Sen ve 17 kadın, canım kardeşim!
“O garajda 21 gün kaldık. Yiyecek hiçbir şey yoktu. Tecavüz edilen kızlar ölüyordu. Tecavüzden, kanamadan, kahırdan…”

Canım kardeşim, üç gün önce sosyal medyada akıttığım görüntüler arasında “IŞİD’den kurtulan Türkmen kadın: Bir kıza dört adam sırayla tecavüz ediyordu...” başlıklı haberi tıkladığımda seninle yapılmış röportajı gördüm.
Hızla okuduktan sonra, onlarca haberi okuyup geçmiştim, bunu kaydettim. Çok büyük ve derin acılar yaşamıştın, benim anlayabilme kapasitemin ötesindeydi, kuşkusuz; ama bize çok önemli dersler veriyordun. Günde onlarca, yüzlerce gerçek olamayacak kadar zalimce kotarılmış olay akışı arasından geçip gidiyoruz sosyal medya mecralarında. Kimi zaman kısa iş arası molalarda, kimi zaman ise saatlerimizi geçiriyoruz böyle, sadece okuyarak; okuduklarımızdan beynimiz çürük yumurta kıvamına gelene kadar. Ertesi gün bu okuduklarımızdan bin beterini daha okuyor, yine zihin yorgunu yürek yorgunu bir hal içinde çaresizliğimizin konforlu köşesine çekilip, rutin hayat gailelerimizin bizi sürükleyen halatlarına sarılarak, hayat dediğimiz işte bu tuhaf varoluşumuza devam ediyoruz.
Öyle bir çığırından çıktı ki hayat dediğimiz döngü, senin bir şekilde canını kurtarıp bizim tarafımıza geçmekle kurtulmuş olduğunu düşündüğün yerde biz, her gün tepemizde top tüfek patlamasa da, bu kölesi olduğumuz döngünün güçlü halatlarıyla her gün bir topaç gibi hızla ve hiçbir şeye müdahale edemeden döndürülmekteyiz. İşte ben sana böyle bir döngünün mümkün kılabileceği bir o kadar uzun an içinde rastlayıp, bu röportajı kaydederek, aslında o halatı bir miktar gevşetmiş oluyorum. Zira halatın ucunu tümden bırakırsak hangi cehennemin dibine savrulacağımız meçhul.
Sana şunu söylemek istiyorum canım kardeşim, anlattıklarını okuduğumdan beri savaşa karşı olan bütün insanların kendisini her zaman olmasa da sıklıkla hissettiği gibiyim. Kafka’nın Dönüşüm’ündeki böcek gibi hissediyorum kendimi. Ruhsuz bir madde kadar insanlığa yabancı küçük bir egemenler grubu dünyanın çeşitli coğrafyalarında, adeta çocukların bilgisayar başında kumanda ettikleri sanal savaş oyunları gibi kâh orada kâh burada birilerini diğerlerine saldırtıp, öldürterek, Afganistan’dan alıp Irak’ta, Irak’tan çekip Suriye’de aynı şeyi yaparak, oyun değil, gerçekten saldırtıp öldürterek, bir savaşın mağdurlarını ve saldırganlarını tasarlayarak ve sürekli rolleri yeniden dağıtarak, bize yaşamın bu olduğunu kabul ettirmeye çalışıyorlar. Sen ve yanındaki 17 kadın, eşin, komşuların, saldıran IŞİD’liler, bizler bilgimiz ve irademiz dışında onların figüranı haline getirilmişiz.

