Kaynana Ne Yaptı? Gelin Ne Dedi?
Kaynanalar, gelinler, eltiler, görümceler... Kimi zaman iltifatlarla, kimi zaman laf sokmalarla dışa vurulan beğeni, onaylama, dışlama, haset... Kim, büyük ailenin neresinde?

‘Aile’ kavramını düşündüğümüzde sanırım hepimizin aklına ilk olarak ‘gelin-kaynana-görümce-elti’ sıfatlarının oluşturduğu ilişkiler gelir. Beraber ortak yaşam kurmayı planlayan erkek ve kadın dışında bu ilişkiye dahil olacak (yancı) diğer bireyleri düşünürüz öncelikle. Öyle ki evlilik kararı alıp bunu yakınları ile paylaşan kadına sorulan ‘Annesi hayatta mı?’, ‘Kız kardeşi var mı?’, ‘ Eltin nasıl biri acaba?’ ve türevi sorular bile bize evliliğin ve aile olmanın çok da bireylere özel ol(a)mayacağını peşin peşin gösterir. Öyle ki evliliği deneyimlememiş bile olsak bu ilişkiler üzerine kelam edecek kadar geniş bir önyargıya sahibiz toplum olarak. Bu önyargılarda son yıllarda televizyonlarda yer alan evlilik, gelin-kaynana programlarının da etkisi yadsınamayacak boyutlardadır diye düşünüyorum.
Dikmen Yakalı Çamoğlu’nun doktora tezi üzerinden yola çıkarak hazırladığı “Kaynana Ne Yaptı, Gelin Ne Dedi?” isimli kitap da aile olduktan sonra ortak hikayeyi sürdüren kadınlar arası ilişkileri bizlere gösteriyor. Aile ve Kimlik, Güç ve İktidar, Beden ve Güzellik, Aşk, Sosyal Sınıf olmak üzere beş bölümden oluşuyor kitap. Her bölümde de hemen hepimizin kendi aile yaşantısı içerisinde karşılaştığı olayları çok sadece bir dille anlatıyor.

KADIN KADINA NASIL ZABİTLİK EDİYOR?
Aileyi hayali olmayan bir varlık olarak tanımlıyor Çamoğlu. Kadının yaşayan bu varlık içerisinde gelişen ve nesilden nesle aktarılan erkeğe ait öykünün anlatıcısı olarak tarifliyor. Buradan yola çıkarak, ataerkil sistem içerisinde kadının sahiplendiği rolleri nasıl içselleştirdiğini ve peşi sıra gelen gelini de bu şekli ile yönlendirip aileye en uygun forma sokma görevini nasıl üstlendiğinin altını çiziyor. Aslında sistemin kadını kadına nasıl zabitlik ettiğini anlatıyor kitabın büyük bir çoğunluğunda. Adeta müfettiş edası ile aile hikayesine sonradan dahil olan genç kadının ‘içselleştirme’ sürecinin mimarı kayınvalideler olarak çıkıyor karşımıza.
1923’ten 1940’lı yıllara uzanan erken Cumhuriyet dönemini ele alan kitapta yazar birincil ağızdan gelin-kaynana deneyimlerine ve o dönem edebiyatında mevcut ilişkileri konu edinen kitaplardan alıntılara da yer veriyor. Kendi deneyimlerini paylaşan kadınların bir çoğu kayınvalidelerine saygı duyarken aslında içten içe aile içerisinde ezildiklerini de üstü kapalı dile getiriyorlar. Tabi gelin olma kavramını içselleştirip bu ezilmeyi görmezden gelen ‘anne-kız gibiydik’ tarifleri ile yaşadıklarını normalleştiren anlatıcılar da yok değil. Bu da aslında bizlere toplumda bir çok kadının ‘gelin’ olmak kavramını nasıl içselleştirdiğini göstermekte.

KAYNANA KURALI: AYNI EVDE BENİMLE GÜÇ SAVAŞINA GİRME!

