GÜNÜN KİTABI: Kızların Suskunluğu
Pat Barker’ın Troya savaşını esir düşen bir kadının ağzından anlattığı ‘Kızların Suskunluğu’ romanı, kadınların yaşam mücadelesi verdiği bu günlerde okunmalı.

Bazı olaylar yazıya aktarılır ve asla unutulmaz. Binlerce yıl öncesinde kalsa da birileri bu kadim vaka üzerinde düşünmeyi, onu yaratıcılığının rüzgârıyla sanat eserine dönüştürmeyi sürdürür. Tabii ki kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa aktarılan, sanatın ve sanatçının kişisel yaratım sürecinden geçen her şey gibi bu olayın detayları da zamanla değişime uğrar, ama özü büyük oranda aynı kalır. Önce Antik Yunan sonra da genel anlamda Batı kültürünün eşsiz parçalarından birini oluşturan Troya Savaşı için de geçerlidir, tüm bunlar.

Milattan Önce 9. Yüzyılda Smyrna’da yani İzmir’de yaşadığı düşünülen Homeros’un ‘İlyada’ ve ‘Odysseia’ destanlarına konu olan Troya Savaşı, İyonyalı ozana göre, güzel bir kadın yüzünden çıkmıştı. Troya Kralı Priamos’un küçük oğlu Paris, Miken komutanlarından Menelaos’un karısı Helen’i kaçırmıştı. Yunan anakarasından gelen Mikenler ya da Akhalar, işte bu yüzden Troyalılara savaş açmıştı. İki ordu günümüzde Çanakkale yakınlarında yer alan Troya kentinin önlerinde dokuz yıl boyunca savaşmıştı.

Homeros’un yaşadığı dönemden çok önce, M.Ö. 1200’lü yıllarda geçtiği sanılan bu savaşın gerçek sebepleri ekonomik ve stratejik olmalı. Neyse, bu konuyu tarihçilere bırakıp destanların dünyasına geri dönelim. ‘İlyada’da, dokuz sene sürdüğü rivayet edilen Troya Savaşı’nın Akhalı komutan Akhilleus’un öfkesiyle başlayıp, Troya Kralı Priamos’un yiğit oğlu Hektor’un ölümüyle biten kısmı, yani kısa bir bölümü anlatılır.

AKHİLLEUS’UN ÖFKESİ

Homeros’un “Söyle tanrıça. / Peleusoğlu Akhilleus’un öfkesini söyle,” dizeleriyle giriş yaptığı destana göre, Akhilleus’un kızgınlığının nedeni Troya’nın egemenlik alanındaki kentlerden birinden esir alınan soylu Briseis’in Akha komutanı Agamemnon tarafından Akhilleus’un elinden alınmasıydı. “O zaman kadınlar galipler tarafından savaşın sonunda köle olarak alınırdı. Mal muamelesi görürdü,” demek isterdim. Daha açık bir ifadeyle bu insanlık dışı tutumun binlerce yıl evvelinde kaldığını yazmayı arzu ederdim, ama maalesef kadınlar dünyanın pek çok yerinde hâlâ aynı muameleye maruz kalıyor. IŞİD’cilerin Ezidi kadınları daha birkaç sene önce “uygar” dünyanın gözü önünde köle pazarlarında alıp sattığını unutmadık.

Akhilleus’a savaş ganimeti olarak verilen Briseis’in ve Troya Savaşı’nın hikâyesini bugüne kadar hep erkeklerin gözünden ve bakış açısından okuduk. Akhilleus ile Patroklos’un kahramanlıklarını, Troya prensi Hektor’un yiğitliğini bulduk sayfaların arasında ve filmlerin karelerinde… Peki ya, savaşın en büyük mağduru olan kadınların acısı?

ESİR BİR KIZIN BAKIŞ AÇISINDAN SAVAŞ

Ancak artık Troya Savaşı’na kadınların gözünden bakan bir roman var. Türkiye’de ‘Kızların Suskunluğu’ adıyla ve İthaki Yayınları tarafından basılan romanın İngiliz yazarı Pat Barker, binlerce yıldır insanlığın hafızasında yaşayan bu destansı savaşı esir bir kızın, Briseis’in bakış açısından anlatıyor. Romanlarında bellek, travma, hayatta kalma gibi temalara odaklanan 1943 doğumlu yazar, kadın olmanın da getirdiği duyarlılık ve empati yeteneğiyle yaklaşmış Briseis’in ve Akhalara esir düşen diğer Anadolulu kadınların öykülerine.

