Bir sopanın ucuna taktığı kumaş parçasını sallayarak tek sıra halinde, alkışlarla fabrika içerisinde dolaşıyor kadın işçiler. Alkışlara “Direne direne kazanacağız” sloganları eşlik ediyor. 15 saniyelik bu görüntü Tuzla’da bulunan ETF Tekstil fabrikasından kadın işçilerden. Fabrikanın kapatılacağının duyurulmasının ardından haklarını alabilmek için fabrikada direnişe geçtiler. Bu gibi görüntülere yılın ilk günlerinden beri sıklıkla şahit oluyoruz.
2022 yılı işçi mücadelelerinin yoğunluğuyla başlayıp yoğunluğuyla devam ederken mücadelenin ön safları da kadınlarla dolu: Farplas, ETF Tekstil, Asen Alüminyum, Acarsoy Tekstil... Kadınlar pek çok engellere rağmen ama bir yandan da bu engellere karşı direnişlerde dümene geçiyor.
Peki işçi kadınlar nasıl yüklerle bu direnişlerin bir parçası oluyor? Ve neden daha görünür oluyorlar?
KADIN İSTİHDAMI GERÇEKTE NE DURUMDA?
AKP hükümeti kadın istihdamını dönem dönem gündem ediyor. En büyük vaatleri iş gücüne katılan kadın oranının artacak olması. TÜİK verilerine göre 2020’de 15 ve daha yukarı yaştaki istihdam oranı yüzde 42.8, kadınların istihdam oranı yüzde 26.3, erkeklerin ise yüzde 59.8. Yani kadınların istihdam edilme oranı erkeklerin istihdam edilme oranının yarısından bile az. Yine TÜİK verilerine göre 2020’de hanesinde 3 yaşın altında çocuğu olan 25-49 yaş grubundaki kadınların istihdam oranı 25.2 iken erkeklerin istihdam oranı yüzde 85.5. Bakım yükü olan her 4 kadından sadece biri çalışabiliyorken bakım yükü olan her 5 erkekten 4’ü çalışabiliyor. Bakım yükünü kadınlar üstlendiği için istihdama katılamıyor, iş hayatına giremeyen kadın bakım yüküyle baş başa bırakılıyor.
Evde bakım yükü üzerine yüklenen kadınlar istihdam edildiklerinde de işyerlerinde ayrımcılık ve kötü çalışma koşullarına maruz bırakılıyor. Bir kere eşit ücretle başlamıyorlar işe, ücretler de ilerleyen yıllarda eşitlenmiyor. Fabrikalarda üretimi yoğunlaştırmak adına bir dizi kural getiriliyor, işçilerin çalışma koşulları kötüleşiyor: İlaç içtiği için azarlanıyor, su sebilleri kaldırılıyor, tuvalete gidiş gelişlerde süre tutuluyor… Farplas fabrikası da üretimi yoğunlaştırmak için işçilerin dinlendiği molalara göz diken, tuvalet ihtiyacını üretim uğruna görmezden gelen pek çok fabrikadan biri; sendikalaştığı için işten çıkarılan Farplas işçisi bir kadın, üretim baskısı nedeniyle tuvalete gidemedikleri için altına yapan kadınların olduğunu anlatıyor.
‘YASA 15 SAAT DESE 15 SAAT ÇALIŞTIRIRLAR’
Sadece fabrikalarda değil diğer iş yerlerinde de benzer durumlarla karşı karşıya kalınıyor. Pandemi döneminde evden çalışmaya geçen birçok şirket evden çalışma modelini kalıcı hale getirerek kendinden kıstığı masrafları işçilerin üzerine yıkıyor. Üstelik yeni uygulamalarla beraber; mola sürelerinin kısalması, fiilen molaların ortadan kalkması, yemek yeme, tuvalete gitme gibi temel ihtiyaçların dahi karşılanamayacak hale getirilmesi… Evden çalışma koşullarını anlatan Tempo Çağrı Merkezi işçisi “Yasal çalışma süresi 15 saat olsa bizi 15 saat aralıksız çalıştırırlar” diye ne kadar yoğun çalıştıklarını anlatıyor. Sömürü koşullarını ağırlaştıran bu yöntemlere kadınlar için cinsiyetçi baskı ve denetime yönelik yöntemler de ekleniyor.
