Fatma sabah kalktı, çocuklarına kahvaltı hazırladı, sonra işe gitti. İş dönüşünde markete uğrayıp akşam yemeği için alışveriş yaptı. Fatma sıradan bir gün yaşıyordu, sıradan bir kadının hayatını. Ama bir fark vardı: Fatma hayatta kalabilmek için her gün bir savaş veriyordu ve sonunda yenilmedi. Yenilmedi çünkü onun katleden adamın “Sinirlendim, elimden bir kaza çıktı” dediği yerde bile gerçekleri haykıran biz varız.
Fatma öldürüldü. Çünkü bir kadın olarak haklarını talep etti. "Yeter” dediği yerde susturulmaya çalışıldı. Kadınların hayatta kalması bile politik bir mesele. Fatma’nın hikayesi, hepimizin hikayesi.
“Bu sabah gözaltına alınan X, karısını bıçakladı…”
Her gün aynı haberler. Şiddet, cinayet, kadınları susturma girişimleri... Ama bu haberlerin içinde hep unuttuğumuz bir şey var: Fatma’nın bir hayali vardı. Kahvaltı hazırlarken düşündüğü çocuklarının geleceği vardı. İşte tam burada, kadın cinayetlerini “münferit” göstermeye çalışan anlayışı yerle bir etmeliyiz. Çünkü bu mesele “kıskançlık krizi” değil, bu bir sistem sorunu.
HERKES BİR ŞEY SÖYLÜYOR, BİZ YAŞIYORUZ
“Kadınlar ne istiyor?” diye soranlar var. Sanki yıllardır susuyormuşuz gibi. Halbuki biz bağırıyoruz:
• Yaşamak istiyoruz.
• Evimizde, sokakta, iş yerinde, en çok da zihnimizde güvenle yaşamak istiyoruz.
Ama bu talepler bile çoğu zaman boğazımıza düğümleniyor. Çünkü bir yandan “aileyi koruma” bahanesiyle kadınların boşanmasını zorlaştıran yasalar, bir yandan şiddeti körükleyen ceza indirimleri, diğer yandan ise medyada sürekli “tartışma büyüyünce...” diye başlayan yalanlar.
Hayır! Tartışma büyümedi. O kadın öldürüldü çünkü erkek şiddeti büyüdü. Erkek şiddeti devlet tarafından cezasız bırakıldıkça daha da büyüdü.
KATLEDİLEN KADINLARIN SESLERİNİ ALANLARA TAŞIYORUZ
Her 25 Kasım’da sokaklara çıkan kadınlar, öldürülen arkadaşlarının sesini taşıyor. Bu yıl da farklı değil. Öfkemizi alıp sloganlarımızla birlikte alanlara akıyoruz. “Kadın cinayetleri politiktir!” diye bağırıyoruz. “Erkek adalet değil, gerçek adalet istiyoruz!” diye haykırıyoruz. Çünkü susarsak, kız kardeşlerimizin sesi sonsuza dek duyulmaz.
Fatma’nın bir gününü yazmak yetmez, onun hayatta kalmasını sağlayacak sistemi yazmalıyız. Gülistan Doku’yu bulmalıyız. Emine Bulut’un çığlığını unutmamalıyız. Bu çığlıkların hepsi birer haykırış: Kadınlar öldürülüyor çünkü politik bir düzende yaşıyoruz.
Bizler hayatta kalanlarız ve hayatta kalmanın sorumluluğuyla, öldürülenlerin adını haykırmaya ve haklarını savunmaya devam edeceğiz. 25 Kasım’da alanlar dolacak. Bu alanlar sadece protesto değil; bir yaşam manifestosu.
Biz buradayız. Fatma da burada. Emine, Gülistan, Şule de. Onların isimleri, bu yazıyı okuyan herkesin kulağında yankılanmaya devam edecek:
Sokağa çıkınca bir şeyler değişir mi? Birilerinin “Ne bağırıyorsunuz?” bakışlarına, polisin itiş kakışına rağmen ellerimizi kaldırıp “Kadın cinayetleri politiktir!” diye bağırınca bir şeyler değişir mi?
Belki hemen değil. Ama sesimiz yankılanır, orası kesin. Fatma’nın sesi… Şule’nin, Emine’nin, Güldünya’nın… Adı ezberimize kazınmış, bir türlü unutamadığımız, unutmamamız gereken her kadının sesi.
Görsel: Canva Pro yapay zeka görsel oluşturma aracı
İlgili haberler
'En son ne zaman sinemaya gittim, hatırlamıyorum'
Gebze'de kadınlar 25 Kasım öncesi buluşarak 'Peki Şimdi Nereye?' filmini izledi. Film sonrası kadınl...
Aile Bakan'ı yine gerçekleri örtbas etti
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı, kadına yönelik şiddetle mücadele için var güçleriyle çalıştıklarını...
Sesiyle bile incitmeyen bir kadındı Burcu
"25 Kasım vesileyle bulunduğumuz her alanda yan yana geldiğimiz, sokaklarda olduğumuz bu günlerde ve...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.