Kitabın ele aldığı dönem itibari ile anlatıcılar geniş ailelerin birer ferdi. İki veya daha fazla aile aynı hane içerisinde yaşıyor. Mevcut durumda kadınlar (kaynana-eltiler-görümce) arasında iktidar-güç çekişmeleri de kaçınılmaz oluyor tabi ki. İşte bu noktada aynı evde yaşayacağı ve kendisi ile güç savaşı içerisine girmeyecek, girse bile bu savaştan galip gelemeyeceğini bildiği adaylardan kendisine gelin seçiyor. Neticede ev, kadının kendi hakimiyet alanı olarak tanımladığı bir yer. Temizlik işleri, yemek yapımı ve evin genel düzeni kadının sorumluğunda. Bu görev paylaşımları hane içerisinde içten içe var olan hiyerarşik yapıyı bizlere gösteriyor. Bir başka anlatıcının söylemlerinden bunu görebiliyoruz. Kendisi ve kayınvalidesi mutfak işleri ve genel düzen ile ilgilenirken, elti ‘temizlik işlerine’ bakıyormuş. Tabi ki sıralamada en saygın iş mutfak işleri ve burada güç öncelikle kayınvalidenin elinde!


ESKİNİN HAMAMLARI: GELİN SEÇME MEKANI
Güç dengesini koruyabileceği ve aile anlatısına uygun gelin adayını bulmak bu noktada kayınvalidenin en asli görevi oluyor. Günümüzde hemen her kanalda gündüz kuşağı gelin-kaynana ve evlilik programları bu ihtiyacı giderirken, bahsedilen dönemde kayınvalideler için en önemli mekanlar ‘hamamlar’ imiş. Çamoğlu kitabında hamamları ‘ özellikle kadınların bir arada rahatça bulunabildiği hamamlar, bir genç kızın sadece yüzünü değil, bedenini de inceleyebilmek ve oğullarına gerçekten sağlıklı ve güzel bir kız bulabilmek için en elverişli’ yer olarak tanımlıyor. O dönemler de evliliğin bir çok kadın tarafından tek geçim kaynağı olarak görüldüğünü ve bu durumun erken Cumhuriyet dönemine kadar süregeldiğini anlatıyor. Bu dönemden sonra durum biraz yön değiştirmeye başlıyor ve işin içerisine kariyer kavramı da ekleniyor.

‘BİZİM SINIFTAN DEĞİLSEN GÜLE GÜLE CANIM’
Aile hikayelerinde en önemli noktalardan birinin sosyal sınıf olduğunu belirtiyor Çamoğlu, mutlu veya hüzünlü biten hikayelerdeki ekonomik veya kültürel sermaye farklılıklarının altını çiziyor. Ortak hikayeye dahil olacak kadının ailenin mevcut durumuna ayak uyduramaması nedeni boşanmalar yaşandığını ya da eşlerin ortak karar ile geniş aileden ayrılarak kendi çekirdek ailelerini kurduklarını görüyoruz. Bugüne baktığımızda da benzer farklılıkların aile yaşantılarında ne denli sorunlar çıkarabildiğini görebiliyoruz. Aynı sosyal sınıfa mensup olmayan gelinin aileye layık görülmediği, hatta ailenin bir ferdi olan oğulun karşı gelinen evlilikte diretiyor olması aileden aforoza bile neden oluyor.

BİRBİRİNİN KURDU DEĞİL, YOL ARKADAŞI OLMAK...
Aslında kadınlar için çok şey değişti. Değişmeye de devam ediyor. Evliliğe bakış açıları değişiyor, toplumun dayattığı kayınvalide-elti-görümce bermuda şeytan üçgeninin dışına doğru yürüyor. Birçok tabuyu yıkarak ilerliyor. Gelin olmak, kayınvalide olmak elti olmak değil kadın olarak var olmak için değişiyor değiştiriyor. Sistemin normalleştirdiği ne varsa al aşağı edip yan yana durabiliyor. Birbirlerinin kurdu, zabiti, müfettişi değil, yol arkadaşı olmayı tercih ediyor. Sizce de değişen bir şeyler yok mu?

* Çizimler Ofra Amid’in...

İlgili haberler
Doğum teşviki öyle değil böyle yapılır: Küba'da an...

"En az 3 çocuk" diyen ve kadınlar o üç çocuğa canlarından bezmeden, hayattan vazgeçmeden nasıl bakac...

Bu damızlık kızın öyküsü çok tanıdık!

Sıkıyönetim ilan ediliyor; anayasa askıya alınıyor, gazeteler kapatılıyor. Kadınların okuması, eğlen...

Anne olmayınca anlarsın!

Anne olmayınca anlarsın: Kapitalist toplumda anne olmak çok kutsal, çok özel, çok önemli... Çünkü an...