ŞİDDET VE İŞSİZLİK TEHDİDİ BİRLEŞİYOR
İşyerinde kötü ve ağır çalışma koşulları, evde koca ya da baba baskısı… Uzun saatler işte çalış, eve gel ev işlerini yap, çocuğa bak, hatta gerekirse tüm maaşını evdeki erkeğe ver. “Baba evinden koca evine oradan patrona uzanan baskı ve şiddet” diye tarifliyor Oppo işçisi yaşadıklarını. *Oppo, yeni yılın ilk toplu işten atma olayıydı. Yeni yılın patronlar tarafından bir işten çıkarma, sendikalaşma kırıntısının bile başını ezme çabasıyla geçeceğinin ilk işaretiydi. “Ağır başlı ol” öğütleri, aile evinde başlayan şiddet, kocanın “Ben kıskanç adamım” sözleri Oppo işçisini bir şiddet sarmalına sıkıştırmışken bir de işten çıkarıldı. Oppo işçisi hayata tutunmaya devam eden, babanın da kocanın da şiddetinden kaçıp çocuğuyla yeni bir yaşam kurmanın peşinde. Küçük çocuğuna bakmak ve kirasını ödeyebilmek için atıldığı günün ertesinde yevmiyeli geçici bir iş buluyor vicdan azabıyla beraber. Hakkı için direnmiyor olmanın ağırlığını taşıyor: “Birlik olup o işe geri dönebilir miydik? Bilmiyorum ama ben vicdan azabı çekerek arkamı dönmek zorunda kaldım. Fabrikanın önünde kaç gün beklerdik? Nasıl yapardık? Küçük çocuğumu kime bırakırdım… Bu soru işaretleri beni diğer işçilerle birlikte hareket etmekten alıkoydu. En çok ben istedim bağıralım, sesimizi yükseltelim diye ama sendikanın da arka çıkmayacağını anlayınca bari bir an önce iş bulayım dedim.”
Fabrikaları kapatılıp haklarına patron tarafından el konmaya çalışılan çoğunluğu kadın ETF işçilerinin gerektiğinde sendikayı da karşısına alıp, zorlayıp hakkını talep ettiği bir süreç yaşandı. ETF işçisi Sema “Uzun yıllardır mobbinge ve farklı psikolojik şiddetlere maruz kalıyoruz. Ev bulamayan, kiralarını ödeyemeyen bir sürü kadın arkadaşımız var. Biz sonuna kadar direneceğiz” diye kadın işçilerin kararlılıkları ardındaki ihtiyaca dikkat çekiyor.
SENDİKALARIN ‘AMAN TADIMIZ KAÇMASIN’ TUTUMU
Ekonomik krizin ağırlığı, ücretlerin düşüklüğü, mesailerin geçinebilmek için bir zorunluluk haline gelmesi işçileri, ücretlerinin artırılması, haklarını alabilmeleri için sendikalaşmaya da düne göre daha çok itiyor. Son zamanlarda öne çıkan işçi direnişlerine baktığımızda, sendikal hakları için direnişe geçen işçileri görüyoruz. Özellikle ilk defa örgütlenme deneyimi olan işyerlerinde sendikanın tutumu, işçilerin sendikalar ile kurduğu bağ direnişin gidişatını etkiliyor. Oppo işçisinin dediği gibi mücadeleyi örgütlemesinin önündeki bir engel de sendikanın tutumu. Oppo’da ne olmuştu? Sendika, “tadımız kaçmasın” diye işçilere direnişe geçmek yerine başka iş bulmayı önermişti.
DİSK/Genel-İş Araştırma Dairesinin her yıl 8 Mart’ta hazırladığı Kadın Emeği Raporunun verilerine göre her 10 kadından 3’ü kayıt dışı çalıştırılıyor, 1,2 milyondan fazla kadın ise hem yarı zamanlı hem de kayıt dışı çalıştırılıyor. Her 10 kadından sadece biri sendikalı. Bu oranlara rağmen son dönemler sendikalaştıkları nedeniyle işten atılan işçilerin arasında epey kadın işçi var. Kadınlar hem yaşam koşullarına hem de ağır çalışma koşullarına karşı örgütlü olmak noktasında koşulları değiştirmek için mücadele ediyor. Çünkü kadınlar yan yana gelerek koşullarını iyileştirip, taleplerini alabileceğinin farkında. Bu farkındalıkla bugün işyerinde sendikalaşıyor, direnişe çıkıyor, kocasına babasına karşı çıkıp direnişin en önünde saf tutuyor. Bu noktada haklarını alabilmek için örgütlenen kadın işçilerle sendikaların uzun vadede kurduğu ilişkinin niteliği önem kazanıyor. İşçiler sendikalardan çalışma koşullarının değişmesine yönelik somut beklenti içinde, ayrıca kadın olarak yaşadıkları özgün sorunlara karşı mücadele için de somut dayanak olsun istiyorlar sendikaların. Ancak sendikaların büyük kısmı, kadınların bu taleplerini karşılayamıyor.
