki/1907_Skowhegan_textile_strike 1907 Skowhegan textile strike
https://twitter.com/ekmekvegul/status/1466391795059748865?s=20 Ekmek ve Gül “Ne Var Ne Yok?” 2 Aralık.

Resim: Erkan Ersoy - “İşçinin örgütlü gücü"

İlgili haberler
Çiftçi, tekstil işçisi, otel çalışanı, ev işçisi,...

Ev işçiliği yapmış, geçirdiği iş kazası sonrası büyük sıkıntılar çekmiş, mücadele etmekten vazgeçmey...

GÜNÜN BELLEĞİ: Bursalı ipek işçisi kadınların grev...

Bursa, koza sayesinde bir işçi kenti olmuştu. Köylerde on binlerce aile kozalıkla geçinirken, şehird...

GÜNÜN BELLEĞİ: Bir kadın grevi, Berec

Kadın işçilerin büyük ölçüde katıldığı ve grev gözcülüğü yaptığı ilk grev Berec greviydi. Tam bir ok...