‘Türkiye tipi’ kumalık
Türkiye'de kumalık ne zamandan beri var, neden var, kim kuma gidiyor, kim kuma alıyor, kumaların yasal hakkı var mı, bu coğrafyada kumalık ne zamandan beri var? Sosyolog Tuba Demirci Yılmaz yazdı.

Gündem zengini ülkemizi tartışmaya boğan konulardan biri de kumalık ve taşıyıcı annelik konusunda yapılan bir benzetme, benzetmenin sahibi İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Rektör yardımcısı ve Medeni Hukuk uzmanı öğretim üyesi meslektaşım Profesör Dr. Şükran Şıpka’nın maruz kaldığı sosyal medya linçi oldu.
Şıpka çalıştığı kurumda üremeye yardımcı teknolojiler ve hukuk konusunda düzenlenen etkinliği izleyen röportajda, Türkiye’de yasak olan taşıyıcı anneliğin, “kumalık” biçiminde gerçekleştiğini, kumalığın Türk tipi taşıyıcı annelik olduğunu söyledi. Açıklamasının medeni kanunun taşıyıcı annelik konusunda düzenleme ihtiyacında olduğu vurgusunu içeren son kısmı, konunun kumalık konusunda bir düzenleme yapılması gerektiği gibi lanse edildi. Medeni hukuk konusunda çalışan, şahsen tanıdığım kadın bir akademisyenin böyle bir talepte bulunmasının elbette mümkün olmadığını biliyorum. Kumalığın taşıyıcı anneliğe indirgenmesi, meşruiyetini yitirmiş, çok çeşitli nedenleri olan ancak süregiden sosyal bir olgu yerine,hukuki dar bir çerçeve kullanılarak üremeye yardımcı strateji olarak basın ve sosyal medyada tartışılması, basında sıklıkla yer bulan bir başka kumalık mevzusu, toplumsal önyargıların zirvesi “Suriyeli kumalara” ilişkin bir değerlendirmeye de imkân verdi.
Öncelikle kumalık yani çokkadınlı evliliklerin, dünya üzerinde öteden beri varolan çokeşlilik yöntemlerinden yalnızca biri olduğuyla başlayalım. Çokkadınlı evlilikler genelde kumalık olarak anılsa da, coğrafi bölgeye göre ortaklık, içli-dışlılık adlarını da alan, adlandırma çeşitliliğinin bilakis bu pratiğin pek çok yerde uygulanışına delil olduğu bir durum. Dahası, çokeşlilik sadece çokkadınlı evliliklerle değil, çokerkekli evlilikler olarak da geçmişte/günümüzde farklı toplumlarda uygulanmış. Ancak yaygın çokeşlilik türü her zaman çokkadınlılık olmuş. Çokkadınlılık ise geçmişte ve günümüzde, sadece Müslüman halklar ya da İslam hukukuyla yönetilen toplumlarda değil, pek çok dinde, kültürde ve etnik grup arasında uygulanmış- veya uygulanmakta. Antik Yunan, Çin, Hint, Babil, Asur, Mısır ve sahra altı ve kuzey Afrika’daki toplumlarda görülen çokkadınlılık, sadece Türkiye’ye, Türkiye’de ise güney doğuya, Arap ve Kürtlere,salt Müslüman-Arap coğrafyasına ait bir evlilik türü değil. Hristiyanlıkta Mormonlar, antik dönem Musevileriyle günümüz köktendinci Musevi grupları arasında çokkadınlı evlilikler vardır.İslam öncesi Arap toplumunda hem çokerkekli, hem de çokkadınlı evlilikler yapılmış, ancak İslam çokeşliliği dört kadınla sınırlamıştır.Nadir de olsa, günümüze ulaşan çokerkekli evlilikler de var; Tibet, Nepal ve Hindistan’ın bazı bölümlerinde, İnuit (Eskimo) ve Venezuela-Bari toplumunda çokerkekli evlilikler halen mevcut. Ancak ulus-devlet odaklı modernleşme, modern medeni kanunlarla kapitalizmin gelişimi, eş sayısını teke indirmiştir.