KADERİMİZİ BİRBİRİNE BAĞLAYAN CÜMLELER
Canım kardeşim, senin bir zamanlar yaşadığın Al Alam kasabasının karşısındaki Tikrit keşke bin yıl boyunca yünlü tekstillerini üretmeye devam etseydi, savaş alanı olmayabilir miydi acaba? Kimbilir belki fabrikalar çalışan işçilerle ve işçi kadınlarla dolu olsaydı, daha mı güvenli olurdu, bu savaşa karşı Tikrit, ya da Irak? İnsan işçi sınıfının çok olduğu yerde direnişin de daha güçlü olacağına inanıyor, inanmak istiyor. Hele de kadın işçiler çoksa ve deneyimli ise. Yapılanları insanın hiçbir hücresi kabul etmek istemiyor ya, işte böyle manasızlaşıyor sorular. Dicle Nehri üzerinde Tikrit’i Al Alam’a bağlayan köprü IŞİD’i kendi güvenli merkezine bağlayan tek çıkış olmasaydı, Tikrit’te kuşatılıp etkisizleştirilseydi IŞİD; Tikrit’ten kaçıp, kuduza yakalanmış köpek misali şuursuz saldırılarıyla sizin hayatınızı tarûmar edemeseydi, keşke. Keşkeler boş dilekler biliyorum.
Biliyor musun, yakınlarda bir başka haber daha gördüm, köprü deyince aklıma geldi. Tikrit ile Al Alam’ı birbirine bağlayan bir yer altı tüneli bulunmuş! Kim bilir ne zamandan kalmış, Asurlardan mı, Selahaddin Eyyübi’den mi, Saddam’dan mı, kim bilir? Fazla ayrıntı yoktu, haberde. IŞİD o yer altı tünelini keşfedememiş demek ki.
Canım kardeşim, söylediklerini okuyunca içim dağlandı: “Ben Şii Türkmen’im, kocam ise Sünni Arap’tır. Kocam cami imamıydı, yaşı büyüktü ve bizim oraların ileri gelenlerinden biri sayılıyordu. Cami hemen evimizin yanındaydı. Biz eskiden kim Şii’dir, kim Sünni’dir bilmezdik. Sormazdık da. Bunlar konuşulmazdı bile. Küçük bir bakkalımız vardı. Çok şükür idare ediyorduk. Evde ekmek yapardım, süt vardı, bahçede sebze ekerdik. Kimseyle bir düşmanlığımız yoktu. Evimiz büyüktü. Tuzhurmatu ve Amerli’den birkaç Türkmen öğretmen kız evimde kirada kalırdı. İki çocuğum da onların okuluna gidiyordu. Okul çok yakındı, birlikte giderlerdi okula.”
Senin ve benim kaderimizi birbirine bağlayan cümleler, bu cümleler. Tüm Ortadoğu’daki bir avuç sömürücü savaşçı sınıf dışındaki, bütün kadınların kaderi bu sözlerle birbirine bağlanıyor, canım kardeşim. Bir gece yarısı, bir sabaha karşı bir anda o güzel düzenimiz, küçük ve yeterli dünyamız bir anda başımıza yıkılıveriyor, senin birikmiş acılar içinden seçerek hızlıca anlatıverdiğin gibi... İşte biz tam da senin orada bıraktığın yerdeyiz. Tam başımıza yıkılıvermek üzere olan o küçük ve yeterli dünyalarımızda yaşamaktayız; dünya durdukça duracağına şiddetle inanmak isteyerek ve fakat inanmak için hiçbir nedenimiz kalmamış olarak.


'BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİZ' DİYENLERE...
Ülkenin topraklarını, insanlarını, kadınlarını ve çocuklarını tepeleyerek Moğollardan sonra üstünüzden geçen en vahşi insan soyu, bu IŞİD denilen, insan soyunun en bozuşmuş, en kokuşmuş, en çürümüş hali olmalı. IŞİD’in kimlerin imâli, kimlerin beslemesi olduğunu hepimiz biliyoruz değil mi, canım kardeşim? Gözümüzün önünde besleyip saldılar üstümüze ve şimdi de IŞİD’in kendilerinin düşmanı olduğuna inanmazı istiyor, dünyanın efendileri ve onların uşakları. Bu hafta Avrupa Komisyonu Parlamenterler Meclisi IŞİD’in Irak ve Suriye’de “özellikle Ezidi, Hristiyanlar ve Sünni olmayan Müslümanlara karşı soykırım gerçekleştirdiğini” oylamaya sunmuş ve Türkiye’nin AKP’li üyesi çekimser oy kullanmış. E, ne yapsaydılar, gayet tutarlı davranmışlar, diyorsundur, eminim. Neyse, işte TSK da İdlib’e girdi sonunda. Çok istiyordu, bizim fetihçi yöneticilerimiz Suriye’ye girmeyi, İdlib’i güya IŞİD’den temizlemeye gittiler. Daha doğrusu gönderildiler, böylece görünüşte yiğitliğe leke sürmeden sözlerini tutmuş oldular. Zira “Bir gece ansızın gelebiliriz” diye şarkılar söyleyerek bekliyorlardı, bu kutsal anı.

ESİR PAZARLARINA BİZİM BAŞIMIZA GELMEYECEK GİBİ BAKMAK
Dedim ya canım kardeşim, tam senin bıraktığın yerdeyiz biz şimdi. Güzel düzenlerimiz, küçük dünyalarımız son demlerini yaşıyor. Senin anlattığın ve binlerce Ezidi kadının, çocuğun, diğer Iraklı ve Suriyeli halkların yaşadığı deneyimleri hızla göz gezdirdiğimiz haberlerde okuduk, Ezidi kadınların nasıl zincirlenip esir pazarına götürüldüğünü gösteren fotoğraflara hiç bizim başımıza gelmeyecekmiş gibi baktık. Korkunçtu, buna şüphe yok. Ama küçük ve yeterli düzenlerimizde kendi dünyalarımızın güvenli sığınağında iken bize pek bir uzak duruyordu, o haber ve fotoğraflar... Ahh ne kadar yanılgı içindeyiz. Senin anlattığın, o IŞİD’in 12 Haziran 2014’te 1500 askeri öğrenci ve güvenlik görevlisini infaz ettiği Tıkrit’teki Spyker Askeri Hava Üssü’ndeki infazdan dolayı idam cezasına çarptırılan 31 kişinin cezası da ocak ayında infaz edilmiş. IŞİD, bahsettiğin 1500-1700 civarındaki askeri öğrenci ve eri kurşuna dizerken ve cesetlerini Dicle Irmağı’na atarken videoya çekip yayınlamış. Ayrıca, kurşuna dizilenlerden birçoğunu da toplu mezarlara gömmüşler, bu mezarlardan sonradan çıkarılıp ailelerine teslim edilenler olmuş. Canım kardeşim, Tikrit’ten bu katliamdan kaçıp evine sığınan askerleri saklamışsın. “Hani 1500’den fazla kişinin öldürüldüğü o ilk büyük katliam. Oradan kaçan askerlerin bazıları bizim kasabaya geldi. Aramızda Dicle Nehri var, onu aşıp bizim oraya geldiler. Sonra da IŞİD geldi. Benim de Türkmen olduğumu görünce bizim eve sığındılar. Birkaç askere kadın kıyafeti giydirip gönderdik. Bazılarına kocam kendi kimliğini verdi yolladı. IŞİD onları ararken bir askeri evdeki tandırın içine soktum. İçi sıcaktı, bazı yerleri yandı gencin,’Cızzz’ diye ses geliyordu ama gene de bağırmadı. IŞİD’liler gidince oradan çıkardım, kaçtı. Basralı üç Şii genç vardı. Kocam onları saklamak için camiye götürdü. Bir gece üçte IŞİD eve geldi. Her yer yağmurdu, çamurdu. Bizim onlara yardım ettiğimizi anladılar. Basralı gençleri hemen buldular ve vurup öldürdüler. Kocamı da yanlarına alıp götürdüler. Ondan bir daha hiç haber alamadım.”
Senin yaptığın büyük bir kahramanlıktı, bir başkası için kendini, aileni ateşe atmak. Ama zaten ateş yayılıyorsa, oradan bir can da kurtarsan çok önemli elbette değil mi, canım kardeşim. Sen en gerektiği anda kendini ve aileni de ateşe atarak insanlığını ortaya koydun. Biz senin yaşadıklarını yeni öğrendik ama, senin varlığını, senin gibi insanların olduğunu bilmek hepimiz için, insanlık için bugün en büyük umut ve tutulacak, izinden gidilecek tek umutlu yol, canım kardeşim.

