Çiftçi, tekstil işçisi, otel çalışanı, ev işçisi, sendikacı...
Ev işçiliği yapmış, geçirdiği iş kazası sonrası büyük sıkıntılar çekmiş, mücadele etmekten vazgeçmeyip hakları için işverenine dava açmış, güçlü bir kadın Minire İnal.

Ekmek ve Gül etkinliği için gittiğim, ancak korona nedeniyle etkinliklerin iptal edildiği Antalya’da görüşüp sohbet ettim Minire İnal’la. Ev işçiliği yapmış, geçirdiği iş kazası sonrası büyük sıkıntılar çekmiş, mücadele etmekten vazgeçmeyip hakları için işverenine dava açmış, son olarak da İmece Ev işçileri Sendikası Antalya Şube Başkanlığı görevini üstlenmiş, güçlü bir kadın Minire. Anlatacak, konuşacak çok şey var yani...

Havanın sımsıcak, koronanın bizi sokaklardan henüz mahrum etmediği bir günde Aynur Seyrek’le birlikte Antalya Kadın Danışma Merkezi’nin yolunu tuttuk. Minire, arayıp azıcık gecikeceğini söylemişti bize. Cadde üzerinde bir bankta otururken kocaman gülümsemesiyle hızlı hızlı yaklaştı bize. Minnacık ama cevval bir görüntüsü vardı. İşini de hızlı ve seri yaptığını düşündüm o an. Kadın Danışma Merkezine çıktık hep beraber. Merkezdeki panolarda kadın eylemlerinin afişleri, görselleri vardı. Ekmek ve Gül’ün zorunlu sebeplerle iptal ettiği afiş de asılıydı panoda. Hal hatır ettikten sonra başladı sohbetimiz.

1965 yılında Burdur, Bucak İncirdere köyünde doğmuş Minire. Çiftçi bir aileden geliyor. Tarım işçiliği yapmış köydeyken. Antalya’ya taşındıktan sonra da devam etmiş çalışmaya. 20 yaşında evlenmiş, iki oğlu olmuş. Yapmadığı iş kalmamış, “Yaradılışımda var çalışmak” diyor.

“Terzilik yapıyordum, bir komşumuz önerdi tekstile girmemi. Daha çok gelirim olur, sabit bir maaşım olur diye okul eşofmanları dikilen küçük bir atölyeye girdim. Sonra sırtımdan para kazanıyorlar gibi hissettim. ‘Niye bunu kendimiz yapmayalım’ deyip evdeki koltukları, televizyonu sattık. (Gülüyor) Tekstil makinesi aldık. Benim ayaklı dikiş makinem vardı zaten. Eltimin elektrikli makinesi vardı. Onu da getirdik, üç tane makinemiz oldu. Denizli’ye, İstanbul’a kumaş almaya gittik. Evdeki yemek masasını da kesim masası yaptım. Sermayem olmadığı için çok kısa sürdü” diye anlatıyor iş kurma deneyimini.

Otelde, restoranda, kafede çalışmış tekstilin dışında. “Tekstil sıkıntılıydı” diye devam ediyor: “Ya maaş ödenmiyordu, ya sigorta düzgün olmuyordu ya da uzak oluyordu. Bir ara büfe işlettim. Eşim büfe açmıştı. Eşimin asıl mesleği fayansçılıktı. O gündüz inşaata gidiyordu ben büfedeydim, akşam o bekliyordu.”

ÜÇ AY DİRENİŞ YAPTIK
Bir işçi direnişine de dahil olmuş Minire. 2005-2006 yıllarında arkadaşları bir tekstil fabrikasının açıldığını, iyi para verdiklerini söylemiş. Ayrılmış çalıştığı kafeden, 280 kişinin çalıştığı fabrikaya girmiş. Altı ay çalışmış, ancak üç ayın parasını alabilmiş. “Maaşlarımız ödenmeyince iş bıraktık, direnişe geçtik, ama paramızı alamadık. Bilinçsizdik, sendikasızdık. Örgütlenmek nedir bilmiyorduk. Birkaç bilinçli arkadaş sayesinde üç ay direniş yaptık” diye anlatıyor.
Eşinin çimentoya alerjisi çıkınca o da inşaatı bırakmış. Maddi durumları giderek kötüleşince, iş de bulamayınca, ev işçiliğine başlamış. “2007’de ev işçiliğine başladım. 2009’da kazayı yaşadım. İki sene hiçbir şey yapamadım. 2011’de tekrar çalışmaya başladım ama ağır çalışamaz hale geldim.”
Kaza geçirmeden önce sigortası yokmuş Minire’nin. Kazadan sonra ısrar edince çalıştığı yer sigortasını yaptırmış. Çalıştığı geçmiş yıllarla birlikte doğum borçlanması derken emekli olabilmiş.