Çokeşliliğin ülkemizdeki varlık sebeplerinden önce, bu evliliklerin doğasından bahsetmekte fayda var. Yaygınlıkla kullandığımız çokeşlilik ifadesinden kasıt, çokkadınlı evliliklerdir ve bu bakış açısından çokerkeklilik hiç bir toplumda uygulanmamış bir “sapkınlık” olarak görülür.Çokerkekli veya çokkadınlı olsun çokeşlilik her hâlükârda ataerkil bir pratiktir; erkeklerin maddi-fiziksel iktidarlarıyla ihtiyaçları,doğrudan erkek cinselliği ile ilgili anlayışın şekillendirdiği evlilik türleridir.Çokkocalı bir kadın, düşünülenin aksine mutlak özgürlük sahibi, kadın-erkek rollerini tersine çevirmiş veya bu rolleri belirleyen bir birey değildir. Çokerkekli evlilikler kuran kadınlar, erkeklerin koyduğu yasalara, onların yarattığı siyasi iktidar ve ekonomik düzene tabidir. Kadın nüfusundaki azlık, yoksulluk, tarım arazileri ve maddi kaynakların kısıtlılığı nedeniyle, birbiriyle savaş-çatışma halindeki grupları barış içinde tutmak ve erkek eşlerden birinin yokluğunda kadın ve aileyi “baştan kabul edilmiş” ikinci eşin korumak için, çoğunlukla erkek kardeş olan ikinci eşe devrine ve “gelişigüzel” cinsel ilişkilerle kadınlar üzerindeki cinsel tehdidi engellemeye dayanır.


ÇOKEŞLİLİK VE İSLAM
İslam, Ortadoğu ve Arap toplumundaki çokeşlilik uygulamalarını çokkadınlılık ve dört kadın eş olarak sınırlamış, çokerkekliliği yasaklamıştır. İslam’daki çokkadınlılık kaynağını kutsal kitaptan alır, ancak çokkadınlı bir erkeğin her hâlükârda eşleri arasında adaleti yerine getiremeyeceği ihtimali üzerinde de durulduğundan, genel yaklaşım çokkadınlılığın bir emir değil, şartların şekillendirdiği, izin verilen bir uygulama olduğu yönündedir. İslam devletinin ilk dönemlerindeki savaşların erkek himayesinden yoksun, çok miktarda yetişkin ve bağımlı kadınla, kadın köle grupları yarattığı varsayımı Kur’an’daki çokkadınlılık izninin arka planını, bu konudaki ilahiyat-hukuk tartışmalarının temelini oluşturur. Burada İslam ve kölelikle ilgili bir parantez açmak gerekir; İslam köleliğe izin verdiğinden ve bir erkeğin köle olarak hâkimiyeti altındaki kadınların cinsellikleri üzerinde de hak talep edebileceği, bu birlikteliklerden doğan çocukları mirasçısı olarak tanıyıp tanımama hakkını saklı tuttuğunu da belirtmeliyiz. İslam dinindeki hukuki yaklaşımlar ve Müslüman toplumların öznel uygulamaları eş sayısı konusunda farklılaşsa da, İslam çokkadınlılığı, iki eşlilik (bigami) biçiminde gerçekleşmiş/gerçekleşmektedir.Müslüman toplumların çokeşli erkekleri bunu ağırlıklı olarak iki kadınla evlenerek yapmış, çok azı üç veya daha fazla kadınla evlenmiştir. Bunda İslam’daki farklı hukuk yorumlarının her bir eşe farklı ev açma konusundaki telkinleriyle, birden fazla kadınla evlenmenin getirdiği ağır maddi-manevi yükümlülüklerin etkisi açıktır. İki eşlilik Osmanlı toplumundaki çokkadınlı evliliklerle, yasaklara rağmen gerçekleşen çokkadınlı evliliklerin yaygın şeklidir.