‘BU DUMANLAR NEYİN NESİ?’ DİYE SORMAKTAN KORKUYORUZ
Biz ezilenler, biz yönetim işlerine asla bulaştırılmayan, bulaşmak da istemeyen, küçük dünyalarımızda mütevekkil yaşayan milyonlar, ateş bacayı sarana kadar ne yazık ki, küçük dünyalarımızdan çıkıp, gelmekte olan büyük yangının haberci dumanlarından bile kuşku duymaya yanaşmıyoruz. IŞİD yıllardır Türkiye’de kaç katliam yaptı ve ellerini kollarını sallayarak düzenlediler bu saldırıları. Yargı bunları cezalandırmadı. Tıpkı Madımak’ta 37 kişiyi diri diri yakanların hiçbir ciddi yaptırım görmediği gibi. Bundan hiç işkillenmiyoruz. Erdoğan ne dedi, Kılıçdaroğlu ne artistlik yaptı, o onu dedi, bu bunu dedi ile olacakları öngörmeye çalışıyoruz. Peki kardeşim evet kabul ediyorum, çok azınlığız ama, biz ne yapıyoruz ? Erdoğan Suriye’ye girmeye can atıyor da CHP yapma mı dedi? O zaman bu kötü gidişata bizim, kadınların, gençlerin, işçilerin, işsizlerin, bütün sokakların mahallelerin, komşunun, esnafın dur demesinden başka bir çare görünüyor mu ufukta? İşte yine savaş tezkeresine CHP evet dedi ve Erdoğan da onu azarlıyor, “Hem evet deyip, hem ölecek askerler için beni suçluyorsun” diye... Adam haklı, CHP’nin yolu yol değil. Erdoğan’ın ki hiç değil! O zaman iş başa düşmüyor mu, ey canım kardeşim? Biz bunlara uyanmakta, uyanıp yol almakta çok gecikmiyor muyuz? Senin ülkenden de, Suriye’den de devam eden savaşın dumanları Türkiye’den görünüyordu, canım kardeşim. ‘Bu dumanlar neyin nesi?’ diye sormaktan korkuyoruz. Çünkü bir soru varsa onun bir cevabı da olduğunu biliyoruz ve bu cevabı bilmek istemediğimiz için, zamanında uyanıp, zamanında bizi savaş arabasına bağlayanlara karşı duramıyoruz. Çünkü, birlik olmayı, onları caydıracak olan, direnme gücümüzü oluşturan savaşa karşı örgütlerimizi, ortak sesimizi oluşturmaya, savaşa karşı direnmek için hazırlanmaya hiç mi hiç acele etmiyoruz. Korkarım ki, şu senin anlattıklarının başımıza gelmesini bekliyoruz; söyledim ya, biz şu anda, senin evine IŞİD’in gelmesinden tam bir an önceki durumdayız. Tam tamına öyleyiz. IŞİD olur, başkası olur ama bizi de hiç iyi şeylerin beklemediği kesin. Bugüne kadar ağzından hayırlı bir söz çıkmayan, içerde dışarıda herkese çatan, rest çeken, dünyanın en yiğidi, dünyanın en cesuru, kimseye ihtiyacı ve eyvallahı olmayan, bütün dünyanın önünde diz çökmesi gerektiği halde, bunu bile anlayamayan ahmak bir dünyayı kurtarma misyonu için seçilmiş yöneticilerimizden eğer herkes korkar, silahlarını indirip savuşurlarsa ne âlâ! Ama tersi olursa maalesef senin yaşadıklarını yaşamamak için, karşı koyacak hazırlığı yapmak için umarım vaktimiz vardır.