Sendikalaşma sürecinin başlaması ile başlıyor “Bu koşulları değiştireceğiz” inancı. Bu inancın iyi örneklerinden birini İzmir’den bir sağlık işçisinin anlatımında ***görüyoruz: “Sendika nerede, beni kurtarsın” sözleri “Sendika biziz, kendi haklarımızı bilerek kendimizi savunmayı öğrenmeliyiz”e dönüşüyor. Nasıl döndüğü ise işçilerin “sendikacıların” inisiyatifine bırakmadan harekete geçmeyi göze almalarıyla oluyor.
HER YERDE VAR OLMA MÜCADELESİ
Bugün fabrikalarda, işyerlerinde eşit koşullarda çalışmak, sosyal haklara ulaşabilmek, insanca yaşayacak bir ücret alabilmek için örgütlenmek gerekiyor. Sendikalaşarak hakları için adım atan işçiler kimi zaman sendikaların sahiplenmeyen tutumuna karşı da tepki gösteriyor. Sendikalaşmasının ardından sendikal bürokrasi gerçeği ile tanışan işçiler TİS süreçlerine dahil edilmeyince, sendika ile patronun görüşmelerinin kapalı kapılar ardında yapılmasından, elle tutulur bir hak kazancı olmamasından “Bu böyle olmamalıydı” demeye başlıyor. Bakırköy Belediyesinde belediye işçisi kadınların yüz günü aşkın süren grev sırasında sendikalarının “kırmızı çizgimiz” dediği hiçbir talebin yerine getirilmesini sağlamadan ve işçilerin iradesini tanımadan sözleşme yapmaları, Xiaomi fabrikasında işten atmalara karşı bir şey yapmayan sendikadan hesap soran kadın işçiler “Bu böyle olmamalı” sözünün ne anlama geldiğinin de göstergeleri.
‘NİYE SUSTUK BU ZAMANA KADAR?’
Yan yana gelmenin, toplu hareket etmenin gücünü fark eden kadınlar daha öfkeli, daha direngen sürdürüyor mücadelesini. Bursa’da sendikalaştıkları için işten atılan Acarsoy Tekstil işçisi Selinay, “Tek başına olmadığımızı gördük. Etrafımızda binlerce bizim gibi hakları için mücadele eden insan var. Bunca zaman sesimizi kıstığımız için kendimize kızdık açıkçası. Niye sustuk bu zamana kadar?” diyor güçlerini anladıkları zamanı anlatırken. Direnişlerde kadınlar birbirinden öğreniyor, birbirine öğretiyor, birbirine kenetleniyor. İzmir’den Lezita işçisi, “Sendikalı olduğum, eylem yaptığım için içeride bize baskı devam ediyor. Bizi yıldırmaya çalışıyorlar. Ama yılmıyoruz, vazgeçmiyoruz. Buraya sendikayı sokacağız” şeklinde anlatıyor.
Kötü çalışma koşullarının yanı sıra ücret eşitsizlikleri de çok yaygın. Erkeklerle aynı işi yapan kadınlar daha düşük ücretlere çalıştırılıyor. Kimi patron “kadınlar ek gelir olarak görülüyor” diye açıklıyor bu durumu kimi de “iş tanımın farklı” diyerek geçiştiriyor. Kocaeli’de Asen Alüminyum işçisi Derya için de durum böyle. En eski çalışan olarak maaşı 4 bin 600 lira, yeni gelen çalışanla maaşı aynı. Derya bunu dile getirdiği zaman da ‘Daha ne olsun’ demişler ona.
ÇOCUĞA KİM BAKACAK?!
Hakları için başlayan direniş işyerinde patrona karşı, evde babaya-kocaya karşı, hayatta kadın olma mücadelesine dönüşüyor. “Ne işin var orada? Gel evine otur, çocuğa kim bakacak?” sözlerini direnişe çıkan kadın işçiler sıklıkla işitiyor. Ve her gün bunun baskılanmasına karşı da direniş alanında var olmak zorunda.