OSMANLILARDA ÇOKKADINLILIK
Çokeşlilik, İslamın “hâkim” din olduğu Osmanlıda 1917’de çıkarılan Aile Hukuku Kararnamesi yürürlüğe girene kadar dört nikâhlı eş, köleliğin tamamen ortadan kaldırıldığı 1909’a kadar da erkeklerin cariyeler üzerindeki cinsel tasarrufuyla uygulanmıştır. Birkaç istisna haricinde Osmanlı sultanları ve devlet adamları çokeşliydiler. Hukuk-u Aile Kararnamesi çokkadınlı evlilikleri yasaklamasa da, ikinci ve daha sonraki evlilikleri ilk eşin iznine bağlamış, iznin temin edilemediği durumlarda kadına boşanma hakkı vermiştir. Bu değişiklikte 19. Yüzyılın ortalarından itibaren başlayan ve cumhuriyet döneminde de sürecek olan, entelektüeller ve kanaat önderlerinin aile ve evlenme gelenekleri hakkındaki tartışmaları kuşkusuz etkilidir. Namık Kemal, Fatma Aliye, Cenap Şehabettin, Şemsettin Sami, Musa Kazım, Mansurizade Sait ve Selahattin Asım gibi yazarlar, Batı karşısında Osmanlı-Müslüman toplumunun çokkadınlı evlilikler yüzünden eleştirilere maruz kaldığını, bu uygulamanın kanun yapma yetkisine sahip sultan ve yasama organlarınca, aynı zamanda İslam hukukuyla yasaklanabileceğinden bahsetmişlerdir. 1924-1925’de çıkarılan kanunlarla, çokkadınlı evlilikler hâkimlerin iznine bağlamış, erkeklerin ikinci eş ihtiyaçlarını gerekçelendirmesi ve bu eşlere “adil muamelede” bulunacaklarını ispatlaması istenmiştir. Çokkadınlılık konusundaki nihai düzenlemeyi 1926’da çıkarılan Medeni Kanun yapmıştır. Çokkadınlılık yasaklanarak, miras hakkı resmi nikâhlı tek eşe verilmiş, dini nikâhlancak resmi nikâh sonrasında gerçekleştirilebilir hale getirilerek, ceza kapsamına alınmıştır.Fakat bu gelişmelerin çokkadınlı evlilikleri sona erdirdiğini söylemek güçtür; devletin özellikle geleneklerin güçlü olduğu yerlerle ülkenin her yerinde aynı kontrol-nüfuzu sağlayamadığı açıktır. “Çeşitli” sebeplerden çokkadınlı evlilikler devam etmekte, 1990’lardan itibaren ise artış eğilimine girmiş durumdadır. 2011’de TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun hazırladığı bir rapor, 187 bin dolayında çokkadınlı geleneksel evlilik tespit etmiştir. Ancak gerçekçi bir başka tahmin Türkiye’de 400.000 dolayında çokkadınlı evlilik gerçekleştirilmiş olduğunu ifade etmektedir.

ÇOKKADINLI EVLİLİKLERİN SEBEPLERİ
Medeni hukuk ve ceza düzenlemelerine rağmen ekonomik, siyasi ve dinsel nedenler başta olmak üzere, nüfus artışı ve erkek çocuk sahibi olmak konusundaki güçlü arzular, tarımsal üretiminin emek yoğun şekilde seyrettiği düzlemlerde sosyal güvence yokluğunu ailedeki çalışan sayısını artırarak çözme inancı, toplumsal nüfuz ve iktidarı sürdürme kaygılarının, buna ek olarak siyasi ve cinsel iktidar arzuları çokkadınlı evliliklerin genel sebepleridir. Türkiye’deki çokkadınla evlilik oranları yüzde 3-4 oranında seyretmekte, bu durum sınır-ötesi veya sınır evliliklerinin yaygın olduğu, etnik-kültürel yapının 20. yüzyıl başlarından itibaren üniter ulus devlet uygulamalarına tabi olduğu Güneydoğu Anadolu bölgesinde yüzde 8-9’u bulmaktadır.