AYNI ACILARI YAŞAMIŞ BÜTÜN KADINLARIN DİRENİŞİNİN YÜKÜ
Canım kardeşim, anlattıklarını okurken kendimi senin yerine koymaya çalıştım. Umarım kimse yaşamaz savaşı, ama senin yaşadıklarını anlayabilmek için yaşadıklarını kendim yaşamışım gibi hayal etmeye çalıştım. Çok zordu, kendimi senin yerine koymak, canım kardeşim! Çünkü insanın hiçbir koşul altında yaşamak istemediği şeyleri hayal etmesine, muhtemelen bütün bilinçaltı sen ne kadar hissetmek istersen iste, karşı koyarak kendini savunmaya alıyor. Anlamaya, kavramaya ve neler hissetmiş olduğunu tahmin etmeye çalıştım. O kadar çok şeyi ne kadar kısa ve öz anlatmışsın, ama o kısa cümlelerin yüklendiği büyük acıları ve direnci gördüm; duydum seni, canım kardeşim. Sen ve 17 kadın, dünyanın aynı acılarını yaşamış bütün kadınlarının direnişinin yükü altındaydınız; eminim böyle hissediyordunuz. Dünyayı ve ülkeleri bugüne kadar yönetenlerin, bugün yönetmekte olanların ve onların temsil ettiği sermaye dünyasının sana ve 17 kadına, sizin şahsınızda biz kadınlara ve insanlığa verdikleri ve vereceklerinin sadece bu büyük utanç, vahşet ve acılar olduğunu senin söylediklerin bana kafama taşla vurularak anlatılmış gibi anlattı, canım kardeşim. Biliyoruz, bu vahşileri piyasaya sürenlerin aynı zamanda onlarla savaşıyor görüntüsü verdiklerini. Halka karşı her zaman aldatma ve hile dolap içinde olduklarını... Sen ve ben bunu çok iyi biliyoruz. İnsanlık da çok iyi biliyor. Ama, kendi geçmişine, aklına ve bilincine sık sık ihanet eden biz sıradan insanlar, biz küçük dünyamızda mutlu olmaktan daha fazlasını istemeyen mütevekkil ve ‘mütevazi’ler, biz kafamızı kuma gömerek de olsa yaşamımızı sürdürebildiğimiz sürece dünyanın kıyametine fazla aldırmayanlar, senin anlattıklarınla gözlerimizi açıp, derhal iyice uyanmalıyız, canım kardeşim. Başka dünya yok, kaçacak, saklanacak yer yok canım kardeşim.
Türkiye’de de bu senin yaşadıkların kadarı bir seferde olmasa da parça parça her gün oluyor. İki yıl önce 101 kişiyi havaya uçurduğunda IŞİD (hiç de çok uzaklardan gelmedi) o da bir savaştı, tek taraflı silah kullanılan... Daha birkaç gün önce Muğla’da gözaltına aldıkları Kürtleri çırılçıplak soyup, ellerini ayaklarını bağlayıp, yol ortasına yatırdılar; fotoğraflarını çekip sosyal medyaya servis ettiler. Tartabilir, karşılaştırabilir miyiz, bu utanç muamelesini, aşağılayıcı, onur kırıcı resmi tutumu, senin yaşadıklarınla. Her ikisi de kendi şartlarında vehametin doruklarında. Ve bunlar artıyor. Savaş yöntemleri bunlar. İnsanlığa karşı suç bunlar. Serbestçe -resmi veya sivil- görevliler tarafından işleniyor bu suç ve hiçbir şey olmuyor. Kimse soruşturulmuyor, görevinden alınmıyor, kimse istifa da etmiyor. Hiçbir büyük Türk büyüğü de “Kim yaptı bu alçaklığı” demiyor! Biz de her seferinde bir sonraki yaşayacağımız vahşetin boyutlarını tahmin bile edemeden, yaşadığımızın da gerçek olduğuna şaşırarak, ama aynı şekilde yaşamaya devam edip gidiyoruz. Tıpkı, içinde olduğu tencerenin suyu yavaş yavaş ısınan ve sıcaklığa alıştığı için farkında olmadan kaynayarak haşlanıp pişen kurbağa gibiyiz, canım kardeşim.