Eşini ve dört kardeşini katleden bir adama, Akhalı komutan Akhilleus’a esir düşmenin, her gece onun yatağına girmek zorunda olmanın acısını ve suçluluğunu içinde taşıyan Briseis, bir yandan da hayatta kalmaya çalışıyor ve kendisinden de kötü durumda olan kadınların ıstırabına tanık oluyor. Fakat bir yandan da onun esir tutulduğu kampın az ilerisindeki meydanda savaş devam ediyor. Her gün uçurulan kelleler düşüyor toprağa, insan uzuvları havalarda uçuşuyor ve galipler ele geçirdikleri her kenti yağmalıyor. Belli aralıklarla yeni esir kadınlar geliyor kampa. Tecavüz, aşağılama, kölelik hız kesmeden devam ediyor. Ta ki Troya düşene ve eskinin kraliçeleri, prensesleri de aynı aşağılamadan payını alana dek.

Pat Barker’ın romanı son derece akıcı bir dille yazılmış. Kendinizi hemen cümlelerin akışına bırakıyorsunuz ve sonunu çok iyi bildiğiniz destansı bir öykünün, pek de bilmediğiniz bir yüzüne bakmanın merakı içinde okuyor, okuyorsunuz. Pat Barker’ın, ‘Kızların Suskunluğu’ romanını yazmadan evvel gerek Briseis’in gerekse diğer Troyalı kadınların kaderi ve kederi üzerinde uzun uzun düşündüğünü tahmin ediyorum. Aksi taktirde tüm bunları içselleştirip başarılı bir kurgu yaratamazdı. Tabii bu noktada orijinal adı Türkçesiyle birebir aynı anlama gelen ‘The Silence of the Girls’ü İngilizceden Türkçeye çeviren Seda Çıngay Mellor’un ismini de anmak gerekir. Zira romanın akıcılığının ve edebi düzeyinin korunması çevirmenin başarısı.

‘KASAP DERDİK ONA’

Savaşlarda bir tarafın kahramanı diğer tarafın canisidir. ‘Kızların Suskunluğu’nun ilk cümlesi de bunun özeti gibi. Şöyle diyor Pat Barker, Briseis’in ağzından: “Yüce Akhilleus. Zeki Akhilleus, ışıl ışıl Akhilleus, tanrılara benzeyen Akhilleus… Övgü dolu sıfatlar nasıl da üst üste yığılıyor. Biz ondan bahsederken bu isimlerin hiçbirini kullanmazdık. Kasap derdik biz ona.”

Ve Briseis “yüce” ya da “kasap” Akhilleus’un savaş armağanı, kölesi olmayı tecrübe ediyor. Hayatı tepetaklak oluyor. “Kasap” dediği adamın insani, zayıf yönlerini keşfediyor. Esir tutulduğu kampta en çok Akhilleus’un can yoldaşı ve sevgilisi Patroklos’u seviyor. Çünkü Patroklos ona karşı çok nazik ve yardımsever. Akhilleus ile Patroklos arasındaki eşcinsel aşk, Pat Barker’ın kitabında ön planda değil. Zira bu roman kızların suskunluğunu sona erdirmek için var.

Romanını çoğunlukla Briseis’in ağzından ve birinci tekil şahıs kullanarak yazan Pat Barker, Briseis’in bulunmadığı, Akhilleus’un ön planda olduğu bölümlerde ise üçüncü tekil şahsa başvurmuş.

‘Kızların Suskunluğu’ güzel ve özellikle kadınların yaşam mücadelesi verdiği bu günlerde okunması, üzerinde düşülmesi gereken bir roman. Binlerce yıl öncesinde geçen bir hikâyeyi anlatsa da günümüze dair söyleyecek çok sözü var. Çünkü bütün önemli edebi eserler gibi insana dair, çağlar üstü ve evrensel.

Kaynak: Evrensel Gazetesi


İlgili haberler
GÜNÜN KİTABI: Zehra Doğan / Les Yeux Grands Ouvert...

Diyarbakır E Tipi Cezaevinde tutuklu bulunan Ressam, Gazeteci Zehra Doğan için Zehra Doğan / Les Yeu...

GÜNÜN KİTABI: Kürt Kadını – Amazonlar

Büyük bedellerin ödendiği yaşamlar, geçmişten bugüne uzanan bir serüven bu... Toprağa ana dilinde 'A...

GÜNÜN KİTABI: Derve

Derve bir halkın yüzyıllık tarihine tanıklık etmenin yanı sıra, dinleyen/okuyan herkesin kendi hakik...