Çok kadınlı evliliklerin asıl nedeni çocuksuzluk değil, ataerkil bir arzu olan erkek çocuk arayışıdır. En yaygın neden ise aile kararıyla yapılan görücü usulü evliliklerdir. Eş seçiminde Türkiye’nin pek çok bölgesinde yaygın olan yakınlar ve akrabalarla görücü usulüyle ayarlanmış evlilikler, boşanmanın toplumsal-kültürel olarak “imkânsızlaştırıldığı” namus ve utanca dayalı toplumsal düzende, erkekleri “gönlüne göre” ikinci eş arayışına cesaretlendirmektedir. Üst sosyo ekonomik gelir veya statü grubundan erkekler ise, örneğin ağalar, şıhlar, şeyhler, seydalar ve dedeler, çok kadınla evlenerek güç ve iktidarlarını pekiştirmiş, yaşadıkları toplumsal çevredeki siyasi ve ekonomik gerilimleri “yeni akrabalıklar” yaratarak “çözerler”.
“Namus” ve “utanca”dayalı düzenin belirlediği, yaşadığımız ülke ve bölgeye özgü çeşitli evlilik türleri de çokkadınlı evliliklerin sebeplerdendir. Genç bir kadının kendini isteyen kim olursa olsun, ikinci veya üçüncü eş olarak, dedikodulara sebep vermemek için evlendiği durumlar söz konusudur, çünkü gelen kısmeti çevirmenin evlenememeye yol açacağına inanılır.Kaçarak/ kaçırarak evlenmelerden bir bölümü de çokkadınlı evliliklere yol açar. Levirat yani ölen eşin erkek kardeşi ile evlenme,bakım ve sosyo-ekonomik destek ihtiyacındaki kadın ve çocukları aile içinde tutmak ve yabancılarla evlenmeyi engellediğinden kumalığa, berdel olarak adlandırılan genç kadın değiş-tokuşuysa, evlenme çağında ancak ekonomik kaynaklardan yoksun erkeklerin kız kardeşlerini kuma olarak evlendirerek evlenmelerini sağlar.
Kan davalarının kumalık yoluyla çözümlenmesi de yaygındır; bekâr genç kadınların, karşı aileye gerekirse kuma olarak verilmesiyle “kan bedeli” karşılanır. Nüfusun azalma eğiliminde seyrettiği çeşitli etnik-dinsel çevrelerde “yok olma” ve “diğer gruplarla karışma” kaygılarını gidermek için kadınların ikinci veya üçüncü eş olarak nüfus artışı için evlendirilmesi de çokkadınlı evliliklere neden olur. Çocukluk çağındaki genç kadınların evlendirilmelerinin de, çokkadınlılık pratiğini pekiştirdiği söylenebilir çünkü resmi olarak evlenme yaşına erişmemiş kızları kuma olarak “kayıt dışı” evlendirmek evlilik yaşına dair yasal engeli aşmak demektir. Genç kadının reşit ve yetkin olmadan bir haneyi idaresi birinci eşin himayesinde gerçekleşir, erken yaşta başlayan doğurganlığıysa hane nüfusunun artışını garantiler. Başlık uygulamasının yaygın ve erkekler arası sosyo-ekonomik ayrımların keskin olduğu çevrelerde de, aileler kızlarının ikinci eş olmasını önemsemeden, varlıklı ailelere kuma olarak evlendirirler. Engelli genç kadınların da başlık ve çeyizlerinin azlığı nedeniyle kuma verildiğini biliyoruz.