YAPTIĞIMIZ İŞİN TANIMI YOK, EMEĞİMİZE DEĞER VERİLMİYOR
Ev işçisi olmanın çok zor olduğunu söyleyen Minire, “Hani derler ya hayatta en son yapılacak iş diye, ev işçiliği gerçekten öyle” diyor. Gittiği evlerde maruz kaldığı ayrımcılığı da şöyle anlatıyor: “Haftalık sabit gittiğim bir ev de beni hırsız tuttular. Çalmış olduğumu söyledikleri eşya, evin sahibi erkeğin iç çamaşırı. Altın değil, para değil, eşya değil, elin adamının iç çamaşırı! Ne yapayım ben onu? Hani belki de ipe astım da rüzgâr uçurdu. Üstelik kadının annesi de evde oluyordu ben temizliğe gittiğim zaman...
Tacize hiç uğramadım ben, ama tacize maruz kalan arkadaşlarım vardı. Bir de memnun edemiyorsun insanları. Telefon açıp ‘Şurası kalmış, burası iyi temizlenmemiş, baştan savma yapmışsın’ gibi sözler ediyorlar. Bir arkadaşım yemekleri yapıp yemek masasına kadar hazırlıyor. İşverenler eve gelince ellerini yıkayıp sofraya oturuyor yani. Arkadaşıma telefon açmışlar bir gün ‘Masaya su doldurup koymamışsın’ diye. Bu kadar değersiziz. Yaptığımız işin zaten bir tanımı yok. Çamaşır, ütü, bulaşık, temizlik, halı, koltuk, cam silme... Bir günde her şeyi istiyorlar ve bunların hepsi ayrı bir iş kolu. Bütün bunları bir günde yapıyoruz ve karşılığında hiçbir şey almıyoruz.”
‘TESADÜF ESERİ YAŞIYORUM’
İş kazası geçirdiği ev, üç katlı bir ev. Önceleri haftada bir gidiyormuş. Ev büyük, iş yetişmez olunca iki gün gitmeye başlamış. İş kazasını ve sonrasını şöyle aktarıyor: “Bir gün salonun camlarından başladım işe. İçini sildim camların, dışını silerken düştüm bir anda. Yoldan geçen bir adam tesadüfen görmüş beni; görmese kimseye duyuramazdım sesimi. Kaburgalarım kırılmış, iç kanama oluşmuş. 10 gün hastanede yattım. İyileştim diye beni taburcu etmeye çalıştılar, ama kıpırdayamıyorum. “Yürürsün sen, naz yapıyorsun” dediler, ama oturtmaya çalışıyorlar, bayılıyorum. Ertesi gün ‘Bir şeyin yok, sadece kaburgaların kırık, iç kanama da tamam, iyileştin’ diyerek taburcu ettiler. Biz kendi imkânlarımızla bir ambulans tuttuk, sedyeyle eve geldim. İşverenim de bir iki geldi gitti. Durumum ciddileşince işverenin yakını bir ortopediste götürdüler beni. Beyin cerrahı bir doktor da geldi. Yeniden röntgen derken meğer felç olabilirmişim her an. Aylarca hastanede kaldım, defalarca ameliyat edildim. Bir de iç kanamadan akciğerlerime kan sızmış enfeksiyon oluşmuş. Tesadüf eseri yaşıyordum yani.”
2011 yılında, daha yeni ayaklandığında bir arkadaşı aracılığıyla Altın Portakal Film Festivalinde ‘Gündelikçi’ belgeselinin gösterimine gitmiş. Sonradan sendikaya dönüşen İmece Kadın Dayanışma Derneğiyle de festivalde tanışmış. Dernekle tanıştıktan sonra da dava açmaya karar vermiş.
2013 yılında açtığı dava, 7 yıl sonra reddedildi. “Beni yakınları olan doktora götürmek için geldikleri gün gıda alışverişi de yapmışlardı. Zaten ondan sonra hiç görüşmedik. Mahkemede o aldıklarını ‘Zaman zaman gıda yardımı yapıyorduk’ diye anlattılar. Haftada dört günden az çalıştığım için dava reddedildi. İşçi olmadığım söylendi. Bir gün bile bir kişiyi sigortasız çalıştıramazsınız diyen yasa, haftada dört günden az çalıştığın için ‘Sen işçi değilsin’ diyor. Ama ben pes etmiyorum, sonuna kadar götüreceğim mücadelemi” diyor.

