‘Şiddetten Nasıl Korunabilirdik?’
Birbirine benzeyen evlerimizin, birbirine benzeyen dertleri içerisinde; bazılarının hiç bilmediğimiz ya da bilsek de sıradanlaştırdığımız bir meselesi daha var: Şiddet.

Öyle ya da böyle şiddet hayatımızın bir gerçeği. Elbette bu tespiti yapıyor oluşumuz şiddetin varlığını kabul ettiğimiz anlamına gelmiyor, hem de hiç gelmiyor.
Bu yazıyı yazmaya oturduğum bir akşam, evimin bulunduğu sitenin bahçesinden bağrışmalar geldi. ‘Ne oluyor?’ diye bakmak için balkona çıktım. 20’li yaşlarında bir genç küfürler ederek başka bir erkeği kavgaya çağırıyor. Binamızın diğer sakinleri de camlardan sarkmış, olanı biteni anlamaya çalışıyorken komşularımızdan biri durumu açıkladı; “Ağabeyi yine annesini dövmüş, ondan bağırıyor.”
Cümledeki ‘yine’ şiddetin ilk olmadığının ve durumun sitemizin sakinlerince bilindiği anlamına geliyor. Hatta siteye gelen polis ‘Hangi ev hangi bina?’ diye sormaya ihtiyaç bile duymadan olayın yaşandığı eve yöneliyor.
Bir kadın çocuklarından birinin şiddetine belli aralıklarla maruz kalıyor ve bu yaşadığı yerdeki herkesin bildiği bir durum haline gelebiliyor.
Birbirine benzeyen evlerimizin, birbirine benzeyen dertleri içerisinde; bazılarının hiç bilmediğimiz ya da bilsek de sıradanlaştırdığımız bir meselesi daha var: Şiddet. Aslına bakarsanız gerçekleştiği andan itibaren de evden, şiddeti görenle-uygulayan arasından çıkıp toplumsallaşan bir mesele, hepimizin meselesi.

ŞİDDETİN ÖZETİ
Peki şiddet nerede başlıyor? Kadınlar şiddeti nasıl tanımlıyor? Şiddetle nasıl başa çıkıyoruz? Sosyal Hizmet Uzmanı Ural Nadir’in şiddete uğrayan kadın ve çocuklarla gerçekleştirdiği görüşmeleri sonucunda kaleme aldığı tez çalışması tam da bu sorulara cevap arıyor. Ural Nadir’in bu çalışması ‘Nasıl Korunabilirdik?’ ismiyle kitaplaştırılmış.
Aile içi şiddete uğrayan 17 kadın ve şiddet ortamında büyümüş 8 çocukla yapılan görüşmelerin aktarıldığı kitapta şiddete ilişkin veriler de bulunuyor. Örneğin; Türkiye’de evliliklerin yüzde 51’inin görücü usulü ile gerçekleştiği ve bu şekilde yapılan evliliklerde kadınların yüzde 80’inin fikrinin sorulmadığı belirtiliyor.
Görüşülen kadınların evlilik hikayelerinde ise erken yaşta evlilik, kaçarak evlenme, kadın-erkek arasındaki yaş farkının çok olduğu evlilikler öne çıkıyor. Kadınlar eşlerini evlendikten sonra tanımaya başlıyor ve şiddet evliliğin hemen ardından başlıyor.

‘AH! O AŞAĞILAYICI LAFLAR VAR YA!’
Kadınlar yaşadıkları şiddeti tanımlarken iki farklı şiddet türüne odaklanıyor. Bunlardan biri fiziksel şiddet, diğeri psikolojik şiddet. Ural Nadir, kadınların bu iki şiddet türünden bahsederken psikolojik şiddetin bıraktığı etkilerin kadınlar tarafından ‘daha ağır’ olarak tanımlandığını belirtiyor. Kadınların anlatımlarında da bunu görmek mümkün: ‘Şiddet dediğim benim için, onun bana söylediği aşağılık lafları, davranışı. Beni dövmekten daha çok yıpratıyordu, hani beni dövüyordu acısı geçiyordu ama o aşağılayıcı laflar var ya!’
‘O laflar insanın içini daha çok acıtıyordu. Sen kadın mısın? Bu tarz laflar insanın canını daha çok yıpratıyor..’