Uluslararası emek hareketinin yoğunlaştığı 1960’lardan günümüze, erkeklerin ve kadınların ücretli emek olarak ulusaşırı hareketliliği, beraberinde çifte evlilikleri de getirmiş, misafir işçiliğin sona erip, kesin dönüşün gerçekleştiği durumlarda yasal sorunlar, boşanmayla ilk eşin resmi nikâhından feragatiyle nikahsız ikinci eş haline gelmesine sebep olmuştur. Aralarında ekonomik gelişme, demokratikleşme ve seküler hukuk açısından farklılık, ancak kültürel, etnik ve dini açıdan benzerlik olan ülkeler ve sınır komşuları arasında da çokkadınlı evlilikler yaygındır. Hali vakti yerinde, sınır ötesi ticaretle uğraşan erkeklerin, sınırın karşısında, çok kadınlı evliliklerin yasal engele tabi olmadığı ülkelerde, ikinci veya üçüncü eşler için yeni evler kurduklarını,sınır komşusu olmasa da kadınların din/dil benzerliği sayesinde, ülkelerinde maruz kaldıkları ekonomik ve siyasi baskılardan kurtulmak için Türkiye’de ikinci ve üçüncü eşler olduklarını basına yansıyan vakalar ve yürütülen çalışmalardan biliyoruz. Suriye mülteci göçünün çokkadınlı evlilikler açısından yarattığı “yeni” mevzulardan bahsetmeden önce, son yıllarda Fas başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkeleri ve eski Sovyet cumhuriyetlerinden kadınlarla yapılan çokkadınlı sınır ötesi evliliklerin, kadınlar gönüllü olsalar dahi ciddi bireysel-toplumsal travmalarla, emek sömürüsü ve bir tür cinsel kölelik yarattığını söylemek gerekir.
Dini inançların ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin körüklediği erkek egemen anlayışın, erkeklerin bakım ve cinsel ihtiyaçlarının, ölüm-ekonomik buhran-göç-savaş şartlarında “namusa” halel getirmeme ve erkek soy silsilesi yaratma saplantısının çok eşli evliliklerin nedeni olduğu açıktır. Ancak kentli, servet sahibi, “yeni” zenginler arasındaki bir kısım “azgın tekenin”, işi çokkadınlılığı bir tür gösterişçi tüketim yarışına döndürme, kadınları da ortanca, küçük veya büyük hanım olarak payelendirme eğiliminde olduğu da malumdur. Bu nedenle kumalığı “Türk tipi taşıyıcı annelik” olarak nitelemek, hem dokuz aylık duygusal emeğin de eşlik ettiği bir tür ticari sözleşme olan taşıyıcı anneliği, hem de türlü sonuç ve soruna kaynaklık eden çokkadınlı evlilikleri bağlamından kopartmak, konunun toplumsal, sosyal ve siyasi kökenlerini yadsımak olur. Bu aynı zamanda üreme bozukluğu gibi iki cinsi de ilgilendiren bir mevzuyu kadınların sırtına yüklemek, çokeşliliği yasak olduğu halde meşruiyet zeminine yaklaştıranlara gerekçe sunmak, çokkadınlı birliktelikler içerisindeki kadınların yaşadıkları döngüyle mücadele gereğini ve gözetilmesi gereken haklarını yok saymak, onları kuluçka sistemlerine indirgeme riskleri yaratır. Çokkadınlı resmi olmayan evliliklerle yasal eşten doğan çocuklar “kardeşlik” ilişkisi ve miras rejimi ile birbirine bağlıyken, taşıyıcı anneliğin böyle bir ilişki yaratma durumu söz konusu da değildir. Kumanın “soy-bağını bozması” da 2002 yılındaki medeni kanun değişikliği ile gayri resmi ikincil birlikteliklerden doğan çocuklara resmi evlilik dâhilinde doğanlarla aynı miras ve soy haklarını verdiğinden, geçerliliğini yitirmiştir. Bu durum aynı zamanda çokkadınlı evliliklere“taşıyıcı annelik”için ihtiyaç olmadığının, kadınların üreme bozuklukları nedeniyle “mecburen” kuma alınmadığının kanıtıdır ki, yukarıda açıklamaya çalıştığım şekliyle Türkiyeli erkekler yasağa rağmen çocuksuzluktan çok erkek çocuk, çocuk sayısını artırma, itibar ve güç gösterisinde bulunmak için, namus ve utanmanın başat olduğu toplumlarda çeşitli bölgesel, etnik, siyasi ve toplumsal erekler, en önemlisi de “sonsuz” bakım ihtiyaçları ve cinsel arzuları nedeniyle çokkadınla evlilik yapıyorlar.