ARABASINI, EVİNİ SİGORTALAMAYAN İŞVEREN VAR MI?
Geleceğe dönük çok hayali var Minire’nin. Geçmişten beri yurt dışına gitmek, insanların orada nasıl yaşadığını görmek istiyor ve başka bir dil daha öğrenmeyi. Hatta İngilizce kursuna devam ettiğini söylüyor. Bir de ev işçilerinin daha fazla örgütlendiğini hayal ediyor: “İmece’de ev işçilerinin örgütlendiğini, haklarını aradığını, meydanlara, alanlara çıktığını görmek istiyorum. Yasaların değişmesini, ev işçilerinin de İş Yasası’na girmesini, uluslararası sözleşmelerin imzalanması ve uygulanmasını, ev işçilerine sigorta kolaylığı sağlanmasını talep ediyoruz biz. Evini, arabasını, şirketini sigortalamayan işveren yok. İşvereni işe biz gönderiyoruz, kıyafetini biz yıkayıp ütülüyoruz ki toplumun içinde daha düzgün görünsün, çocuklarına biz bakıyoruz iş yerinde kafası rahat olsun, evini derleyip topluyoruz akşam işten gelince rahat etsin diye. Arabasından, yatından, katından önce işçiyi düşünmesi lazım.”


‘DÜNYANIN HER YERİNDE EV İŞÇİLERİ AYNI ŞEYLERİ YAŞIYOR’
Uluslararası Ev İşçileri Konfederasyonunun (International Domestic Workers Federation / IDWF) ev sahipliğiyle 2018 yılında Güney Afrika’da gerçekleştirdiği Uluslararası Ev İşçileri Konferansına Türkiye’den katılan iki kişiden biriydi Minire İnal. Afrika, Asya, Avrupa, Latin Amerika ve Kuzey Amerika ülkelerinden yaklaşık 400 ev işçisinin katıldığı bu konferansın kendisi açısından nasıl bir deneyim olduğunu soruyorum, anlatıyor:
“Ben hiç böyle bir şey görmedim. Burada da bir sürü konferansa katıldım ama konuş konuş alkışla, konuş konuş alkışla orası hiç öyle değil. Orada da konuşma yapıldı ama orada şarkıyla türküyle gülmeyle oynamayla... O kadar zor şartlar altında yaşıyorlar ki. Ev işçiliği sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde aynı kötü koşullara sahip. Birçok ülke de ILO 189 hâlâ imzalı değil. Ev işçilerine insana yakışır iş sözleşmesini imzalamış topu topu beş ülke var. Birçok ev işçisi vardı ciğer hastası. Mesela bir tane ev işçisi vardı eş cinsel, ‘Biz rengimizden dolayı zaten ikinci sınıfız, bir de cinsel yönelimimizden dolayı iyice öteleniyoruz’ dedi. Erkek ev işçileri de var. Bir tane göçmen ev işçisi vardı onunla konuştuğumda da çok etkilenmiştim. ‘Ben ailemle, kendi ülkemde, kendi topraklarım yaşamak istiyorum ama bizim ülkemiz de içecek su yok, su hayat demektir. Susuz nasıl yaşayacağız’ demişti o da. Cape Town’da da farklı bir yaşam var, hep filmlerde görüyoruz ya barakalar var. Orada iki yaşam tarzı var biri taban diğeri tavan. Ortası kesinlikle yok. Beş metrekare barakalarda kalabalık yaşıyorlar. Bir tarafından tenekeden soba borusu çıkarmışlar evlerinin önünde ipler serili, her yer çamaşır. Milyonlarca kişi o barakalarda yaşıyor. Bir de Ümit Burnu var, orada da beyaz badanalı villalar, apartman dairesi yok. Ve birbirine o kadar uzak ki kilometreler var arada. O evler de hep yüksek korumalı, iki metreden fazla duvar, o duvarların üstünde de dikenli teller, elektrikli teller var...”


İlgili haberler
Ev işçisi kadınlar: Görünmesek de varız, hayalleri...

Evdeki her işi, yemeği, ütüyü, bulaşığı aklınıza ne gelirse yapan, emeğiyle var olan ama görünmeyen...

Otobüs yolculuğunda konuştuğumuz ev işçisi kadınla...

Felç olma riskine karşı çalışma, mezarda emeklilik, ağır çalışma koşulları, stres, ekonomik kriz......

GÜNÜN RAKAMI: 1 milyon ev işçisinin yüzde 1’i bile...

Türkiye’de sayıları 1 milyonu aşan ev işçileri en temel haklardan bile yoksun bırakılıyor.

Ev işçisi Leyla anlatıyor: Sigorta yok, gelecek yo...

Ev işçisi Leyla: ‘Bazen ev sahipleri çok takıntılı oluyor, kıl görse yeniden temizlik yaptırıyor. Ti...

Nadira Kadirova’nın hatırlattığı: Göçmen ev işçisi...

Nadira’nın ölümüyle ilgili aydınlatılmayan tüm gerçeklere ise bu sistemdeki kadın davalarından maale...

Senegalli ev işçisi kadınlar: Her şeyden sorumlu a...

Senegalli ev işçisi kadınlar düşük ücret, kayıtdışı çalışma, tecavüz, hakaret hatta dayağa varan uyg...