KADINLAR CİNSEL ŞİDDETİ CİNSEL YAŞANTININ BİR PARÇASI SANIYOR
Fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddetin yanı sıra cinsel şiddet öyküleri de yaygın. Cinsel şiddet, ‘kadının hoşlanmadığı tarzda sözle taciz, şaka ve dokunma, kadını cinsel ilişkiye zorlama, aşırı kıskançlık, cinsel suçlamalar, kadının grup sekse ya da anal sekse zorlanması, ilişki sırasında acı veren obje kullanımı, pornografik dergi ya da filmlerdeki yaşantıları kadınlara zorla yaşatma, fuhşa zorlama, cinsel yaşamda kadını aşağılayıcı davranışlarda bulunma, ensest ilişkiye zorlama vs. gibi biçimlerde ortaya çıkan şiddet biçimi’ olarak tanımlanıyor.
Kadınlar yaşadıkları cinsel şiddeti tanımlarken daha çok güçlük çekiyor. Bir süre sonra da bunun evlilik içerisindeki cinsel yaşantının bir parçası olduğunu düşünerek normalleştirmeye başlıyor.

ŞİDDET KONTROL SORUNU DEĞİLDİR!
Kadınlar yaşadıkları şiddetin nedenleri sorusuna; erkeğin ailesinden kaynaklı nedenler, alkol ve madde kullanımı, erkekteki psikolojik sorunlar, kadının kişisel özelliklerinden kaynaklı nedenler ve toplumsal cinsiyet rollerini gösteriyor. Öte yandan eşlerine karşı şiddet uygulayan erkeklerin, dış dünyada diğer bireylerle kurdukları ilişkilerde böyle bir sorun yaşamadıkları ortaya çıkıyor; hatta ‘naif’ birer insan olarak bile tarif edilebiliyorlar. Bu durumda şiddetin bir kontrol sorunu olmadığını; şiddetin kadını kontrol etmenin araçlarından biri olduğuna ilişkin görüşü güçlendiriyor.



KADINLIK VE ERKEKLİK BELASI
Kitapta yer alan görüşmelerde kadınlar, toplumsal cinsiyet rollerinin yaşadıkları şiddetin önemli bir nedeni olduğunu ifade ediyor. Biyolojik cinsiyetten farklı olarak, doğumla birlikte getirmediğimiz ve sonradan öğrenme yolu ile kuşaktan kuşağa aktardığımız toplumsal cinsiyet rollerine göre, erkek dışarıda para kazanmak zorundayken, kadın evde çocukların bakımı ve diğer ev işlerini yürütmek durumunda. Toplumsal cinsiyet rolleri erkeğe aile içerisinde sınırsızca kullanabileceği bir güç verirken, kadın ise erkek tarafından yönlendirilmeyi ve yönetilmeyi bekler hale geliyor. Ural Nadir, araştırma kapsamında gerçekleştirdiği görüşmelerde birçok kadının kendisini tamamen eşinin yönetimine bıraktığını ve kendi varlığını ev içine hapsettiğini belirtiyor. Erkeğin de kadından sadece cinsellikle sınırlı anlaşılan ‘karılık ve analık’ rollerini yerine getirmesinin beklendiği görülüyor. Kadından toplumsal olarak beklenen şeyler susması ve oturması. Kadınlar toplumdan aldıkları bu mesajları yaşamlarına nasıl geçirdiklerini şu şekilde anlatıyor: “Benim suskunluğum... Sustum. Hep sustum. Hep göğüs gerdim, yani hep sustum. ‘Olur karı koca arasında böyle şeyler’ deyip hep sustum”