Taşıyıcı annelik konusunda bilgili olmak şöyle dursun, taşıyıcı anneliğin yasallaşmasıyla toplumumuzda bu işi üstlenecek kadınları fırsatını bulduğunda iktisadi-cinsel sömürüye maruz bırakmak için can atacak binlerce erkek olduğu da ortadadır. 1990’lardan beri artış eğilimindeki çokkadınlı evliliklere Mayıs 2015’de Anayasa Mahkemesinin dini nikâh için gerekli resmi nikâh şartını kaldırmasıyla yaptığı katkı da düşünüldüğünde, kumalık gibi geleneksel bir uygulamayı yeni bir uygulama olan, üstelik üremeyi aile ve evlilik tekelinden çıkarabilecek bir yönteme benzeterek hem kavramsal, hem de stratejik olarak sınırlamak gereksizdir.


SURİYELİ KUMALAR
Gelelim Suriyeli “eşler” meselesine. Her şeyden evvel Suriyeli gelin/ ikinci eş yeni bir mevzu değil.Suriyeli kadınlarla çoklu evlilikler, bu ülkeye komşu bölgelerde sınırın çekildiği tarihten itibaren yaygın olarak uygulanmakta. Aşiret/ kabile gibi sosyal birlikleri dağıtan çağdaş sınırlara rağmen iki taraftan aileler ve bireyler, siyasi ve ekonomik dinamiklerin şekillendirdiği talebe göre evlenmeye devam etmişlerdir. Bu evliliklerin bir bölümü Suriye devletinin çokkadınlılığı resmen uygulaması ve bu konuda iki taraftaki yaygın kültürel kabul nedeniyle sürmüştür. Özellikle 1980’den sonra Türkiye tarafında göreli olarak yükselen ekonomik refah, akrabalık ilişkileri ve Suriyeli kadınlar için istenen başlık ve evlilik masraflarının Türkiye’ye kıyasla düşük olması, onları Türkiye’de evlenmeye ve ikinci, üçüncü kadın olmaya sürüklemiştir. Savaştan çok önce dahi özellikle Mardin-Nusaybin, Kızıltepe ve Urfa’nın sınıra komşu ilçe ve köylerinde erkeklerin ikinci veya çoklu eş tercihleri için Suriyeli kadınları cazip hale getirmiştir.