Bunu başarabildiğinde yaşadıklarının öfkesini, yan yana gelme gücü bulduğu arkadaşlarıyla beraber haykırmaktan geri durmuyor, vazgeçmiyor. ETF işçisi Gülten kadınların direnişlerini nasıl ördüğünü şu sözlerle anlatıyor: “Çocuğunu evde bırakmalarına, kocalarının ‘Gidemezsin direnişe’ tehditlerine rağmen buraya gelip mücadele ediyor kadınlar. Burası örgütlü değildi, bu hep kafamıza vuruldu ama şimdi ETF gerçekten örgütlendi. Kaybedecek bir şeyimiz de yok artık. Haklarımız verilmeyecekse neden bekliyoruz dedik. Direniş kararından sonra panik ve korku kalmadı. Yasaldı, değildi korkusunu yaşamadan bu saatten sonra kimse karşımızda duramaz. Emeğimizin, alın terimizin karşılığı neyse onu almadan şuradan şuraya gitmeyeceğiz. Gece boyunca birbirimizle sohbet ediyoruz, ilk kez direnişe katılan işçiler de çok memnun. O kadar sabır gösterdik ki bu süreçte, sonunda patladık. ETF kadınları olarak güçlü olmayı, sonraki süreçte patronun, sömürücülerin karşısında nasıl duracağımızı öğrendik. Haklarımız gasbedildi ama bilinçlendik, başka yerlerde çalıştığımız alanlarda da öğrendiklerimizi aktarıp örgütleneceğiz ve buranın dalgası diğer yerleri de etkileyecek.”
Direnişe çıkabilmek kendi başına bir karşı koyma iken direnişte bulunabilmek için tüm toplum tarafından sırtına yüklenmiş yükleri bir kenara bırakıp o direnişin bir parçası olabilmek büyük bir cesaret ve çaba gerektiriyor. Bu yüzden de kadın işçiler hakları için mücadelenin bir parçası olma yoluna girdiğinde hasta çocuğuna kim bakacağı kaygısından işsiz kalma korkusuna kadar heybesine yükleyerek ama o heybeyi taşıyacak güce de benzer kaygıları taşıyan kadınlarla yan yana gelerek sahip oluyor. Kadınların içindeki öfkeyi patlatan, direngenliği kuvvetlendiren bu son adım yeni bir yolun başlangıcı oluyor. Daha kararlı, daha inançlı ve daha örgütlü bir mücadelenin….
CİBALİ TÜTÜN FABRİKASINDAN BUGÜNE…
Hayatının belirli dönemlerinde şiddete maruz kalan ve bir şekilde bu şiddetten kurtulmanın yollarını arayan kadınlar, ağır çalışma koşullarının karşısında bir de ev işleri, çocukların bakımı ile meşgul olan hem ruhen hem bedenen yorgunluğunu bir türlü atamayan kadınlar bugünlerde direnişlerin ön saflarında, en direngen halleriyle haklarını kazanmak için mücadele ediyor. ETF işçisi Sema bağırıyor fabrikanın çatısından: “Sadaka değil hakkımızı istiyoruz” diyerek. Arkadaşlarının sesi olmak için çıktığını söylüyor ve ekliyor “Artık dayanamıyordum, psikolojim el vermiyor. Hâlâ patronumuz aynı vicdansızlıkla bize yaklaşıyor. Ev bulamayan, kiralarını ödeyemeyen bir sürü kadın arkadaşımız var.”
Oysa biliyoruz ki kadın işçilerin direnişlerin en önünde yer alması bugüne özgü değil. Cibali Tütün işçisi kadınların deneyimleri bugünün direnişlerine ışık tutuyor. Fabrikada öğle yemeği verilmesi, İşçi Taavvun Sandığı’nın kurulması ama en önemlisi fabrikada kreşin açılması…
15-16 Haziran direnişinde de yürüyüşlerde en önde yürüyor kadın işçiler. Birleşik Metal-İş’in 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi dosyasında** Tekel işçisi kadınların yolu kapayan tankların üzerinde subaylarla tartıştığını anlatıyor işçiler. Cibali’den bugüne kadınların neden en önde olduklarını Farplas’ta direnen İşçi Betül, “En öndeyiz çünkü en çok emeği sömürülen bizdik. Şimdi en çok bizden korkuyorlar. Biz kadınları susturamayacaklar” diyerek özetliyor.
Fotoğraflar: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Çalışma yaşamının kuralsızlığı karşısında kadın iş...
“Sendikalı olarak çalışma yaşamının kuralsızlığına son verme, haklarını güvenceye alma ve geliştirme...
ETF’de birliğin de direnişin de öncüsü kadın işçil...
‘Direniş ve eylemlerde ilk günlerde kadınlar fotoğraf karelerine girmemek için çok çabalıyordu. Ama...
8 Mart’tan 1 Mayıs’a Mücadelemizde Bahar Temizliği
Mücadele sadece patronlara karşı değil, kapitalist sınıfın bir uzantısı haline gelen sendikal bürokr...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.