‘BENİM SUSKUNLUĞUM’DAN KUŞAKLAR BOYU SUSKUNLUĞA...
Aile içi şiddet mağduru kadınların bu şiddetten kurtulmak için evliliği hemen bitirmediği ve şiddetin uzun yıllar devam ettiği görülüyor. Kadınlar bunun en büyük sebebinin gidecekleri bir yerin, ekonomik gelirlerinin olmayışı olduğunu belirtiyor. Şiddet ortamından uzaklaşmış, evliliğini bitirmiş pek çok kadın ise yaşadığı şiddetin etkisinden çok uzun zaman sonra kurtulabiliyor. Şiddet ortamında yetişen çocuklarında daha içe kapanık ve korkularının daha fazla olduğu gözlemleniyor. Şiddetin tanığı çocuklar çoğunlukla annelerinin suskunluğunun şiddetin sürmesine sebep olduğunu düşünüyor.
AİLE İÇİ ŞİDDETTİN SON BULMASI İÇİN NE YAPMALI?
Kitabın son bölümünde kadınların ve çocukların aile içi şiddetten kurtulması için getirilen öneriler var. Sosyal hizmet bakışı ile yapılan bu öneriler şöyle;
*Kadınların erken yaşta evlendirilmesinin önüne geçecek yasal düzenlemeler yapılması ve eğitim sisteminin buna uygun planlanması.
*Kadınlar şiddetin en büyük nedenlerinden birini de ekonomik nedenler olarak tanımlıyor, bu noktada aile içinde hem kadına hem de erkeğe yönelik istihdam politikalarının hayata geçirilmesi.
*Alo 183 Sosyal Destek Hattının sadece aile içi şiddet konusunda hizmet verecek biçimde uzman kişiler danışmanlığıyla sürdürülmesi.
*Şiddet gördüklerine ilişkin bildirimde bulundukları halde yeterli desteği alamayan kadınlar şiddet döngüsünün içine tekrar sürükleniyor ve şiddet anında ilk başvurulan yer olan kolluk kuvvetlerinin bu alana ilişkin eğitilmesi gerekiyor. Şiddetin aile içi bir mesele olmadığının, toplumsal bir mesele olduğunun ve büyük bir suç olduğunun benimsetilmesi gerekiyor.

ŞİDDETTE KARŞI YADSINAMAZ ÖNLEM: KADIN DAYANIŞMASI
Tüm bunların yanında çalışmanın eksik bırakılan yönü ise kadın platformlarının, derneklerinin, dayanışma ağlarının; kısacası kadınların kendi örgütlülüğünün bir sonucu olarak ortaya çıkan birlikteliklerin rolüne ilişkin hiçbir vurgunun yapılmamış olması.
Aile içi şiddet konusunda hazırlanan akademik bir tezin konusu kapsamında olmayacağı düşünülmüş olsa bile bu vurgunun önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü kadınların güçlendirilmesi, dayanışmanın sağlanması; şiddetin önlenmesinde, kadın davalarının takip edilmesinde bu birlikteliklerin yadsınamaz bir rolü olduğu çok açık.
Hatırlayalım, yıllarca şiddet gördüğü eşini öldüren Çilem Doğan’ın, Yasemin Çakal’ın davası, bu kadar bilinir hale gelmese de pek çok yerelde kadınların dayanışmayla takip ettiği davalar kadınların ısrarlı takibi ve mücadelesi sonucunda kadınların lehine sonuçlanmıştı. Mahallesindeki kadın derneğinin varlığına güvenerek eşine karşı çıkan kadınların hikayelerinin de tanığıyız aynı zamanda.
Şiddetin önlenmesinin en önemli unsurlarından birinin yasal mevzuatın yeniden düzenlenmesi ve hayata geçirilmesi olduğu doğru ama bunu kendiliğinden gerçekleştirecek bir anlayışla yönetilmediğimiz de çok açık. İşte bu yüzden de kadınlar açısından vazgeçilmez bir unsur varsa oda şudur: birlikte mücadele!

İlgili haberler
Flört şiddeti nedir?

Kadınlar için korkutucu bir deneyim! Korkmayın... Ama flört şiddetinin şiddete açılan kapılarından b...

Şiddete uğradığınızda neler yapabilirsiniz?

Şiddete uğrama ihtimaliniz varsa ya da şiddet dolu hayatınızı değiştirmek istersiniz ihtiyacınız ola...

Vahşileşen şiddetin arkasında ne var, önüne nasıl...

Ülkede kadınlar için ölümün “olağan” biçimi neredeyse lüks. Giderek vahşileşirken bir yandan da sıra...