2011 Nisan ayından beri yaklaşık dört milyon Suriyelinin ülkemize savaş nedeniyle zorunlu göçü, aslında ağırlıklı olarak bir kadın ve çocuk göçüdür. Ailedeki erkekleri kaybeden veya üçüncü ülkelere mülteci olarak gönderen kadınlar, Suriyeli nüfusun ağırlıklı kısmını oluşturmaktadır. Bu durum Suriyeli yetişkin ve genç kadınları Türkiye’de zaten artış eğiliminde olan çokkadınlı evliliklerin hedefi haline getirmiştir. Bu noktada Suriyeli mültecilerin kültürel ve dinsel geleneklerinin de etkisi büyüktür; çokkadınlı evliliklerin yasal, her eşin aynı yasal statü ve haklara sahip olduğu Suriye de bir namus ve utanç toplumudur. Evlilik Suriye’de de hem bir sosyal statü kazanma, hem de ekonomik-sosyal güvence sistemidir. Özellikle savaş nedeniyle evlerinden uzaklara sürüklenen, ailedeki eril kontrolün dışına çıkarak, fuhuş, zorla çalıştırma ve emek sömürüsü gibi çeşitli başka eril tehlikelerin hedefi haline gelen, ağırlıklı olarak kuzeydeki orta ve küçük kentler ile kırsal bölgelerden gelen Suriyeli kadınlar, Türkiyeli erkeklerle evlenerek mültecilik ve zorunlu göçten kaynaklanan sorunlarını çözeceklerine inandırılmışlardır. Kısaca, Suriyeli ikinci eş ve kumalar mevzuu, Suriyeli kadınlardan Türkiyeli kadınlara yönelmiş bir tehdit değil, savaş şartlarının hâli hazırdaki toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ile iç içe geçerek keskinleştirdiği bir durumdur.
Suriyeli kadınlar ekonomik sorunlarına sosyal güvence arayışı nedeniyle, ailelerinin mültecilikten kaynaklı olarak başlık, çeyiz gibi talepleri hayatta kalma yolu olarak yeniden ele alması, yersiz-yurtsuzluk ve “erkeksizlik”, yahut erkeklerin ailenin geçimini temin edemiyor olması yüzünden çokkadınlı evliliklere sürüklenmektedirler. Mesele güzel, albenili genç kadınların Türkiyeli kadınların kocalarına göz dikmeleri değildir. Tersine, sosyoekonomik olarak dezavantajlı genç ve kırılgan kadınlara göz koyanlar, çokkadınlı evlilikleri hem resmi eşleri uysallaştırma aracı, hem de yarattıkları “taleple” cinsel istismardan, insan simsarlığına, ücret karşılığı çöpçatanlık da dâhil türlü sorunu tetikleyen, davranışlarıyla “demokrasimizin sözcüsü” medyadan, resmi kurumlara her yerde cinsiyetçi ve ırkçı önyargılar oluşmasına neden olan çokeşlilik meraklısı erkeklerdir.Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda bu tür birlikteliklere giren kadınlar, bu ilişkilerden doğan çocuklar, resmi eşler ve çocukları, bu grupların yaşadığı cinsel istismar da dâhil aile içi şiddetin pek çok biçimine, türlü yoksunluklar ve katmanlı toplumsal sorunlara şahit olması kaçınılmaz görünüyor. Özellikle medyada yer bulan ayrımcı ve cinsiyetçi dil, çokkadınlı olmayan, maddi kaygılar ve cinsel sömürü düzleminde gerçekleşmeyen Suriyeli-Türkiyeli karma evlilikleri ve mülteci hayatlarının normalleşmesine de engel oluşturuyor. Dolayısıyla Suriyelilerle çokkadınlı evlilikler ve bu durumdan kaynaklı sorunların ele alınması hem çokeşliliğin ülkemizde ortaya çıkış şartlarını etraflıca değerlendirilmesini, hem de bu sorunları insani perspektiften, bu konunun mağdurları yararına tartışmayı zorunlu kılıyor.

İlgili haberler
Suriyeli tekstil işçileri anlatıyor

Savaş nedeniyle Türkiye'ye gelmek zorunda kalan Suriyeli mülteciler için aradan geçen onca yıla rağm...

Suriyeli Meryem: O sözlerin gerçeğini bir de bizde...

Keyfimden mi buradayım ben? Suriye’de yaşam çok zorlaşmış. Nasıl gideyim? Hiçbirimiz memnun değiliz...

Suriyeli kadınlar: Komşularımız, kız kardeşlerimiz...

“Türkiyeli kadınlar, Suriyeli kadınların ‘kişisel bakımlarına verdikleri önemi, ev bakımına vermedik...