Şiddet, taciz, ayrımcılık, tecavüz… Gerçek mi film mi?
25 Kasım öncesinde; şiddeti, tacizi, tecavüzü, ayrımcılığı, adaletsizliği konuşmamız gerektiğini hatırlatan kimi film ve diziler…

Bazen yaşadığımız olayların sıra dışılığını ya da muntazamlığını açıklamaya çalışırken “Film gibiydi” diyoruz. Bazense izlediğimiz ya da okuduğumuz herhangi bir hikaye için “Senarist de amma abartmış bu kadarı olur mu ki” diyoruzdur muhakkak. Bazen de bazı diziler öyle gerçekçi ve içimizden birilerinin hikayesini ekrana taşıyor ki… Yaşamlarımızdan, tanık olduklarımızdan bir parçanın karşımızda duruşu ile sarsılabiliyoruz.  

Özellikle de son yıllarda bu meseleleri senaryolaştırıp film-dizi haline getiren yapımlar oldukça arttı, seven de sevmeyen de ucundan da olsa bu seçkiden bir şeyler izliyor. İster dizi film olsun, ister kitap dergi yazısı olsun kadınların günlük hayatta yaşadıkları ayrımcılıkları anlatan hikayeler de aynı ivmeyle artıyor.

İşte o ‘film gibi’ hikayeleri olan Mirabel Kardeşlerin gerçek yaşamlarının ardından Uluslararası Şiddetle Mücadele Günü’ne dönüşen, bu mücadeleyi büyütmek için kolları sıvadığımız 25 Kasım öncesinde; şiddeti, tacizi, tecavüzü, ayrımcılığı, adaletsizliği konuşmamız gerektiğini hatırlatan kimi film ve diziler öneriyoruz…

I MAY DESTROY YOU: ‘RIZA’YI KONUŞALIM!

Son dönemin BBC yapımlarından ‘I May Destroy You’ 25 Kasım öncesi kadınlarla şöyle toplaşıp hep birlikte izlememiz gereken dizilerden biri. “Rıza” meselesini olanca gerçekliğiyle anlatıyor. Yazar olan Arabella, kitabının hazırlığındayken bir gece çok sarhoş oluyor ve sabah uyandığında asla hatırlamadığı ve anlamlandıramadığı vücudundaki morlukların peşine düşüyor. O gece onunla birlikte olan arkadaşlarının anlattıkları ile hesabından çekilen para ve hatırladıkları birbiriyle uyuşmadıkça da daha çok araştırıyor ve flashbacklerle aslında ilerleyen bölümlerde Arabella yaşadığı tecavüzü hatırlamaya başlıyor. Hiç ajite etmeden, tek solukta izleniyor.

THE MİLL: TACİZ, ŞİDDET, SÖMÜRÜ VARSA MÜCADELE DE VAR!

The Mill, Türkçeye ‘Değirmen’ diye çevrilen Emily Dalton tarafından National Trust Property arşivlerinden alınan hikayeler kullanılarak geliştirilen bir dizi. İnternet üzerinden izlemek mümkün.

The Mill bir pamuk fabrikasındaki kimsesiz çocuk ve kadın işçilerin yaşamını merkeze alıyor. İlk olarak bir çocuk işçinin iş kazası geçirmesi ve aynı esnada bir kadın işçinin ustabaşı tarafından tacize uğrayışıyla ilk sahnesinde dizinin derdini, neyi konuşmamız gerektiğini ortaya koyduğunu görüyoruz. Sorunu gösteren, yaşananları teşhir eden ve akabinde mücadelenin neleri değiştirebileceğini gösteren bir yapım The Mill.

Hikayenin ana karakterlerinden Esther Price adlı kadın işçi, işyerinde karşılaştığı zorbalıklara, tacize ve çalışma koşullarına karşı kendi konumunu riske atarak mücadele ediyor ve diğer kadınların da güvenini zamanla kazanıyor. Price’ın mücadelesi ne kadar zorluklarla karşılaşsa da kazanımlar da getiriyor elbet.