‘KIZLAR ÖLÜYORDU; TECAVÜZDEN, KANAMADAN, KAHIRDAN...’
Şimdi söz senin: “Ertesi sabah gene geldiler. Evimizi bombaladılar. Aralarından birisi bana, ‘Sen aşure yapıyormuşsun, demek imam Hasan’ı seviyorsun, şimdi bunun acısını senden çıkartacağız’ dedi. Bize ‘Gidin buradan’ deyip gönderdiler. Ben, iki çocuğum, evimizde kalan öğretmenler, onlardan birinin bebeği ve bir de kocamın diğer karısından olan kızım (O da bir genç kızdı) yola çıktık. Yürürken bir yerde IŞİD bizi alıkoydu. Çevreden topladıkları başka kadınlarla bizi biraraya getirip arabaların tamir edildiği bir garaja götürdüler. Bu garaj Havice yolu üzerinde, çöllük bir yerdeydi. Biz orada 18 genç kız ve kadındık. Genç kızlardan biri hamileydi. Ayrıca dört de çocuk vardı. Bizi orada evliler ve evli olmayanlar olarak böldüler. Beş tane genç kız vardı. Gözümüzün önünde bu kızlara tecavüz etmeye başladılar. Bir kıza dört adam tecavüz ediyordu. Kızlar bana ‘Abla bizi kurtar’ diye yalvarıyordu. Ben o kızların üstüne kapanıyordum. ‘Kuran’a yemin ederim ki bunlar bakire değil, bunlar kadındır, yapmayın, etmeyin’ diyordum. Bana vurdular. Bir tanesi benim omzumu ısırdı, yara oldu. Bugün hâlâ omzum kapkara. Üvey kızım 18 yaşındaydı. Onu ben büyütmüştüm. Ona tecavüz ettiler, o hemencecik öldü. Diğerleri 20’lerinin başlarındaydı. Bir yandan tecavüz ederken bir yandan vuruyorlardı onlara. Yanlarında silah vardı. Öğretmen kızlardan bir tanesi çok güzeldi. Ona çok tecavüz ettiler, çok fenalık yaptılar. Bir tanesi kayanın üstüne düştü, vücudu kırıldı, öldü. Diğerlerinin de hepsi kanıyorlardı. Ben böyle bir şey görmedim, çok kanıyorlardı. O tecavüz edenlerin yüzüne baktım, gördüm ki ikisini tanıyorum. Bizim komşumuz Araplar’dı. Evleri uzaktaydı ama bizim yöredendiler. Bizim oralardaki bir Sünni köyden çok insan IŞİD’li oldu. Ama başka bir Sünni köy de IŞİD’e çok direndi, çok savaştı. Biz garajda kadın başımızaydık. Günler içinde kendimizi kaybettik, baygın haldeydik. Beynimiz çalışmıyordu. Çok zayıfladım, yüzüm kabuk döktü. Akrep soktu onu bile hissetmedim. Birbirimize hep, ‘Hayatta kalan çocuklara sahip çıksın’ diyorduk. O garajda 21 gün kaldık. Yiyecek hiçbir şey yoktu. Tecavüz edilen kızlar ölüyordu. Tecavüzden, kanamadan, kahırdan… IŞİD bizim başımıza yaşlı bir adam koymuştu. Adam bizi çok sevdi. Tecavüz edenler gidince o yanımıza geliyordu, bize su veriyordu. Bir gün bir keçi getirdi, çocukların ağzına doğru keçiyi sağıp çocuklara süt içirdi. Bu, çocuklara şeker gibi gelmişti. Bir gün gelip kalanları iki gruba böldüler ve diğer kadınları götürdüler. Biz; ben, iki çocuğum, bir diğer kadın ve öğretmenlerden birinin bebeğiyle kaldık. Sonra o yaşlı adam o gece geldi ve ‘Sizi de sabah götürecekler, onlar gelmeden buradan kaçın’ dedi. Bizi bir yola kadar götürdü, sonra geri döndü. Ben o garajdayken sürekli ‘Allah’ım yardım et, ya Hüseyin yardım et’ diye dua ediyordum. İnanıyorum ki o adamı bize Allah yolladı. Sonra ileride, bize yardım ettiği için IŞİD’in o yaşlı adamı da öldürdüğünü öğrendik. O adam çok iyi adamdı, çok iyi adam... Yaya yola çıktık. Beş gün boyunca çöllük alanda yürüdük. Yağmur, çamur... Üstümüzde doğru dürüst giysimiz yoktu. Yolda hep ot yiyorduk. O öğretmenin bebeği yolda öldü. Battaniyeye sarmıştım, kollarımda ölüverdi. Günlerce yürüdükten sonra Kerkük’ün Mekteb-i Halid bölgesine vardık. Orada Haşdi Şabi’ye bağlı bir grup bizi gördü. Onların yanına gittik. Kurtulduk.”