Açlıkla, sömürüyle, taciz, tecavüz ve güvencesizlikle dolu bir tarihe ışık tutan The Mill, her ne kadar 1830’lu yılları anlatsa da, 200 yıllık süreçte o zamandan bu zamana özellikle işçi kadınlar için fabrikalarda çok az şeyin değiştiğini gösteriyor şimdiyi düşününce…

NEVER RARELY SOMETIMES ALWAYS: KÜRTAJ HAKTIR!

Pennsylvania’nın kırsal kesimlerinde yaşayan Autumn istenmeyen bir gebelikle baş başa kalır. Bu istemediği hamileliği üzerine ne yapacağını bilemeyen Autumn’un yaşadığı zorlu sürece yakından bakmamızı sağlayan filmde bir başka kadınla dayanışması ise bize birlikteliğin verdiği gücü anlatıyor. Her kadının belki zaman zaman başa çıktığı belki de sıklıkla maruz kaldığı kadın olmanın zorluklarını dile getiren bir yapım Never Rarely Somtimes Always, özellikle de Polonya gibi ülkelerde kürtaj hakkının gasbedilmeye çalışıldığı bir dönemde kürtaja erişimin zorluklarını aktarması bakımından mahir.

THE QUEEN’S GAMBIT: BİRİ SATRANÇ ERKEK OYUNU MU DEDİ?

Netflix’in satranç ustalarını konu alan dizisi “The Queen’s Gambit” tam olarak gerçek bir hikayeye dayanmasa da gerçek satranç ustalarından esinleniyor.

Ana karakterimiz Beth, henüz 8 yaşında annesinin intiharıyla bir yetimhaneye gönderilir. Buradaki yaşama ayak uydurmaya çalışırken, zorlu yaşamında onu güvende hissettirecek bir alan bulur. Okulun temizlik işçisinden öğrendiği satranç onun hayatını değiştirecektir. Kendi deyimiyle, “64 kareden oluşan bir dünyada kendini güvende hisseden” Beth, kadın olduğu için sürekli ayrımcılığa uğrasa da, bir ‘erkek’ oyunu olarak görülen satrançta aksini gösterir ve dünyaya adını duyurur.

UNBELIEVABLE: TECAVÜZÜ KANITLAMAYA ÇALIŞMAK…

Bir diğer mini dizi ise ‘Unbelievable’. Yasanmış bir hikayeden yola çıkılarak senaryolaştırılmış bir dizi. Karakterlerden biri şöyle gediğine vuran bir cümleyle özetliyor yaşadığımız şiddet karşısındaki adaletsizliği: “Yaşanan hırsızlık olduğunda kimseden polisi ikna etmesini beklemiyoruz ama tecavüz olunca işler değişiyor”…

Kendisine en yakınlarının dahi inanmayışıyla şikayetinden vazgeçmek zorunda kalan Marie’nin adalet karşısında nasıl yıldırılmaya çalışıldığı öfke uyandırıyor.

Pulitzer Ödüllü, “An Unbelievable Story of Rape” isimli makalede geçen olaylardan diziye uyarlanan bölümlerde ayrıca önemli bir noktada şu; her kadının kendi yaşadığı sorunun yansıması biricik, tepkiler, travmalar hepsi biricik… Ama yaşanan dert de sorun da, çözüm de ortak…


İlgili haberler
Kameralar işçi kadınlara döndüğünde...

Sadece zorlukları ve kölelik koşullarında çalışmanın ezilmişliğini değil, mücadeleyle değiştirebilme...

GÜNÜN ÖNERİSİ: 25 günde 25 film

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününe kadar her gün izleyebileceğiniz k...

GÜNÜN ÖNERİSİ: Kadın yönetmenler tarafından yöneti...

BBC Culture, dünyanın dört bir yanından sinema yazarlarının oylarıyla belirlenen ‘Kadın Yönetmenler...