DİRENİN, KARŞI KOYUN! UYANIN, ÖRGÜTLENİN! DER GİBİ BİR HİKAYE...
Ağzım kurudu, canım çekildi, canım kardeşim. Hiçbir şey söyleyecek halim, mecalim kalmadı. Kurtuldun, buna kurtulmak denirse, kurtuldun, daha özgür bir dünya bulduysan. En azından güvenli bir yerde yaşıyorsan bu kadar büyük, dayanılmaz acılardan sonra, şimdilik şanslı sayılırsın canım kardeşim. Umarım bundan sonra bir kez bile savaşın acılarını yaşamaz, yaşamış bir kadının çığlığa benzer sözlerini, korkunç hikayesini öğrenmek zorunda kalmazsın canım kardeşim. Bir şey daha var. Umarım, biz de karşı koymak için çok geç kaldık, demeyiz, senin anlattıklarını okuduktan, öğrendikten sonra canım kardeşim. Sesini duyar gibiyim, “Ne yaparsanız yapın, boş durmayın! Komşunuza, oğlunuza, kızınıza, öğrencinize, bakkalınıza, manavınıza, bulduğunuz herkese anlatın! Adı IŞİD veya başka bir şey, dikkat edin! Küçük dünyalarınızdan, güvenli sığınaklarınızdan çıkın, örgütlenin, birbirinizle kenetlenin! Allah’ın, peygamberin adıyla geldiler, tecavüz ettiler, anlatın! Kanmayın onlara! Arkalarındaki güçlere ve işbirlikçi yöneticilere asla inanmayın! Direnin, karşı koyun! Uyanın, örgütlenin!” Kaç günden beri senin sesin böyle yankılanıyor kafamın içinde canım kardeşim, yeter ki geç kalmayalım!
İlgili haberler
IŞİD’in elinden kaçan Êzidî kadın: Birçok işkencey...

Bir yıl 10 gün boyunca IŞİD’in elinde esir kalan E.H.E. isimli Êzidî kadın, kendi imkanlarıyla IŞİD’...

IŞİD ile ‘Namus’ arasında…

IŞİD tarafından kaçırılan, tecavüz edilen, ağır travmalara maruz kalan kadınlar ailelerinin ‘namus l...

Kadınlar kendilerine dayatılan ‘karanlığı’ üzerler...

IŞİD’den temizlenen bölgelerde işgalden kurtulan kadınlar kendilerine dayatılan çarşafı yine söküp a...